*Altındağ'da Suriyelilerin ev ve iş yerleri ateşe verildi.
Türkiye'nin en güncel konularından biri şu an itibarıyla Afganistan'dan gelen mülteciler. Siyasi söylemler sürerken, çeşitli karşıtlıklar Türkiye'deki mülteciler konusunda endişe verici boyutlara ulaşıyor. Son somut örnek Altındağ saldırısı.
Almanya'daki Osnabrück Üniversitesi'nin Göç Araştırmaları ve Kültürlerarası Çalışmalar Enstitüsü'nde uzaktan misafir araştırmacı olarak görev yapan Dr. Cavidan Soykan ile konuştuk.
- NOT: Dr. Soykan 2005-2017 arasında ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi'nin kapatılan SBF İnsan Hakları Bilim dalında ve Merkezi'nde öğretim elemanıydı.
Altındağ'a dair sizin de araştırmalarınız var. Biraz o bölgeyi anlatır mısınız?
Altındağ bir ilçe ve çok geniş bir bölge ama Ankara'da Suriyeli mültecilerin en yoğun olarak yaşadıkları ilçe olduğunu söyleyebiliriz.
Öncelikle belirtmeliyim ki, ben Ankara Üniversitesi SBF'nin şimdi kapatılan insan hakları bilim dalından 2017'de ihraç edildiğim beri, bölgede çalışma şansım olmadı. Öncesinden bahsedebilirim.
İlk belirtmem gereken nokta, ilçede Suriyeli mültecilerin ilk yerleşim yerlerinden biri olan Önder Mahallesi'nin çok ciddi bir kentsel dönüşüm yaşadığı. Örneğin, benim bağlantıda olduğum ailelerin evleri yıkıldı.
Yakınlarda yapılaşmanın görece daha yeni olduğu ama tam da bu nedenle, kiraların daha yüksek olduğu mahallelere taşınmak zorunda kaldılar. 2014-2017 yılları arasında da Altındağ'da ırkçı saldırılar yaşandı.
Hepsinin sebebi dün gece yaşananlara çok benzer. Aslında tüm ırkçı saldırılarda yaşananlara benzer.
Mahalleli arasında çıkan bir kavganın büyümesi, Türkiyeli birinin yaralanması veya ölmesi ve sonucunda da tüm bir mahalleye ırkçı bir saldırının, genellikle de sosyal medya üzerinden, organize edilmesi.
Önder Mahallesi'ne Göçmen Dayanışma Ağı/Ankara'dan arkadaşlarla düzenli ziyaretlerde bulunuyorduk.
Mahalle, kentsel dönüşüm bölgesi ilan edilmişti ama ev sahipleri bunu mültecilere söylemeden, çok berbat yaşam koşullarının olduğu, çok eski gecekondu evlerini onlara kiraya vermişti.
Habersiz ve çoğunlukla da mültecilerin dilinde önceden bilgi verilmeden yapılan yıkımlar nedeniyle çok sayıda aile o dönemde büyük zorluklar yaşadı. Yıkımlar bir yandan devam ederken sürekli hırsızlık, kapkaç ve taciz benzeri olaylar yaşandı.
"Az paraya, güvencesiz çalışıyorlar"
Mahallenin ve civarının Suriyeli mülteciler tarafından tercih edilme sebebi, erkeklerin ve hatta çocuk yaştaki mültecilerin büyük çoğunluğunun çalışma izni olmadan hemen yakınlardaki Siteler dediğimiz, Ankara'nın en eski mobilya sanayi bölgesinde çok düşük ücretlere çalıştırılıyor olması.
2014'ten bugüne bakıldığında Siteler'deki çalışma koşullarının, iş güvenliğinin ne kadar kötü olduğunu kendiniz görebilirsiniz. 2019'daki büyük yangınlardan bir tanesinde beş Suriyeli mülteci öldü.
