Çoban, Türkiye Memur Sendikaları Konfederasyonunun (Memur-Sen) hükümete bağış kampanyası, hizmetlerin özelleştirilmesi ve sınıfın tavrı konularında Bianet'in sorularını cevapladı.
"Ülke zaten diyette"
Hükümete Hazreti Ömer Fonu gibi para toplama önerileri bir yana bugün de Memur-Sen'den bağış kampanyası çalışması gündeme geldi. Çalışanların bu tavrını nasıl yorumluyorsunuz?
Bütün bu tavırlar az çok hükümetten umudu olanlar tarafından yapılıyor. Sermayedarlar yüzde 20 kesintiye tabii ki gönüllü olarak katılmayacak. Memur-Sen'in yaptığı da bu Bütün her şey siyasi bir hat üzerinden ilerliyor. Benim bu hükümete verilecek param yok.
Siyasi bir tavır ama yine de çalışanlar tavır koyuyor.
Çalışan kesimde bu iş tutacağını sanmıyorum. Memur-Sen'in yapacağı eylem kamu çalışanları arasında çok da etki yapmayacaktır.
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan bugün "ülkeyi diyete soktuğunu" söyledi. Bu sözleri siz nasıl yorumluyorsunuz?
Zaten kamu hizmetleri açısından sokulabilecek bir diyet kalmamış, okullara yakıt verilmiyor, aileler kalorifer yakıyor. Burada servet vergilendirmesi gerekiyor. Mal varlığı olanların bağış vermesi ya da gelirleri üzerinde bir verginin işletilmesi gerekiyor.
Bu gönüllükle olabilecek bir şey. Bir de hükümet savaşın yanında olmayız acılara katlanırız deseydi bu daha etkili olurdu. Ama savaş konusunda pazarlık yapması bu tip gönüllük temelindeki ilişkiyi de zora soktu.
Bir de şu Hizmet Ticareti Genel Anlaşması'na (GATS) taahhütleri, piyasa tartışmasıyla savaşa gerekçelendirme meselesi var. Sınıf bu konulara nasıl bakıyor, neler yapmayı planlıyor?
Aslında gündemimizde birebir bu konular yok. Bu düzeydeki genel gündemler bir bakıma birkaç yıldır hissedilmesine rağmen ne olumlu ne de olumsuz bir havadan bahsetmek mümkün. Bir bakıma genel gidişattaki olumsuzluğa karşı aşılanmış insanların oluşturduğu bir hava var.
Sendikalar açısından ise şöyle bir durumda var: Sendikalı işçinin az çok koruyabileceği bir maaşı var, reel düzeyde daha yoksullaşsa da çevresinde kendisinden daha kötü durumda olanları görüyor. DİSK üyelerinin evlerine 750 milyon ile 1 milyar arasında para giriyor, bunu koruma güdüsü daha ağır basıyor, işçiler kendilerin bu krizin etkilerinden korunaklı hissediyor .
Mesela bu GATS taahüttlerinin bir uzantısı olarak Bolivya'da genel bir ayaklanma oldu keza Guatemela ve El Salvador'da ciddi eylemler oldu. Daha aktif olunması gereken bir döneme girmiyor muyuz?
Mesela Bolivya da su hizmeti özelleştirildiğinde su insanların aylık gelirinin üçte birine denk geldi ve isyanlar başladı Türkiye henüz buralarda değil. Latin Amerika'da, öncelikle varlığını yitirmeye başlayan orta kesimin tepkileriyle başladı herşey. Yoksul olan zaten kaybedecek bir şeyi olmadığı için tepkisini farklı gösterdi.
Türkiye'de aslında krizin etkileri yeni hissedilmeye başlandı. Bu tip sosyal olaylarda bir kestirim yapmak mümkün değil ama şöyle bakıyoruz; Niye olmuyor? Niye olmuyorun gerekçelerini düşündüğünüzde henüz dibe vurulmadığı gibi bir cevap verebilirsiniz.
Yani suyun fiyatı bizde de gelirimizin üçte biri olunca mı aktif tepki olacak?
Sorun idare etme meselesi. Türkiye'de su, elektrik gibi hizmetler hala sübvansiyon gibi görülüyor, kaçak elektrik kullanılıyor ve hükümet de bunu biliyor zaten. Arjantin'de ortak mutfak kuruluyor deniyor, orada insanların içecek çorbası olmadığı için bir ortaklık yaratılıyor. Biz de ise köyünden bulgurun geliyor, unu, şekeri hala bulabiliyorsun. Kısacası henüz dibe vurmamış bir ülkedeyiz.(NK/BB)