Naylon çadırda yananlar, 50 liralık gaz maskesi olmadığı için kuyuda zehirlenenler, iskeleden düşenler, balık istifi araçlarda kazada ölen mevsimlik işçiler...
Her gün ortalama 4 ila 7 işçinin hayatını kaybettiği Türkiye, iş kazalarında dünya üçüncüsü ve Avrupa birincisi.
Sadece ağustos ayında 147 işçi öldü.
Ölümler, geride kalanlara da yıllarca süren çetrefilli bir hukuk mücadelesi bırakıyor.
Ancak aileler yılmıyor. Seslerini duyurmak için de "iş kazası değil, iş cinayeti" diyerek ayda bir kez Taksim’de "Vicdan ve Adalet nöbeti" tutuyor.
Hem vicdanlara dokunmak hem de "güçlü" işveren karşısında adalet mücadelelerini haykırmak için bir araya geliyorlar.
Bir Umut Derneği’nden, "Adalet Arayan İşçi Aileleri"nin gönüllü hukukçularından Erbay Yucak, iş cinayetlerinde ailelerin hak arayışında yaşadıkları zorlukları ve talepleri bianet’e anlattı.
Yucak, hak arama mücadelesinde sendika, meslek odaları ve emek hareketlerinin davaları sahiplenmediğine dikkat çekerek “Örgütlü sahipleniş, mahkemenin ve kamuoyunun algısını değiştirme gücüne de, benzer durum yaşayanlara cesaret verme gücünü de sahip” diyor.
"İşveren kan parası teklif ediyor"
Yakınını iş kazasında kaybeden aileler hukuki mücadeleye girişiyor mu?
İş kazası meydana geldiği zaman aile kendi yakınını kaybettiği için hiçbir şey düşünemez durumda oluyor. Önce aileyi, piyasa avukatları dediğimiz avukatlar “şu kadar tazminat kazanırız” diye bir arama yarışına giriyor. Avukatların önemli bir kısmı bütün mücadeleyi tazminat kısmına kilitlemiştir. Ceza davasını önemli bulmazlar. Ceza davasını adalet mücadelesinin esaslı bir parçası olarak görmemekteler. Alınacak tazminat miktarı üzerinden adalet tanımı yaparak, " Parayla onu cezalandıralım" derler.
Aynı anda işverenin kendisi bir uzlaşma teklif ediyor. Bizde adı kan parası olarak bilinen aslında hukukta iş kazasında maddi, manevi tazminat hakkı dediğimiz yasal bir hak. İşveren araya konan aracılar ile aileye şunu düşündürür: dava açıcan, avukata para vericen, 4- 5 senede ancak bitecek, sonunda da bir şey elde edemeyeceksin. Benim teklifi kabul et. Parayı al, tazminat davası açma. Ceza davası için de şikayet etme, ettiysen de şikayetini geri al. Paranı al ve konuyu kapatalım.
Aileler ne diyor?
Evin çalışanı hayatını kaybettiği için geçim sıkıntısı oluyor. Çevredeki herkes de “giden gitti geride kalanlara bakmak lazım” diye düşündürdüğü için sonuçta para teklifini kabul etme tutumu daha gerçekçi geliyor aileye.
Ne kadar tazminat alıyorlar?
Kişinin maaşı, yaşı, geride kalanlara göre hesaplanıyor. 100 binden 500 bine kadar değişiyor. İşveren kendi kusurunun fazla olduğunu ve ailenin adalet arayışında ısrarcılığı olursa firma itibarı gibi kaygılarla da miktarı arttırır.
"Sendika, meslek odası ve emek hareketlerinden sahiplenme yok"
Peki aileler şikayetçi olmaya karar verse arkasında kimler durur?
Sendikalar, emek hareketi gündemli organizasyonlar ve meslek odaları… Avukatı dert etme, şunu, bunu dert etme demeliler. Ama böyle bir tutumları yok. Kimse sahiplenmiyor
Olay olduğunda basın açıklaması yapmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Davalarda karşı taraf 15 avukatla geliyor, biz toplamda 20 kişiyiz. Çok yalnız bırakılıyor aileler.
Ailelerin iş kazaları konusunda adalet mücadelesi tazminat ve ceza davası ile bütündür. Ceza davasını takip etmek ahlaken lazımdır. Kimin sorumluluğu varsa cezasını çekmeli denmeli, bunda ısrar edilmeli. Çünkü, ceza davaları, geride kalanlar için netice doğuracak en önemli hukuksal mücadele pratiğidir.