Aileleri, geriye kalan kadın ve çocuklar ne yapıyor takip edildi mi bilmiyorum. İşyerinde gerekli güvenlik önlemlerini almayanlar yargılandı mı bilmiyorum. Her sene Siteler'den mutlaka bir yangın haberi alırız.
İzinsiz işçi çalıştıran ve ölümlerine sebep olan işyeri sahiplerine ne oluyor öğrenemiyoruz ama izinsiz çalışmanın sınırdışı sebebi olduğunu ve bu nedenle korkutulan mültecilerin bu korkunç koşullara mecbur bırakıldığını biliyoruz.
"Kardeşlerimiz" ifadesi neden yanlış?
Siz uzun zamandır mülteci hakları – insan hakları çalışıyorsunuz sizce son iki gündür yaşananlar nasıl bir zeminde gelişti?
Yaklaşık iki haftadır sosyal medya üzerinden siyasilerin Afgan zorunlu göçü üzerinden yaptığı açıklamaları eleştiriyorum. Bu açıklamaların düşmanlık dili ve çoğu zaman da ırkçılık içerdiğini söylüyorum.
Bu konuda sizin platformunuza da mülteci hakları anlamında ülkedeki son durumu analiz eden bir yazı yazdım.
Genel politikalara dair eleştirilerimi farklı kanallardan dile getirip, özellikle de muhalefete ve Bolu Belediye Başkanı'nın açıklaması ve idari işlemi sonrası CHP'ye seslendim.
Belediye Başkanı ne yazık ki, geri adım atmadı. CHP parti politikamız farklı dese de, net bir şekilde yapılanın hukuka ve insan haklarına aykırı olduğunu ifade etmedi.
CHP Genel Başkanı bugün yaptığı konuşmada, Suriyeliler için mülteci ifadesini kullanmadı, kardeşlerimiz dedi. Biz yıllardır alanda çalışan hak savunucusu ve akademisyenler bu kardeşlerimiz ifadesini eleştirdik.
Mülteci politikasının hak temelli olması gerektiğini ifade ettik. Kaldı ki, bu dil AKP'nin dili diye eleştirdik yıllarca. AKP Suriye dış politikası gereği 'din kardeşlerimiz' dedi mültecilere.
Şimdi aynı dili, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum nedeniyle oy kaybeden AKP'ye karşı, ne yazık ki CHP kullanıyor.
Saldırıya giden yoldaki taşlar...
Neredeyse her yıl yaşadığımız Suriyeli mültecilere dönük benzer saldırılara baktığımızda, hem siyasilerin hem de kimi muhalif olduğunu iddia eden medya organlarının, iktidar karşıtlığı için hak temelli bir söylemden bir anda uzaklaştığını gözlemliyorum.
Bu saldırıya giden yoldaki taşlar da, Afgan zorunlu göçüne yönelik açıklamalar ve haberler ile dizildi.
Haberleri sürekli 'kaçan erkekler, sınır, duvar, yasadışı ve kaçak göç/göçmen' gibi ifadelerle okuyucu ve izleyici kitleye sunmanın da bu olayda büyük payı olduğunu düşünüyorum.
Suriyeliler, Türkiye bu statüyü tanımasa da, kategorik olarak bugün mülteci hukukunda 'mülteci' olarak değerlendiriliyor. Türkiye'nin taraf olduğu BM ve Avrupa Konseyi Sözleşmelerinden kaynaklanan yükümlülükleri var.
Bu yükümlülükler siz, Suriyelilere 'göçmen' deseniz de geçerli. İlki ve en önemlisi de geri gönderme yasağı. Hiç kimse insan hakları hukukuna göre, hayatının tehdit altında olacağı bir ülkeye geri gönderilemez.
Sürekli 'Suriyelileri geri göndereceğiz' açıklaması yapan muhalefete tekrar seslenmek istiyorum. Bu seçilseler de, öyle hemen gerçekleşecek bir durum değil.
Muhalefetin her şeyden önce, Suriyeli mültecileri hak öznesi olarak kabul etmesi, onları ve taleplerini dinlemesi gerekiyor.
