*Fotoğraf: DİSK/Genel-İş
DİSK/Genel-İş Sendikası, İstanbul Anadolu Yakası 1 No'lu Şube yaşanan iş cinayetleri ve ırkçı saldırılara karşı, saat 12.20'da Kadıköy İskele Meydanı'nda bir basın açıklaması yaptı.
"Yaşam hakkı için mücadele ediyoruz"
İstanbul Anadolu Yakası 1 No'lu Şube'nin yaptığı basın açıklamasında şöyle denildi:
"Bizler gece gündüz çalışan, üreten işçileriz. Dünyayı yaratan ellerimizden tanırız birbirimizi. Dillerimiz, milletlerimiz, cinsiyetlerimiz farklı olsa da aynı işyerinde omuz omuza beraber çalışır, emeğimiz ve alınterimiz için birlikte mücadele ederiz. Tüm dünyada kaderimiz ortaktır bizim. Az veya çok hepimiz egemenler tarafında sömürülürüz. Patronların kâr hırsından dolayı iş cinayetlerinde yaşamımızı yitiririz.
"Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de işçiler olarak patronların kâr hırsından dolayı iş cinayetlerinde yaşamımızı yitiriyoruz. Yüzyıllar önce yazılan sözleşmelerde bile en temel insan hakkının 'yaşam hakkı' olduğu ifade edilirken, biz işçilerin yaşam hakkı 21’inci yüzyılda bile birilerinin cebine daha fazla para girsin diye yok sayılıyor.
"Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de biz işçiler en temel insan hakkı olan yaşam hakkımız için mücadele ediyoruz. Ancak mücadelemiz sonucu çıkarılan İşçi Sağlığı ve Güvenliği ile ilgili yasa ve yönetmelikler hep kâğıt üzerinde kalıyor. Bu yüzden iş cinayetleri artarak devam ediyor.
"İş cinayetleri fıtrat değildir"
"İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nin yayınladığı verilere göre 2020 yılının ilk sekiz ayında en az 1306 emekçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Bunun en temel sebebi iş cinayetlerini 'fıtrat', 'kader' olarak tanımlayan zihniyettir. Eğer bu ülkeyi yönetenler iş cinayetlerini 'fıtrat', 'kader' olarak nitelendirirse tabii ki de bundan güç alan patronlar iş cinayetleri ve iş kazaları sonucunda caydırıcı cezaların verilmeyeceğini bilir ve işyerlerinde işçilerin hayatlarını korumak için gerekli önlemleri almaz.
"İş cinayetleri ile ilgili korkunç tablo ortada iken bu yılın başında tüm dünyada Covid-19 salgını patladı. Bu salgın ile birlikte biz işçilerin hayatının sömürücü iktidarlar tarafından ne kadar önemsiz görüldüğü bir kez daha ortaya çıktı. Özellikle pandeminin ülkemizde de hızla yayıldığı ilk dönemlerde iktidarın, planlı bir şekilde tüm yurttaşların hayatını önceleyen tedbirler alıp, yaygın test ve tedavi yöntemleriyle pandemi ile mücadele etmesi gerekirdi.
"Ancak iktidar halkı evde kalmaya çağırarak pandemiyi karşı mücadeleyi toplumsal sorumluluktan çıkarmış, pandemi ile mücadeleyi bireysel önlemlere indirgemiştir. Bununla birlikte her ne kadar ilk başta 'virüs zengin-fakir ayrımı yapmıyor' söylemi sık sık dillendirilse de bu söylemin boş olduğu evde kal çağrıları ile bir kez ortaya çıkmıştır. Zenginler evde steril bir ortamda pandemi sürecini geçirirken, işçiler fabrikalarda, tarlalarda, işyerlerinde çalışmak zorunda kalmıştır. Çalışmak zorunda kalan işçilere yönelik herhangi bir tedbirin alınmaması işçilerin hayatının önemsizliğini bir kez daha ortaya çıkarmıştır.
