“Türkiye’de kadın olmanın ne kadar zor olduğunu taşındıktan sonra fark ettim. Biz, kadınlar, Türkiye’de sokakta yere bakarak yürüyormuşuz hiç farkında olmadan. Aslında büyükşehirde, rahat semtlerde bile bakımlı makyajlı bir kadın olarak omuzların dik yürümek zordu Türkiye’de. Burada erkek ve kadınlara iletişim kurarken cinsiyetinden bağısız hareket edebiliyorum, bu muazzam bir özgürlükmüş meğer…”
Esra Pencereci
İnşaat mühendisi eşi ve dört yaşındaki oğlu ile yaklaşık üç yıldır İrlanda’nın başkenti Dublin’de yaşıyor.
Türkiye’den gitmeye karar verdikleri süreçte oldukça zorlandıklarını “düzenimizi bozmayalım” diyerek birkaç kez bu süreçten vazgeçtiklerini anlatıyor. Ancak 2016’daki terör saldırılarının ve darbe girişiminin olduğu ülkede kendilerini artık güvende hissetmiyorlar. İrlanda’dan iş teklifi gelince kendilerini Dublin’de buluyorlar.
TIKLAYIN - İngiltere'den Burcu Emran: Göç Sonrası Güçlü Bir Kadın ve Anne Oldum
Türkiye’deyken iyi bir şirkette orta düzeyde yönetici olan Esra, göç ettiği ilk iki yıl Dublin’de evde bebeğiyle ilgileniyor. “Köklerim Türkiye’de yapraklarım İrlanda’da” diye konuşan Esra, şu anda Dublin’de uluslararası bir şirkette kendi istediği pozisyonda çalışıyor.
İrlanda’ya adapte olma sürecinde en çok da kendi gibi göç etmiş kadınlardan güç aldığını hatırlatan Esra, Türkiye’den İrlanda’ya uzanan göç yolculuğunu anlatıyor.
İlk adım
Türkiye’den İrlanda’ya geldiğimde çok şaşkındım. Orada çalışıyordum ama burada evdeydim. "Ben aslında ev hanımı değilim, ben aslında çocuk bakmak için dünyaya gelmedim" gibi kimlik bunalımları içindeydim. Yıllardır kendi paramı kazanıyorken sadece eşimin para kazanıyor olması benim için değişik bir durumdu. Zaman içerisinde fark ettim ki Türkiye’de beyaz yakalı dünyalarımızda yaptığımız işleri, başardığımız şeyleri, etiket ve ünvanlarımızı ne kadar çok önemsiyorduk. Artık bütün bunlar bana daha az anlamlı geliyor.
Yani kendimle ilgili bütün değerlerim çalkalandı ve değişti. Bu bir anda olmadı. Ülke değiştirmek, göç etmek gerçek anlamında kimlik değiştirmek demek. Bir kimlikten diğerine geçmek zor oluyor.
Çalışma hayatı
Türkiye’deki çalışma ortamı ve buradaki çalışma ortamı birbirinden çok farklı. Gerçekten burada çalışanlara çok saygı duyuluyor, mesaiye kalması, kanının son damlasına kadar çalışması beklenmiyor çalışanlardan.
Çalışanlar birbirlerine samimi çünkü rekabet daha az. Bu yönü ile de Türkiye’den farklı. Türkiye’de bebeğim altı aylıkken doğum izninden döndüm, burada olsa bir sene olacaktı o izin. Sonuçta Türkiye’de işe dönünce erkek gibi veya ebeveyn olmayan bir kadın gibi çalışmam beklendi.
Ama burada bakıyorum çocuğu olan erkek veya kadınlar insani koşullarda çalışıyor, ebeveynliklerinin ilk yılının da tadını çıkarıyorlar. Çocuklu aileleri iş yerleri destekliyor, ücretli veya ücretsiz izin alan ebeveynler, işe döndükten sonra daha az çalışan ebeveynler bundan kaynaklı bir suçluluk duymuyorlar.