"Mülteci statüsü bir ülke için var"
Sizce iktidar mültecileri Türkiye'ye çağırırken yeterli destek ortamını sağlıyor mu? Alt yapı çalışması yapıyor mu?
Türkiye 1951 Mülteci Sözleşmesi'ni coğrafi sınırlama ile kabul etmiş durumda. Bu nedenle Avrupa Konseyi üyesi olmayan bir ülkeden gelenler dışında, mülteci statüsü kimseye vermiyor.
Aynı zamanda bu sınırlama ile kabul edilen Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu da, haklardan çok yükümlülükler içeriyor ve entegrasyona dair bir düzenleme içermiyor.
Hatta öyle ki, Kanun'da vatandaşlığa en yakın statü olarak düzenlenen uzun dönemli ikamet iznine geçiş; mülteci, şartlı mülteci ve geçici koruma sahiplerine kapalı.
Yıllarca uluslararası koruma başvurusu sonucunu bekleyen bir Afgan veya Türkiye'de doğmuş Suriyeli bir çocuk, vatansız olma tehlikesi taşısa da, Türkiye'ye hukuksal yollardan ve diğer tüm mülteciler ile uzun dönemli ve kalıcı bir statüye erişemiyor.
Suriyeliler ve diğer tüm koruma başvurusu yapmış gruplar sürekli bir sınırdışı tehdidi altında yaşıyor.
Entegrasyonu burada 1951 Sözleşmesi'ne atıfla kullanıyorum ve vatandaşlığa yakın temel haklara sahip olma ve onları kullanabilmek olarak kabul ediyorum. Şu an iktidarın Suriyeliler için düzenlediği 'geçici koruma', adı üzerinde geçici. Yeterli ve etkili bir koruma değil.
Çalışma hakkına ve iş piyasasına erişim ile ilgili çok ciddi sıkıntılar içeriyor.
"Muhalefet hak temelli bir dil kuramıyor"
Başta verdiğim Siteler örneğindeki gibi, mültecilerin ucuz işgücü olarak kullanılması hem iktidarın hem de işverenin işine geliyor. Ama bu durum, içinde bulunduğumuz ekonomik kriz ortamında ırkçılığı körükleyici bir araca dönüşüyor.
On yıldır birlikte yaşadığımız Suriyeli mültecilerden bahsederken, iktidara aday olduğunu söyleyen CHP'nin hala mülteciler için hak temelli bir dil kurmayı başaramamış olması ülke adına çok büyük bir kayıp.
Artık muhalefet partilerinin bu gerçek ile yüzleşip, insan ve mülteci haklarını esas alan, uzun vadeli yerel ve ulusal politikalar hazırlaması ve biran önce uygulamaya geçirmesi şart.
"CHP'de sağ görüşün yansımaları var"
Muhalefet özelinde CHP'nin örneğin zaman zaman "ırkçılığa kayan" açıklamaları oluyor. Dün akşama giden yolda CHP'nin rolü ne? Sorumluluğu ne?
Sağ görüş için göç, vatandaşlık kurumuna karşı her zaman bir tehdit olarak algılanmıştır. Çünkü göç; kimlik, aidiyet ve etnisite üzerine tartışmaların kesişiminde yer alır. Dışardan gelen göçmenler, vatandaşlığın doğasını ve ulusal kimliğin yapısını değiştirebilirler.
Devletlerin göç ve vatandaşlık politikaları birbiri ile ilintilidir ve belli bir anlayışa göre tarihsel olarak şekillenir.
Örneğin ben akademik çalışmalarımda Türkiye'deki makbul vatandaşın, Türkçe konuşan erkek Sünni Müslüman olduğunu iddia ediyorum. CHP'nin açıklamalarında da bu sağ görüşün yansımalarını izliyoruz.
