Kurtlar Vadisi gibi yapımların ayırt edici özelliği ne? Şiddet övgüsü, suçu övme, nefret beyanı (hate speech), ırkçılık, ayrımcılık gibi özelliklerden söz edebilir miyiz?
Esas olarak ayırt edici bir özellik tanımlamak gerektiğini düşünmüyorum. Eğer "Haberden belgesele kadar bütün televizyon programlarında şiddet var, neden yalnızca Kurtlar Vadisi etrafında kıyamet kopuyor" anlamında soruyorsanız, şöyle cevap verebilirim: Televizyon draması gibi kurmaca programlar daha yüksek bir izleyici bağlılığı yaratıyor. Nitekim dizinin izlenme oranları da bunu gösteriyor.
Haber gibi, belgesel gibi programların bu izlenme oranlarına ulaşmaları mümkün değil. Her yaş grubundan izleyiciye hitap eden bu dizileri, ideolojik çerçevelerini -ki bu hukuk dışı bir "adalet arayışı" üzerine temelleniyor sıklıkla- yaygınlaştırmak yeteneği bakımından çok daha sakıncalı buluyorum.
Güneydoğu'daki çatışmanın en hararetli olduğu dönemlerde de haber ve belgesellerde hiç barışçı olmayan bir habercilik dili kullanıldı. Yıllardır kullanılmaya da devam ediyor. Ancak izleyicinin haberle ilişkisi daha mesafeli bir ilişkidir. Televizyon dramasında ise durum farklıdır.
Polat Alemdar bir rol modelidir. Memati başka bir rol modeli. İzleyici onun öfkesiyle, inancıyla, hayal kırıklığıyla, intikam yeminiyle özdeşlik kurar. Belirli toplum kesimlerine duyulan nefretin cisim bulmuş haline kolaylıkla dönüşebilir bu karakterler. İzleyenlerin eylem düzeyinde onları taklit edeceklerini söylemek mümkün değil elbette. Ancak kurmaca karakterlerle kurulan bu özdeşliğin ayrımcı, dışlayıcı bir söylemin hakim hale gelmesinde, içselleştirilmesinde, dile getirilemez olanı, alelade sözlere dönüştürmede adamakıllı bir etkisi vardır.
Girin belirli Web sayfalarına "ben ırkçı bir Türk genci olarak..." diye başlayan cümleler görüyorsunuz. "Kürt bakterisi..."diye başlayan cümleler görüyorsunuz. Evet, burada gerçekten de söylemsel ve ideolojik bir "iklim"den söz edilebilir. Bu tür tüyler ürpertici sözleri sıradanlaştıran, kolaylaştıran bir iklim.
Bu iklimin oluşmasında Polat Alemdarların payını, katkısını teşhis etme konusunda ahlaki- vicdani bir duruş olmalı. Bu da "ifade özgürlüğü", "basın özgürlüğü" kapsamında değerlendirebileceğimiz bir durum değil bence.
"İzleyici dışlayıcı, ayrımcı, ötekileştirici yayından korunur"
Dışlayıcı, ayrımcı, ötekileştirici bir yayıncılıktan, dünyanın bütün "demokratik" ülkelerinde, izleyiciyi korumak yönünde yayın ilkeleri vardır, etik ilkeler vardır. Bunlara uyulmasını gözeten "düzenleyici kurullar" vardır. Bu anlamda RTÜK'ün kuruluşundan bu yana en fazla son birkaç yıldır bu asli görevi yerine getirmek yönündeki bir çaba içinde olduğunu söyleyebiliriz. İzleyici Temsilciliği, Akıllı İşaretler, Medya Okuryazarlığı ve son olarak Medya Etik projesi ilkesel düzeyde bu tür bir dönüşümün ifadesidir.
İlkesel diyorum çünkü bir de her birinin uygulanma biçimine bakmak gerekir. Bu son örnekte de RTÜK, Radyo Televizyon Yasası'nın "Görev ve Yetkiler" bölümünde 8. maddenin (h) ve (m) bentlerinde tanımlanan görevini yerine getirmiş, başka bir deyişle "kamuoyunda doğan tepki, beğeni ve hassasiyetleri sürekli olarak izlemek..." görevini yerine getirmiş ve yayın kuruluşunu bu tepkilerin yoğunluğu konusunda bilgilendirmiştir.
Programın kaldırılması diye bir durum söz konusu değildir esas olarak. Bildiğim kadarıyla yayın kuruluşu da RTÜK Başkanı ile olan görüşmeyi bir "müzakere" olarak tanımlamıştır. Programın kaldırıldığını ya da "sansür" edildiğini söyleyen ise sadece yapımcı kuruluştur.
Yine Yasa'nın Yayın İlkeleri başlığı altında 4. madde (v) bendinin ihlali olarak değerlendirebilecek bir durum söz konusudur bu dizide, hem de ilk bölümünden başlayarak, bunu da hatırlamakta yarar var ( 4. Madde v) (Değişik : 03/08/2002-4771/8) Yayınların şiddet kullanımını özendirici veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması.)