Göçmen kadın olmak
İster istemez ilk geldiğinizde bir karşılaştırma yapıyorsunuz. Sonra o karşılaştırma ‘köklerim orada yapraklarım burada’ hissine dönüşüyor. Ben kendi adıma çok ciddi bir adaptasyon sorunu yaşamadım çünkü ülkede konuşulan dili biliyordum. Göçmen Kadınlar Platformu’ndaki paylaşımlardan biliyoruz ki gittiği ülkenin dilini bilmeyen insanlar çok daha zorlanıyor, ilk zamanları daha zorlu bir aidiyet sorgulamasıyla geçirebiliyorlar.
Arada kalmak mı?
Göçmenlik acıklı dramatik arada kalma hikâyesi gibi gelmiyor kendinizi zenginleştirebiliyorsanız, antenleri açabiliyorsanız çok fazla zenginleşebilirsiniz.
Bahar Çuhadar’ın göçmenlerle yaptığı röportajları derlediği “Yeni Ülke Yeni Hayat” kitabında okumuştum, bir biyolojist anlatıyor: ‘”Dağlarda ve ovalarda farklı bitki örtüleri vardır, farklı türler yetişir. Ama bizim çeşitlilik anlamında en zengin olduğunu gördüğümüz bölgeler dağların ve ovaların kesiştiği, farklı habitatların birbiri ile buluştuğu noktadadır, göçmenler de işte o bölgede duruyorlar”
Benim için de tam öyle. Çok fazla şey kazanıyoruz. Ben tüm bu kazanımlara pozitif yaklaşmaya çalışıyorum. Gurbetçi kelimesine çoğunlukla çok dramatik bir anlam yükleniyor. 1950’lerden itibaren çalışmak için Orta Avrupa’ya taşınan ve kafalardaki dramatik algıyı oluşturan kesimle Türkiye’den son beş yılda göç edenler göç edenler arasında farklar var.
Demografik ve sosyo-ekonomik farklılıklar elbette var ama bence yeni nesil göçmenleri farklı kılan şey geri dönmeye dair beklentileri. “Gurbetçiler” er ya da geç geri dönme hayaliyle, ilk nesillerde entegre olmaya çok da gerek duymadan yaşadılar. Ama son yıllarda göç edenler geri dönmeme planıyla gidiyorlar.
Elbette her iki kesim için de planlanan ve gerçekleşen her zaman aynı olmuyor ama geri dönmeyi planlamadan yurt dışında taşınanların kök salabilme ihtimali biraz daha yüksek. Yeni bir üzen kurarken maddi manevi çok yorulmuş olsanız bile, gemileri yakmış olanın motivasyonu daha yüksek oluyor.
Türkiye ve İrlanda arasındaki farklılıklar
İrlanda’da yaşamaktan oldukça mutluyum. Pek çok Avrupa ülkesine göre de daha liberal bir ülke, göçmen düşmanlığı sıfır. Bir İrlandalı bir göçmene yabancılığını ima etse bile olay çıkabilir. Göçmen düşmanlığı yaşamadım, belirgin bir ırkçılığı maruz kalanı da duymadım. Zaten ülke nüfusunun %12’si göçmen, herkes bambaşka bir aksanla İngilizce konuşuyor, sürekli başka diller çalınıyor kulağınıza. Ayrıca İrlandalılar da dışarıya çok göç verdikleri için empatik yaklaşıyor da olabilirler.
Gerçekten alçak gönüllü ve saygılı bir kültürleri var. Ayrıca günlük ilişkilerde samimiler ve hayatlarında mizahın önemli bir yeri var. Esasında en koyu Katoilk ülkelerden biri ve kadın hakları için de yeni yeni yol katediliyor. Buna rağmen burada kadın olmak çok daha farklı Türkiye’ye göre.
Türkiye'de kadın olmak
Türkiye’de biz kadın olarak daha dezavantajlıyız. Amacım Türkiye’yi kötülemek değil ama Türkiye’de kadın olmanın ne kadar zor olduğunu İrlanda’dan Türkiye’ye gidip geldikçe anlıyorum. Biz, kadınlar, Türkiye’de sokakta yere bakarak yürüyormuşuz hiç farkında olmadan.
