1996'da gözaltına aldığı "Evrensel" gazetesi foto-muhabiri Metin Göktepe'yi Eyüp Kapalı Spor Salonu'nda döverek öldüren polislerin yargılanmalarını ve cezalandırılmalarını görmek de o kadar kolay olmamıştı.
Binlerce kilometre, 30'dan fazla duruşma, on binlercesinin desteği ve neredeyse beş yıl...
İran'da yaşananları izleyince, "rejim yanlılarını koruyan doğal bir mekanizma"nın varlığı akla ister istemez geliyor.
54 yaşındaki muhabir Kazemi, geçtiğimiz yıl Haziran ayında Evin Cezaevi'nin önünde tutuklu aileleriyle görüşme yaparken gözaltına alındı. İranlı yetkililer, 10 Temmuz'da öldüğünü açıkladıkları Kazemi'nin ölüm nedenini bir süre gizlemeye çalıştılar. İran, bir hafta sonra, gazetecinin gözaltında dayakla öldürüldüğünü itiraf etmek zorunda kaldı. Oğlu, Kanada'da toprağa verilmesini istediyse de anne Kazemi, kızının İran'da gömülmesi konusunda baskı gördüğünü açıkladı.
Zehra gibi Kanada vatandaşı iseniz casussunuz, cezaevi önünde çekim yapıyorsanız ülkenin temeline dinamit koyuyorsunuz. İşte bu kadar basit...
Türkiye'de cenaze töreni izlemenin, cezaevi görüntülemenin akla çok çeşitli düşünceleri getirdiği günlerdi... "Vatan için çalışan"ların da koruyup kollandığı günler. Ama, biz gazeteciler o dönem gerçekten örnek bir hak arama çabası göstermişiz...
Görün, Ukrayna'da Georgiy Gongadze, Burkina Faso'da Norbert Zongo, İran'da Zehra Kazemi ve daha nicelerinin durumunu...
Cinayeti kimi zaman tek bir kişi işliyor. Ancak o kişiyi bir siyasi parti veya bir Cumhurbaşkanlık makamı yıllarca koruyabiliyor. Rejimler, gerçekler ve sorumluları gizlediklerinde davalar uluslar arası örgütlere ulaşıyor ve bir polisin cinayet suçu, genişleyerek tüm bir rejimin suç gizleme suçuna dönüşebiliyor.
Gazeteci Kazemi'yi sorgulayan istihbarat görevlilerinin cezasız kalması, tüm dünyanın Devrim Muhafızları rejimini ve İran'da adaleti bir kez daha sorgulamasına yol açtı.
Şimdi, Kazemi'nin Kanada'daki oğlu, Stefan Haşemi Kanada hükümetinden, Iran'ın Uluslar arası Lahey Adalet Divanı'nda yargılanmasını istiyor.
Zehra'nın annesi ise, son duruşmada, kızının sorguda işkence ile öldürüldüğünü tüm dünyaya haykırdı. Uluslar arası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü de, sorumluların peşine düşülmediğini açıklayarak, davayı "maskaralık" olarak nitelendiriyor. Örgüt, olayın gizlenmemesi için uluslar arası baskının şart olduğunu da bildiriyor.
Başbakan Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Hatemi ve Dışişleri Bakanı Harrazi ile görüşmek için bu ülkeye gitti. Basınımıza bakılırsa, en çok dikkati çeken konular arasında Erdoğan'ın ziyaretini izleyen kadın muhabirlerin başlarını örtmek zorunda kalması var.
Resmi gezi olduğunda ne gariptir ki, İran'da insan hakları, Türkiye'deki İranlı mülteciler, İran'da kapanan gazeteler ve basın özgürlüğü gibi pek çok konu kamuoyunun gündemine getirilmez ama Başbakanın eşi, kıyafet değiştiren kadın muhabirlere dikkat çekilir.
Böyle ziyaretler, Kazemi ailesi için adalet istemenin bir fırsatı olarak görülemez mi? Bunlar, reformcu gazetelerin kapatılmasını protesto eden 200 gazetecinin eylemini gündeme taşımayı ve dayanışma göstermeyi kolaylaştırmaz mı?
Ulusal çıkarlar, terörle mücadele, petrol... Elbette, devleti ilgilendiren konuları aktarmak basının önemli bir etkinliğini oluşturur. Ancak, gazeteciler, biraz da sınırın ötesinde meslektaşlarının yaşadıklarını zamanında ve yarar getirecek şekilde işlemeyi bilmelidirler de...
Ne dersiniz, İran'ı "kendi değerleriyle" baş başa mı bıraksak? Bence başörtünün büyüsüne fazla kapılmadan, Zehra'nın katillerinin bulunup yargılanması için dayanışma göstermeliyiz. (EÖ/BB)