Diyarbakır Barosu avukatlarından Şehmus Kabadayı, ise "ilkesel olarak, zaman aşımının diğer davalara uygulanıyorsa, işkence davaları için de geçerli olabileceğini", ancak savcı ve hakimlerin bu tip davaları ellerinden geldiği kadar uzatmaları nedeniyle "zaman aşımı" kuralının kötüye kullanıldığını ifade ediyor.
İşkence davalarında hakimlerin ve savcıların taraflı davranmaları konusu ise, gerek Av. Çilingir, gerekse Av. Kabadayı'nın ortak deneyimleri.
Av. Kabadayı, "Bir ülkenin başbakanı, Ankara Kızılay'da YÖK protestosu sırasında polisin uyguladığı şiddeti onaylayabiliyorsa, şiddete karşı duyarlılık eksikliği var demektir. Dolayısıyla asıl sorun zihniyet değişikliğidir" diyor.
"Zamanaşımı" veya "en alt sınırdan ceza"
"İşkenceye 0 tolerans" söylemini gündeme getiren hükümetin, bu bağlamda yaptığı yasal değişikliklere karşın, son birkaç ay içinde, "zamanaşımına" uğrayan işkence davaları gözlemlemek mümkün. Ayrıca işkenceden yargılanan polislerin de yasanın öngördüğü cezanın en alt sınırından hüküm giymeleri veya beraat etmeleri söz konusu.
Örneğin, önceki gün sonuçlanan Sendikacı Süleyman Yeter davasında, Yeter'in, 1999'da gözaltında işkenceyle öldürüldüğü Yargıtay kararıyla kesinleşti; ancak bu suça "faili meçhul" ve "iyi hal" indirimiyle verilen 4 yıl 2 ay hapis cezası da yeterli bulundu. Sonuçta Yeter'in ölümünden sorumlu polis Mehmet Yutar, İnfaz Yasası uyarınca ancak 20 ay hapis yatacak.
Yeter'in ilk gözaltına alındığı 1997'de, Yeter ve diğer 15 kişiye işkence yapmakla suçlanan polislere ilişkin davada ise, dokuz polisten beşi beraat ederken, dört polise 11 ay 20'şer gün hapis cezası verilmiş ve bu ceza da "sanıkların bir daha suç işlemeyecekleri" kanaatiyle ertelenmişti.
Ancak, Yargıtay cezaları az bulmuş, sanıkların ayrı ayrı cezalandırılmasını isterken, dört sanıkla ilgili davanın ise zamanaşımı nedeniyle düşürülmesini istemişti.
Gözaltına aldıkları 15 kişiye işkence yaptıkları iddiasıyla yargılanan dokuz polisin davası dün zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırıldı.
İşkence davalarında zamanaşımı olmamalı
İzmir Barosu İşkenceyi Önleme Merkezi'nden Avukat Barış Çilingir, 26 Eylül'de yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu henüz tasarı halinde iken "zamanaşımı" konusundaki önerilerini meclis alt komisyonuna sunduklarını kaydediyor.
"Önerimiz, işkencenin, soykırım gibi insanlığa karşı işlenen bir suç olması nedeniyle ceza zamanaşımının olmaması yönündeydi. Ancak TCK'da böyle bir hüküm yok" diyen Av. Çilingir, "zamanaşımı"nın teknik yönlerini şöyle anlatıyor:
"Zamanaşımı yasada, ya dava zamanaşımı, ikinci olarak da ceza zamanaşımı olarak vardır. Ceza zamanaşımı işkence suçlarında 5 yıldır. Fakat bu, ceza zamanaşımını "kesen nedenlerle", yani iddianamenin hazırlanması, sanığın ifadesinin alınması v.b. nedenlerle uzar. Yeter davasında olduğu gibi 7.5 yıl olabilir."
Av. Çilingir, "Zamanaşımına uğrayan bir davada son kararı veren yargı makamı süre yönünden usul hatası yapmamışsa iç hukuk mekanizmaları tükenmiş olduğu için Avrupa İnsan hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gidilebilir" diyor.