CHP'li Bolu Belediye Başkanı ile iktidarın kınadığı sağcı Avusturya Başbakanı göç ve göçmenler konusunda ne yazık ki aynı çizgide. İki açıklama da, aşırı-sağ düşünceye kayan bir dile sahip.
Mültecilerin yıllardır belediye kanununa dayanarak hemşehri hukuku gereği, yerelde hizmetlere erişimde vatandaşlar ile eşit kabul edilmesi gerektiğini savunuyoruz. Kanun açıkça 'herkes ikamet ettiği beldenin hemşehrisidir.' diyor.
Göçmen ve mülteciler, bırakın böyle eşitsiz ve ayrımcı bir muamele görmeyi, içinde yaşadıkları şehirlerin yerel yönetimlerinin karar alma süreçlerine katılım hakkına sahip olmalı.
Burada artık söz konusu olan devlet ile ulusal kimlik üzerinden kurduğumuz formel bir vatandaşlık bağı değil, yaşadığımız şehir üzerinden kurulan daha kapsayıcı bir bağ.
Her ne kadar CHP, Bolu Belediye Başkanı'nın sözlerinin parti politikası ile zıt olduğunu ifade etse de, benzer çıkışların başkaca CHP'li belediye başkanları tarafından yapıldığına her yıl tanık olduk.
CHP, parti olarak Tanju Özcan ile aynı çizgide olmadıklarını ifade ederken, su hakkına dayandı ve yine 'Suriyeli misafirlerimiz' ifadesini kullandı. Bugün Kılıçdaroğlu, iktidar olursak ilk iş ırkçılığı ortadan kaldıracağız dedikten hemen sonra kardeşlerimiz dedi mülteciler için.
Bu dil insan hakları dili değil. Bu yıllarca değişsin diye uğraştığımız AKP dili. Şimdi AKP mülteciler ifadesini kullanıyor ve CHP ne yazık ki oy kazanma uğruna, bizim alanda yıllardır eleştirdiğimiz ifadeleri, söylemi benimsiyor.
Parti olarak acilen uzun vadeli ve insan hakları hukukuna dayanan bir mülteci programı oluşturulmalı. Bu programda da birlik sağlanmalı. Bir belediye başkanının ırkçı çıkışı açıkça kınanmadığı sürece, mesafe koyuyoruz demek anlamsız.
"Kürt sorunu için de geçerli"
Son olarak sizin çözüm önerilerinizi sıralar mısınız? Herkes için güvenli bir ortak yaşam alanı nasıl oluşturabiliriz?
Ben aslında yukarıdaki sorular içinde arada ifade ettim. İlk yapılması gereken Türkiye'nin 1951 Mülteci Sözleşmesi'ne koyduğu coğrafi sınırlamanın kaldırılması.
Buna göre Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanun'da mülteci statüsünün dünyanın her yerinden koruma başvurusu yapanlar için eşit şekilde yeniden düzenlenmesi. Kimi akademisyenler buna Türkiye göçmen deposu olacak diye on beş yıldır karşı çıktı.
- Sonuç: Türkiye dünyanın en büyük mülteci nüfusuna sahip ülke olması oldu. Aradaki fark, yeterli ve etkili bir koruma sağlamayan Türkiye'nin gelen mültecileri ekonomik haklar anlamında sömürüyor oluşu.
Ülkenin yeni bir göç politikasına ihtiyacı var. Çünkü mevcut kanun AB'nin isteği doğrultusunda, onun sınırlarını koruma odaklı hazırlandı. Ama coğrafi sınırlama da, milliyetçi bürokrasinin tarihsel korkuları ile kaldırılmadı.
Bahsettiğim Türkçe konuşan Sünni Müslüman erkek makbul vatandaş tanımı, bu yeni göç politikası için değişmek zorunda.
Bu sadece mülteciler için değil, Kürt sorununun çözümü ve barış içinde yaşamamız için de elzem. Ancak hem göç hem de vatandaşlık anlayışımız değiştiği zaman, birlikte yaşamanın zemininden bahsedebiliriz.
(EMK/PT)