"Irkçı saldırılarla karşı karşıya kalıyoruz"
"Biz işçiler, iş cinayetleri, meslek hastalıkları, Covid-19 gibi yaşam haklarımızı ihlal eden gerçeklerle çalışmak zorunda kalırken, diğer yandan iktidarın tekçi siyaset anlayışı ve savaş politikası ile toplumda yükselttiği ırkçı zihniyetin saldırıları ile karşı karşıya kalmaktayız. Hükümet kendi iktidarının devamlılığı sağlamak için halklar arasına nifak tohumu ekmekte, savaş politikaları ile coğrafyamızdaki emekçi-yoksul halkları ölüme mahkum etmektedir. Her gün medya organlarında iktidar temsilcilerinin ırkçı-tekçi söylemlerinin yayınlandığı bir ortamdan güç alan faşist güruhlar kendilerinden olmayanlara saldırmaktan çekinmemektedir.
Geçtiğimiz haftalarda Sakarya’da Kürt tarım işçilerine yönelik linç ve saldırı bu durumu tüm çıplaklığı ile bir kez daha ortaya çıkardı. Bu saldırının etkisi daha dinmemişken 13 Eylül tarihinde Afyon’da Kürt inşaat işçisi arkadaşımız Özkan Tokay’ın, Samsun’da da Suriyeli mülteci işçi 16 yaşındaki Eymen Hammami arkadaşımızın ırkçı saldırılar sonucunda katledilmesi iktidarın yarattığı politikaların geldiği sonucu ortaya koymaktadır.
"Bize düşen hep ölüm oluyor"
"İçinde yaşadığımız bu sistemde eğer bir emekçiyseniz sömürüyle haksızlıkla boğuşuyorsunuz demektir. Ama egemen ulustan veya anlayıştan farklı bir kimliğe sahip bir emekçiyseniz işte o zaman size yapılan sömürü ve haksızlıkta katmerleşmeye başlar. Yani bu ülkede eğer Kürt, Arap, Ermeni, Alevi, Kadın gibi egemen anlayıştan farklı bir kimliğiniz varsa size yönelik saldırının şiddeti de artarak devam etmektedir. Bunun en acı örneğini Sakarya’da, Afyon’da ve Samsun’da yaşadık.
"Bizler şunu çok iyi biliyoruz ki nasıl ki patronlar iş cinayetleri sonucunda caydırıcı cezalandırmaların olmayacağını bilerek hareket ediyor ve işçilerin yaşam haklarını ellerinden alıyorsa, Sakarya’da, Afyon’da, Samsun’da da ırkçı saldırıları gerçekleştirenler, aynı cezasızlığın kendileri içinde geçerli olduğunu bilerek ırkçı saldırılarını gerçekleştiriyor. İş cinayetlerini “fıtrat” olarak nitelendirenler, ırkçı saldırıları da münferit olarak ifade ediyor. Sonucunda bize düşen hep ölüm oluyor.
"Gün, ırkçı saldırılara ses çıkarma günüdür"
"Son olarak, tüm bu gerçekleri ortaya sererek artık bunun böyle gitmemesi gerektiğini güçlü bir şekilde ifade etmek istiyoruz. Bu topraklarda yaşayan İşçilerin, Emekçilerin, Kadınların, Kürtlerin, Arapların, Ermenilerin, Alevilerin yani toplumun tüm kesimlerinin barışın hakim olduğu bir ortamda eşit, özgür ve insanca yaşama hakkı vardır.
"Hani iktidar hep dile getiriyor ya 'hepimiz aynı gemideyiz' diye. Biz diyoruz ki tüm ezilenler olarak bizler aynı gemideyiz sizin geminiz başka gemidir. Gün iş cinayetlerine, ırkçı saldırılara, sömürüye, adaletsizliğe ses çıkarma günüdür. Gün eşitlik, özgürlük, adalet, demokrasi ve barış için mücadele etme günüdür. Tüm demokrasi güçleri bu temelde mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz."
(SO)