Sendikaların varoluş nedenlerinden biri bu değil mi?
Evet. Ancak bu yok maalesef. İşçinin yaşam hakkı mücadelesini toplu sözleşmede 3 puan artıştan daha kıymetli bulan bir sendikal hareket lazım. Bu olursa işçi de sendikanın kendisi için bir ihtiyaç olduğunu anlar. Ancak mevcut sendikal hareket işçinin dünyasında yabancılaşmış, kendini sömüren bir yerde duruyor. Bu sadece hükümetin örgütlenme karşıtı politikaları ile izah edilemez. Bu kandırıkçı bir iddiadır.
"Bilirkişi raporları hep sıkıntılı"
Diyelim aile de şikayetçi oldu, dava sürecinde ne gibi sıkıntılar var?
Savcılık ölüm olayı olduğu için resen kamu adına dava açar. Ailenin de şikayetçi olması işverenin durumunu ağırlaştırır. Ve davanın takibini sağlar. Kamuoyu ve medyaya yansıması/ takibiyle de adalet beklentisiyle, sahiplenme artar.
Mahkeme sürecindeki en büyük sorun bilirkişi raporlarında ortaya çıkıyor. Olayın nasıl gerçekleştiği, iş güvenliği tedbirleri ile ilgili eksiklikler ve kimin sorumlu olduğu gibi konularda Mahkeme Bilirkişi Heyeti atayarak görüşüne başvurmakta. Ancak maalesef genelde bu raporlar eksiklikler içeriyor. Genel olarak da işçiyi sorumlu bulma eğilimi var. İşte bu raporlar için de uzmanlara ve farklı meslek disiplinlerinden meslek odalarının ortak bir çalışma grubuyla, bilgilerini paylaşmalarına ihtiyaç var.
"Sorumlular tepelere çıkamıyor"
Destek olmuyolar mı?
Bu raporlar bilimsel-teknik uzmanlık gerektiriyor. Akademiden ve meslek odalarından çalışma grupları oluşturup her vakıayı kendi özelinde inceleyip "iş ve işçi güvenliği- sağlığı bakımından doğruları" paylaşmaları gerekiyor. Ancak tek tek duyarlı kişiler hariç örgütlü bir sahiplenme yok.
Bu raporlarda sorumlular ne kadar tepeye çıkıyor?
Çıkamıyor. Genelde sorumluluk iş güvenliğini sağlamakla mükellef olan işverene ve kamusal denetim sorumluluğu olana doğru çıkmıyor. Ceza davaları, işverenin, yetki verdiği ve işi delege ettiği diğer çalışanlar sınırında kalıyor. Ancak böyle olmasını engelledikçe ceza davalarının caydırıcılığı olabilecek.
"Mahkemenin algısı değişmeli"
Neden?
Hakim, savcı, dünyasında yıllardır oluşmuş böyle bir algı var. Mahkemeler nezdinde bu kavga çok esaslı yürütülmemiş. Daha önceki davalar içtihat oluşturmuş, hukukçu nesil böyle yetişiyor. Kamuyu, işvereni devreye sokmayan bir zihniyet var. Bu değişmeli. Kamu ve işveren birinci dereceden sorumlu görülürse, bir şeyler değişmeye başlayabilir. Ailelerin davalarını örgütlü sahiplenişinin gerekçesi de zaten "bütün sorumluların eksiksiz yargılanması" çizgisinde.
Bunu kıran davalar oldu mu?
Davutpaşa davasında ailelerin 4,5 yıllık kararlı mücadelesinde ilk kez Zeytinburnu belediye başkanı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İl Müdürü sanık oldu. Bu ailelerin takibinin ve memlekette, takip edilen dosya önüne geldiğinde halen adil davranan hukuk insanlarının varlığının başarısıdır.
Sadece bu da değil. Denetim ve duyarlılığı artıyor. Davutpaşa’da 2008’de iş cinayeti olmadan denetim sayısı ile patlamadan sonra dağlar kadar fark var. Esenyurt çadır yangınından sonra artık şantiyelerde çadırda barınmayı önemli oranda kaldırdılar. Bu kadar emek verilmese bu olmazdı. Ancak en başta da söylediğim gibi ailelerin bu mücadelesini sahiplenecek sendika, emek hareketi ve meslek odalarına ihtiyaç var. Yoksa bizim gücümüz çok sınırlı kalıyor. Bu örgütlü destekle aileler de kendilerini daha güçlü hissedecekler, yaşanacak iş cinayetlerinde de diğer ailelere adalet arayışlarında cesaret vermiş olacaklar. (NV)