Uluslararası Göç Örgütü’nün verilerine göre son dört yılda Akdeniz’de 16 bin göçmen hayatını kaybetti ya da kayboldu. Gerçek sayının ise bundan çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. Bir defalık kısa haberlerde gündeme gelen, bazen de hiç gündeme gelmeyen bu insanların, o haberleri izleyen milyonlarca kişinin gözünde belki en önemli ortak özelliği, kimliksiz oluşları: Dünya, her defasında ekrandaki bedenlere son kez bakarken, bu kişilerin kim olduğunu bilmiyor. Göç yollarında parçalanmış ailelerden, topluluklardan kişiler de birbirlerinin akıbetinden haberdar olamıyor.
OpenDemocracy internet sitesinde 4 Haziran’da yayınlanan makalesinde Ottavıa Ampuero Villagran şu soruyu soruyor: “Hiç durup da Avrupa kıyılarına ulaşmaya çalışırken can veren kaçak göçmenlerin bedenlerine ne olduğunu düşündünüz mü? Bu kişiler kim, arkalarından kim yas tutuyor ve nasıl gömülüyorlar?”
Öldükten sonra kimlik tespitinin bir insan hakkı olarak altını çizen Villagran, daha sistematik ve ısrarcı kimlik saptama çalışmaları yürütülmesinin, kaçak göçmen ölümlerinin normalleştirilmesinin ve onları çevreleyen güvenlik söyleminin önüne geçeceğini de vurguluyor.
Villagran’ın makalesinin bir bölümünü yayınlıyoruz…
Rahatsız edici karanlık nokta
Tripoli, Zuvare ve Lampedusa'yı birbirine bağlayan üçgen, etrafta yüzen sayısız ceset yüzünden yerel halk tarafından “kara bölge” olarak adlandırılıyor. Bu bölgede kıyıya vuran kaçak göçmenlere ait isimsiz ve yas tutulmamış bedenler, Akdeniz’in kıyı kasabalarının günlük hayatında oldukça ön plana çıkıyor. Bu bölgede yüzen sayısız ceset, ilginç bir şekilde göç hikâyesinin geniş çerçevesinde, akademideki, medyadaki ve politik çevrelerdeki birçok nüfuz sahibi kişinin söylemlerinde yer almıyor.
Bu karanlık nokta oldukça rahatsız edici. Politik kararları biçimlendiren kişilerin, kaçak göçmenlerin bedenlerinin tespit edilmesi süreçlerini acilen insan hakları açısından tartışmaya açması ve şu anda Avrupa ülkeleri tarafından uygulanan kimlik saptama uygulama ve yöntemlerinin eksikliklerine dikkat çekmesi gerekiyor.
Görünen o ki birçok beden asla bulunamayacak
Uluslararası Göç Örgütü’nün “Kaybolan Göçmenler Projesi”ne göre 2014 yılından itibaren Akdeniz’de 16,003 göçmen ölümü ve kaybolması meydana geldi. Hayattaki kaçak göçmenlerin raporlarında olduğu gibi, gerçek sayının bundan çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. Çünkü takip edilmek istemeyen ve öldüğünde bedenleri dalgaların altında dibe batan kişilerin sayılması oldukça zor. Görünen o ki, bu bedenlerin birçoğu asla bulunamayacak.
Kimliği belirlemenin zorlukları
Bulunan bedenlerin birçoğununsa kimliği belirlenemiyor. Şu zorluklardan dolayı: Göçmenlerin hangi ülkeden olduğu, nereye gittiği veya aile ilişkileri gibi bilgiler, hızlıca ulaşılabilir bilgiler değil. Ayrıca kişisel eşyalar ya da kimlik saptaması yapılabilecek belgeler suda okunmaz hale geliyor. Öte yandan, denizde batan bedenler genellikle fiziksel özelliklerinin kaybolmaya başladığı aşamada yüzeye çıkıyor ve bulunuyor.
Kimlik belirleme çabaları ayrıca, göçmen ölümlerine ilişkin ulusal yasal düzenlemelerin olmaması ve aynı zamanda mali kaynak yetersizliği, sorumluluk çakışması gibi konularda düzenleme olmaması nedeniyle de zorlaşıyor. Bu durum, kimlik belirleme çalışmalarında fayda sağlayacak sistematik bir bilgi toplama çalışması olmadığı anlamına geliyor.
Kimlik belirlemek imkânsız değil
Kimlik belirlemenin birçok zorluğu olduğu söylenebilir, ancak bu, kimlik belirlemenin imkânsız olduğu anlamına kesinlikle gelmiyor. İtalya’nın Lampedusa’da art arda gerçekleşen üç karaya vurma olayından sonra gerçekleştirdiği çalışmalarda elde edilen başarıyla bu kanıtlandı.
Kimlik belirlemede yüzde 58 oranına ulaşıldı
Söz konusu tekne enkazlarından birinde İtalya Kayıp Kişiler Ulusal Konseyi ekibi, yürütülen titiz çalışmalarla kimlik belirlemede yüzde 58.5 gibi önemli bir orana ulaştı. Bu çalışmalarda bir dizi bilimsel yaklaşımı birleştiren çok paydaşlı bir sürece dâhil olarak, ölüm öncesi bilgilere ulaşmak üzere kurbanların aileleriyle temas kurmak için diplomatik kuruluşlar ve sivil toplumdan faydalandılar.