Büyükşehirlerde bile makyajlı bakımlı bir kadın olarak, omuzların dik yürümek, gece geç saatte rahat yürümek, size bakan erkeklerle göz göze gelmemek için uğraşarak yürümek ne kadar zormuş Türkiye’de…Oysaki Türkiye’de yaşarken bu günlük hayatımızın bir parçasıymış, kız çocukluğumuzdan beri içinde yaşayarak öğrenmişiz.
Cinsiyetten sıyrılmış bir şekilde yaşamak bir tür özgürlük. Türkiye’de daha havalimanındayken insanlar sizi baştan aşağı süzüyor ama sıra yüzüne gelince asla bir selam vermiyor, yüzünü çeviriyor.
Çocuklu hayat
Türkiye’de bebekli aileler neredeyse özür dileyerek sosyal hayata katılıyor. Diyelim ki pusetle sokakta yürüyorsunuz, o da kaldırıma park etmiş arabalar el verdiğince. Olur da bir yayanın veya arabanın pusete yol vermesi gerekirse "Sokakta neden geziyorsun burası benim yolum" diye bakıyor. Kapalı bir mekânda, toplu taşımlarda ve uçaklardaki bebek ağlayınca bile çocuksuz insanlar ters ters bakıyor rahatları bozulduğu için. Türkiye’de insanlar hiç konuşmadan dahi sizi aşağılayabiliyor. Dublin’de asla böyle bir saygısızlıkla karşılaşmadım.
Eğitim sistemi
Türkiye’de iyi bir eğitim aldırmak istesek birimiz maaşını eğitime ayırmak zorunda kalırdık. Burada eğitim ücretsiz. Özel okullar var ama Türkiye kadar pahalı değil zaten ihtiyaç duymuyorsunuz. Devlet okulundaki eğitim oldukça iyi. Benim oğlumun sınıfında dünyanın farklı ülkelerinden çocuklar var. Herkesin farklı ama eşit olduğunu daha küçükken öğreniyor, içselleştiriyor. Böyle bir çeşitlilik ve farkındalık içerisinde büyümesi benim için çok önemli.
"Bu yolculuk kimseye gül bahçesi vaad etmiyor’
Sakin olsunlar, eğer taşınmayı planlıyorlarsa mutlaka çok iyi düşünsünler. Gidecekleri ülkenin dilini öğrenmeye çalışmak, taşındıkları zaman sadece diğer Türkiyeli göçmenlerle değil mutlaka başka göçmenlerle ve yerel halkla sosyalleşmeye çalışmak adaptasyonu hızlandırabilir. Psikolojik olarak da kendilerini hazırlamaya çalışsınlar.
Kimse bir gül bahçesi vaad etmiyor ve bu yolculuk da elbette dikenler olabiliyor. Herkes için koşullar bambaşka olabilir ama iş insanın kendi içindeki motivasyonda ve ruhsal dayanıklılığında bitiyor. “Aslında taşınmayı istemiyorum ama çocuğumun eğitimi için gidiyorum’ diyen insanlar olabiliyor.
Sadece çocuklar için gitmenin, herkes için göç sürecini çok zorlaştırıcı olduğunu düşünüyorum. Göç gibi büyük bir kararın sorumluluğunu çocukların omuzlarına yüklememek gerekiyor. Sonuçta çocuklar saçını süpürge etmiş, fedakâr ve cefakâr annelerdense, kendine güvene ve mutlu ebeveynlerle daha da mutlular. Eğer göç edilecekse “bir şeye rağmen, bir şeyler uğruna” değil de kendi kararınızla, bile isteye göç edilirse bu zorlu yolculuğun daha kolaylaşacağını düşünüyorum. (EMK)
Yarın- İtalya'dan Burcu Algon Giorgianni: Evlat Edindiğimiz Çocuklar İtalya'da Daha Özgür