Zamanaşımı bir sistem sorunu
Av. Çilingir, işkence davalarında, "zamanaşımı"nın önlenmesi için, dava süresinin uzatılmasını önlemek gerektiğini ifade ediyor:
"Savcıların sanıkları doğru tespiti, etkin soruşturma yapmaları, avukatların delil toplanması sırasında sanıklara ve tanıklara soru sormalarına izin verilmesi, yani çapraz sorgulamaya izin verilmesi gerekir," diyen Av. Çilingir, çapraz soruşturmanın şu andaki yasada yalnızca savcılık izni ile yapılabildiğini, ancak uygulanmadığını, yeni Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası tasarısında bu maddenin varolduğunu kaydediyor.
Av. Çilingir, ayrıca işkence davalarında, sanık kolluk güçleri hakkında idari tedbir alınması ve işten el çektirilmelerinin bir tedbir olabileceğini vurguluyor.
"İşkence yargılamalarında tıbbı deliller önemli olduğundan ve en az 7-8 ay Adli Tıp'ta incelemeye tabi tutulduğundan; bu da davaların uzamasına neden oluyor" diyen Av. Çilingir, "Zamanaşımı meselesi, adliyesi, kolluğu ve hekimliğiyle bir sistem sorunu" diyor.
Tarafsızlığını yitiren yargıçlar
İşkence davalarında savcı ve yargıçların tutumunun da önem taşıdığına işaret eden Av. Çilingir, İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen K.B. adlı kişiye kötü muamele yapılmasına ilişkin davayı örnek gösteriyor.
Dava "7 Haziran 2002 tarihinde gözaltına alınan iki çocuğun, karakola gelen K.B. adlı yakınına kötü davrandıkları" gerekçesiyle Mehmet Alan, Yakup Güvenç, Musa Köken, Süleyman Tepe, Mehmet Ali Öztaş ve Mehmet Balaban adlı polisler hakkında açıldı.
"Hakimin tutumu, işkence davasının sonuçlanmasında bir etkendir" diyen Av. Çilingir, adı geçen davanın 19 Temmuz'daki duruşmasında İzmir Barosu avukatlarının Mahkeme Başkanı Ahmet Hekimoğlu hakkında reddi hakim talebinde bulunduğunu ve Hekimoğlu'nun verdiği yanıtla tarafsızlığını yitirdiğini vurguluyor:
Hekimoğlu, mahkemedeki konuşmasında işkence mağdurları ve avukatları için,
"İzmir'deki meslek hayatımız sırasında benzeri davalarda, daima sabıkalı veya kriminal kişilerin doğrudan şikayetleri olmasa bile İzmir Barosu'ndan bazı avukatların davaya katıldıkları ve kolluk kuvvetini oluşturan polis ve jandarma sanki bir hasım, bir düşmanmış gibi davranıldığını, duruşmalarda sanık olan kolluk güçlerinin üzerinde bir hegemonya, bir üstünlük ezici davranış sergilenmek istendiğini gördük.
Kolluk kuvveti olan polisler de elbette insandır. Elbette ki her suçlu cezasını çekmelidir. Ancak görevini yaparken, bir takım olaylara maruz kalan, tepkili olan, bu tepkisinin etkisi ile bazı eylemleri işleyen polis de evine akşamları ekmek götüren, eş ve çocuklarına bakan kişidir" demişti.
Bunun üzerine avukatlar, mahkeme heyetinin kendilerine yönelik tutumunun "kişiselleştiği" gerekçesiyle davadan çekildiler.
Av. Çilingir, "Hakim bunları söylemekle öncelikle bu suça ve bu sanıklara bakış açısını dile getiriyor ve tarafsızlığını yitirmiş oluyor. 'Kriminal kişiler' diyerek önyargılı davrandığını ve kafasında bir şekillenme olduğunu gösteriyor" diyor ve ekliyor:
"Aslında bu durumun yargıçlar arasında yaygın olduğunu da düşünüyoruz."