"Uluslararası sözleşmelerde de var"
Bu, televizyonla ilgili olarak imza koyduğumuz uluslararası sözleşmelerde de içerik olarak mevcuttur. Şimdi Yasa'nın problemli yönlerini tartışabilirsiniz, ancak yayıncılık alanını içerik anlamında da gözeten bir Yasa'nın gerekliliğini, hukuk devleti olmak istiyorsak tartışmak zordur. Yukarıdaki bendin "gerekliliğini" tartışmak vicdani ve ahlaki açıdan -bana kalırsa- imkansızdır da.
İzleyicilerde bu yönde çok haklı bir kaygı olduğu açık bu örnekte. Bunun fiili olarak gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda uzman görüşü belirtecek değilim. Ancak böyle bir durumun vuku bulduğunu düşünelim, o zaman RTÜK bu ilkenin ihlal edildiği kararıyla programı yayından kaldırabilirdi de. Buna basitçe "sansür" demek mümkün olur muydu? Irkçı nefret duygularını kışkırtan nitelikteki yayınları dünyanın hiçbir "demokratik" ülkesinde oturma odalarına sokamazsınız. Daha dizinin ilk bölümü yayınlanır yayınlanmaz, önyargı ile itiraz edildi deniyorsa, Kurtlar Vadisi'nin ilk versiyonundan miras bıraktığı sivil itirazı hatırlamak gerekir. O versiyonun finalinde, bir suç örgütünün eli kanlı üyeleri alkışlar arasında beraat ettirilmiş, kahraman ilan edilmişti. İzleyici burada böyle bir finalin gerçekleşmesinden -haklı olarak- gereğinden fazla kaygı duymuş olabilir. Çünkü "Terör" versiyonu daha hassas bir konudan giriş yaptı. Hem de toplumsal bir barışa çok ihtiyaç duyulan, bu yönde çabaların yoğunlaştığı bir dönemde yaptı bunu.
Bu anlamda programlar arasında ayrım filan yapmaya da gerek yok. Kurtlar Vadisi Terör'e razı değilim. "Kan Uykusu" belgeseline ya da haberlerdeki şiddet içeriğine hiç razı değilim. Birinden birini seçmemi öneren açıklamaları anlamakta güçlük çekiyorum. İzleyici olarak -belki de konjonktür nedeniyle- bana en kaygı veren program Kurtlar Vadisi Terör olduysa bugün için ondan şikayetçi olma hakkımı kullanıyorum demektir bu. Sadece bu kadardır. Yarın da haberlerde ya da belgesellerde içerilen şiddete itiraz hakkımı kullanırım. Olamaz mı?
+18 olması gerekirken +7 olarak kodlandı
Akıllı işaretler açısından bakıldığında, sınıflandırması ne olmalı? Dizi doğru sınıflandırılmış mıydı?
Akıllı İşaretler kodlama formunu geliştiren üç kişilik akademik ekibin bir üyesi olarak bu dizinin yayınlanan ilk bölümünün şiddet ve korku içeriği nedeniyle +18 alması gerektiğini kesin olarak söyleyebilirim. Programı izledikten sonra kodlama yapmayı da ihmal etmedim. Dizinin, şiddet eylemlerini meşrulaştırması (ki bu kriter etrafında, güvenlik güçleri tarafından uygulanıyor bile olsa meşrulaştırmanın yaş grubunu yükseltileceği belirtilir), eyleme geçirilebilir bir şiddet içermesi, ateşli silah kullanımının mevcut olması ve olayların fantastik değil gerçek hayatta rastlanılabilir nitelikteki mekanlarda geçmesi nedeniyle dizi kodlamadan +18 sonucu ile çıkar. Sanırım yayın kuruluşu bu kodlamayı hiç yapmadan +7'yi verdi.
Bu tür yapımlar, izleyeni nasıl etkiliyor ya da etkileyebilir?
Bu soruyu sanırım ilk soruyu yanıtlarken yanıtlamış oldum. Ölçülebilir, kesin tanımlanabilir bir etki olarak bakamayız bu meseleye. Medyanın uzun dönemli, konjonktürel ve başka faktörlerle etkileşimsel biçimde ortaya çıkan etkileri çerçevesinde düşünebiliriz ancak. Daha ziyade söylemsel alandaki sonuçları bakımından değerlendirmeler yapabiliriz ki yapmaya çalıştım. "Milliyetçi," "ulusalcı" söylemlerin hakim pozisyona oynamalarının sonuçlarını da çok yakın bir geçmişte gördük. Hrant Dink'in katledilmesi olayında en acı bir biçimde tanık olduk buna.
Yayınının durdurulması doğru bir karar mıydı? Ne yapılmalıydı?
İzleyici bakımından yapılması gereken itiraz hakkını kullanmaktı. RTÜK bakımından yapılması gereken ise isleyici itirazını izlemek ve yayın kuruluşunu bilgilendirmekti ki bu da yapıldı. Yayın kurulu bu bilgilendirmeyi göz ardı etmeyi seçse idi muhtemelen "yayın ilkeleri"ne uyum konusu gündeme gelirdi ve hukuki süreç işlerdi.
Bu nitelikte sadece Kurtlar Vadisi mi var? Yoksa daha genel bir sorun mu?
Yerli televizyon dramasının çete-mafya dizileri olarak anılan tematik alt türünün genel olarak bu tür sorunları olduğunu düşünüyorum: Eril bir şiddeti yaygınlaştırma, şiddeti meşrulaştırma, hukuk-dışı bir adalet arayışını olağanlaştırma... (TK)