Bir başka durumda, adli tıp bilimcileri ve antropologlar, bir yıl önce tekneyle dibe batmış olan bedenleri teşhis etmeyi başardılar ve böylelikle, ayrışma ve iskeletleşme aşamalarında bile kimliğin DNA ile belirlenebileceğini ortaya koydular.
İtalya Komisyonu başkanı Vittorio Piscitelli, “Biraz para, çok iyi niyet ve sıkı çalışmayla kesinlikle yapılabilir” diyor. Bir sonra atılması gereken adım, bu hizmeti, politika dünyası ve medyanın dikkatini çeken büyük ölçekli olayların ötesinde, mümkün olduğunca çok vakada uygulamak.
Neler yapılabilir?
Avrupa devletleri, hayatını kaybeden göçmenlerin kimliklerini belirleme girişimlerini geliştirmek için gerekli bürokratik ve teknolojik kapasiteye sahip. Ayrıca Avrupa Birliği’nin dış sınırların yönetimi ile göç ve iltica hakkı bütçesinin önümüzdeki yıllarda 13 milyar euro'dan 34.9 milyar euro’ya çıkacağı göz önünde bulundurulduğunda bu iş için gerekli paraları olduğunu da söyleyebiliriz.
Başlangıç olarak uzmanlar bilgi toplamada (fotoğraf, cinsiyet ve uyruk bilgisi, DNA, gömülme yeri) merkezi bir veri tabanı oluşturmayı tavsiye ediyor. Bu tür yöntemlerle insan hakları açısından dile getirilen yaklaşımların desteklenmesi de sağlanabilir.
Ölümden sonra kimlik tespiti hakkı
Ölüm sonrası kimlik tespiti yapılması, evrensel olarak hem ulusal hem de uluslararası yasalarda tanınıyor. 1949 Cenevre Sözleşmesi’nden başlayarak, ölüm sonrası kimlik saptama konusunda uluslararası çerçevede birçok gelişmeler yaşanmış durumda. Birleşmiş Milletler’in (BM) 1956 tarihli Temel İstatistik Yöntemleri El Kitabı ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin Kayıpların ve Afet Kurbanlarının Kimlik Saptamasında Yol Gösterici İlkeler yayınları bu gelişmelere örnek olarak verilebilir.
Bu çerçevelerdeki ortak nokta, kimliğin ve kimlik saptamanın ölümden sonra da devam eden bir insan hakkı olarak tanınması. Ancak görülüyor ki bu tanınma, “olağan” göçmenlerin (turistler, öğrenciler, iş insanları) kazalarda ya da afetlerde ölümüyle sınırlı kalıyor. Bu vakalarda gelişmiş teknolojik ekipman ve özel ekiplerin kullanıldığı büyük çaplı uluslararası müdahaleler gerçekleşirken, “olağan dışı” göçmenler bürokratik belirsizlik ve idari kararsızlıkla karşılaşıyor.
Kimlik tespiti çabaları, ölümlerin normalleştirilmesinin de önüne geçecektir
Bu farklılık oldukça çarpıcı ve toplumların insan hayatına verdiği değer bakımından farklılıkları da göz önüne seriyor. Kaçak göçmenler söz konusu olduğunda, Judith Butler’ın dediği gibi, “hiç üzüntü vermeyen bir hayatın arkasından yas da tutulamaz… Çünkü bunlar zaten hiçbir zaman bir hayat da sayılmamıştır.”
Kaçak göçmenlerin kimlik tespiti için daha sistematik ve uyumlu çabalar, birçoğunun daha önce yolculukları sırasında maruz kaldıkları görünmezlik durumunu telafi edecek ve daha önce ellerinden alınmış isimlerinin, hikayelerinin ve insanlıklarının onarılmasına katkıda bulunacaktır. Buna ek olarak bu kimlik saptama çalışmaları, kaçak göçmen ölümlerinin normalleştirilmesinin ve onları çevreleyen güvenlik söyleminin önüne geçecektir.
Yas tutma hakkı
Bu çabalar, aynı zamanda ölen göçmenlerin aileleriyle ve ait oldukları topluluklarla bağlarını güçlendirecektir. Aileler her gün sevdikleri insanların kayıplarını dahi öğrenemeden yaşamak zorunda kalıyor. Bu durum, psikolojik ve psikososyal sorunların yanı sıra, cenaze işlemleri, yeninden evlenme, miras, vesayet ve mülkiyet gibi bir dizi konuda ekonomik ve idari karışıklıklar yaşanmasına yol açıyor.
Bütün bu sıkıntılar da hesaba katıldığında, hayatını kaybeden göçmenlerin kimlik tespitinde ailelerle işbirliğinde bulunmak önem taşıyor. (EÜ/ŞA)
Çeviri: Elif Ünal (bianet)