Zihniyet değişikliği
25 Mayıs 2002 tarihinde Diyarbakır'da gözaltına alınan Sıddık Onay'a işkence yapılması nedeniyle açılan soruşturmanın aradan geçen 2,5 yıla karşın Cumhuriyet Savcılığı'nda bekletildiğini söyleyen Av. Şehmus Kabadayı, "İşkence konusunda hiçbir duyarlılık olmadığını" ifade ediyor ve ekliyor:
"Zamanaşımı, diğer suçlar için varsa, işkence suçu için de olmalı. Ama devletin mantığı sürekli zamanaşımı mantığı. Dolayısıyla hakim ve savcılar ellerinden geldiği kadar bu tip davaları zamanaşımına uğratmaya çalışıyorlar. Çünkü işkenceyle mücadele konusunda bir duyarlılık yok."
"Bu zihniyetle ilgili bir şey" diyen Av. Kabadayı, "Bir dava eğer gerçekten kanıtlanabilir ve ortada sanıkların cezalandırılabileceği kadar delil varsa da, davayı açmamaya çalışıyorlar; mahkeme de savsaklamaya çalışıyor" diyor.
Av. Kabadayı, "Bana bir savcı 'Bu tip davalar kötü davalar. Sonuçta biz polislerle çalışıyoruz. Çalıştığımız kişiler karşımıza sanık olarak çıkıyor' dedi. Bu açıdan bakıldığında işkence ile mücadele edilmediği ortada" diyor.
'Görevliye mukavemet' işkenceyi meşrulaştırıyor
"Diyarbakır'da artık işkence, görevli memura mukavemet şeklinde gelişiyor. Polis önce sanığı dövüyor. Tabii bu raporla kanıtlanabilir. Onun için sanığın polisin görevini yapmayı engellediği şeklinde tutanak tutuyor. Mağdur şahıs sanık konumuna gelip ceza alıyor" diye Diyarbakır'daki durumu aktaran Av. Kabadayı, bir anlamda "göreve mukavemetin işkencenin meşrulaştırılmış hali olduğu" görüşünde.
Sıddık Onay davasında gerekçe gösterilmeden soruşturmanın bekletildiğini söyleyen Av. Kabadayı, "Ortada bir gerekçe yok. Savcılık soruşturma açmıyor. Sonuçta biz AİHM'ye başvurduk. Gerekçemiz de etkili bir kovuşturmanın olamayacağı" diyor.
Adli kolluk kurulmalı
"Sıddık Onay vakasında aradan geçen 2.5 yıl zarfında devletin işkenceye ilişkin uygulamada adım atmadığı görülebiliyor" diyen Av. Kabadayı'nın önerisi şöyle:
"Adli kolluk kurulması iyi olur. Eğitilmiş, insan haklarına karşı duyarlı bireylerden oluşan bir adli kolluk oluşturulması iyi olur."
"Polisin ya da jandarmanın sanık karşısındaki tutumu köle - efendi ilişkisine benziyor. Efendi nasıl köle üzerinde her türlü tasarrufu kendinde hak görüyorsa jandarma ve polis de böyle görüyor" diyen Av. Kabadayı'nın görüşleri şöyle:
* Bunun önlenmesi için eğitimden geçirilmiş, insan haklarına duyarlı, adli kolluk kuvveti oluşturulması gerekiyor.
* Aynı zamanda savcı ve hakimlerin de davalara öyle bir bilinçle yaklaşması gerekir.
* Bu bilinçten uzak uygulayıcılar olduğu sürece işkence ve kötü muamele bitmez.
* Her şeyden önce şiddete karşı olmak ve zihniyetin değişmesi gerekiyor.
* Tayyip Erdoğan çıkıp, Ankara'da Kızılay'daki YÖK eylemlerinde polisin şiddetini onaylayabiliyorsa, bir devletin başbakanı bunu onaylıyorsa, artık zihniyetin değişmesi gerektiğini söyleyebiliriz. (YS/EÜ)