* Fotoğraf: Pexels
Greenpeace, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) Altıncı Değerlendirme Raporu’nun “İklim Değişikliği 2022: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık” adlı ikinci bölümünü değerlendirdi.
Raporun iklim krizinin insanlık, evlerimiz, geçim kaynaklarımız ve bağlı olduğumuz ekosistemler üzerindeki daha da yıkıcılaşan etkilerini açık bir şekilde ortaya koyduğunu söyleyen Greeenpeace, uyum, azaltım ve zararlar gibi iklim eylemi gündemleri açısından da çok önemli olduğunu vurguladı.
Raporun, Paris İklim Anlaşması tarafı ülkelerin, kasım ayında Mısır’da düzenlenecek COP27 iklim Zirvesi öncesinde güncelleme sürecinde oldukları ulusal katkı beyanları açısından önemli bir uyarı niteliği taşıdığını dile getirdi.
TIKLAYIN - Dünya çoklu iklim tehlikeleriyle karşı karşıya kalacak
Raporda neler öne çıktı?
Greenpeace, IPCC raporunun öne çıkan saptamalarını sıralayarak “Dolayısıyla bu kritik, belirleyici yıllarda yapacağımız seçimleri şekillendirmek için bilim camiasının bir araya gelmesi; bizi nelerin beklediğine ve iklim krizinin diğer krizlerle nasıl etkileşime girdiğine dair bağlantılı bir resim oluşturması her zamankinden daha önemli” dedi:
- İklim krizinin riskleri ve etkileri oldukça hızlı belirginleşiyor ve pek yakında hepimizi çok daha kötü vuracak. Ekosistemler üzerindeki etkisi ve kapsamı önceki değerlendirme raporlarında yapılan tahminlerden çok daha büyük ölçekte gerçekleşiyor.
- Kara ve deniz ekosistemlerinde geri dönüşü olmayan kayıp ve zararların sayısı giderek artıyor. Küresel çapta türlerin yarısı göç halinde ve bugüne kadar yüzlerce yerel tür tükendi.
- Yılın belirli bir döneminde dünya nüfusunun neredeyse yarısı su kıtlığını tecrübe ediyor. Artan hava ve aşırı iklim olayları milyonlarca insanın şiddetli derecede gıda güvencesizliğine maruz kaldığını ve güvenli suya erişim olanaklarının kısıtlandığını gösteriyor.
- İklim krizi hepimizi vuruyor ancak bazılarımız bundan daha çok etkileniyor. Afrika, Asya, Orta ve Güney Amerika, Küçük ada ülkeleri ve kutup bölgelerindeki insanlar iklim adaletine en çok ihtiyacı olanlar.
- 2008 yılından beri, başta fırtınalar ve seller olmak üzere, aşırı hava olaylarından zarar gören, her yıl ortalama 20 milyon insan iç göçe yönelmek zorunda kalıyor.
- Geçtiğimiz 10 yılda, kuraklık, seller ve fırtınalardan kaynaklanan ölüm oranı iklim krizine karşı yüksek kırılganlık gösteren bölgelerde 15 kat daha fazla
- Afrika, Orta ve Güney Amerika, Küçük Ada Ülkeleri ve Kutuplar iklim krizine karşı kırılganlık anlamında küresel anlamda sıcak noktalar. Buralarda yaşayan sayısı yaklaşık olarak 3.3 ile 3.6 milyar arasında değişen topluluklar iklim krizine karşı aşırı kırılgan şartlar altında yaşıyor.
- Küresel anlamda adaptasyon eylemleri artsa ve çoklu faydalar sağlasa da, bu konuda ilerlemeler adil bir şekilde dağılmıyor. Gözlemlenen adaptasyon uygulamaları daha çok sektörel bazda, küçük ölçeklerde, dağınık, bugün ve yakın geleceğin etkilerine cevap veriyor ve uygulamadan daha çok planlamaya odaklanıyor.
- Mevcut politika ve bütçe planlama pratikleri iklim krizinin etkileri karşısında uyum ve risk tahminleri başlığına yeterli önemi vermiyor. Bu durum çok daha fazla insan ve yapıyı tehlikeye atıyor. Son değerlendirme raporundan bugüne, önemli yerleşim alanlarında ve kentlerde insan kaynaklı iklim krizinden zarar görenlerin sayısı gittikçe yükseliyor.
İnsanlık için "Kırmızı Kod"
Dünyanın en önemli iklim bilimcilerinin bir araya geldiği Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) uyarı niteliği taşıyan Ağustos 2021 tarihli raporunu hatırlatan Greenpeace, “İnsanlık için Kırmızı Kod” olarak anılan bu raporun iklim sistemimize neler olduğunun ve gerekli önlemler alınmazsa neler yaşanacağının bir özeti olduğunu ve bilim insanlarının aynı uyarıyı yenilemeye devam ettiğini söyledi.
Greenpeace, “Peki biz iklim krizine karşı kendi evimizde, Türkiye’de yeterli önlemleri alıyor muyuz” diye sordu ve “Türkiye, iklim krizinin ateşini körüklüyor” dedi.
Türkiye ne yapıyor?
Türkiye 2021’in Ekim ayında Paris Anlaşması’nı TBMM’den geçirmiş ve onaylamıştı. Bu adımı takiben 2053 Net Sıfır Emisyon hedefine ve Yeşil Kalkınma programına odaklanan, iklim değişikliğiyle mücadelede Türkiye’nin kısa, orta ve uzun vadeli strateji, eylem, politika ve mevzuatların altyapısını oluşturacak İklim Şurası, 21 - 25 Şubat tarihleri arasında Konya’da gerçekleşti.
Geniş bir katılımla organize edilen Şura’dan, Türkiye’nin iklim kriziyle mücadelede anlamlı ve kabul edilebilir bir strateji ve eylem planı çıkması beklenirken sonuç hayal kırıklığı oldu. Şura’dan kömürden çıkışa dair bir rota çıkmadı aksine doğalgaza ve yıkıcı nükleerin artırılmasına yeşil ışık yakıldı.
Çevre, Şehircilik ve iklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un üst üste vurguladığı, gençlere miras bırakılacak bir ülke hayali, ortak çekilen fotoğraflarda kaldı çünkü gençlerin “2030’da kömürden çıkış" talebi göz ardı edildi.
İlgili komisyonun mutabakata vardığı karar değiştirilerek kömürde kademeli azaltım kapsamı çıkarıldı ve yerine, kömürde karbon yakalama ve doğalgaz ve nükleerin artırılması ifadeleri getirildi. Böylece Türkiye, TBMM’de onaylayarak kabul ettiği Paris Anlaşması’nın omurgasını oluşturan direkt emisyon kesintisine bir kez daha sırt çevirdi.
TIKLAYIN - Türkiye aşırı hava olaylarına karşı Avrupa'nın en kırılgan ülkesi
Nükleer enerji adımı
İklim Şurasında, kömürden çıkış talebi metinlerden çıkarılırken tam da Şura’nın sona erdiği gün, Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi, TBMM Başkanlığı’na sunuldu.
“Şubat başlarında Avrupa Birliği’nin nükleer enerjiye vize vermesi üye ülkeleri ikiye bölmüşken nükleer enerjinin neden alternatif bir enerji kaynağını olamayacağını hemen yanı başımızda alevlenen Ukrayna- Rusya kriziyle tekrar hatırlamak zorunda kaldık” denilen açıklamada nükleer reaktörler ve nükleer atıklar her zaman tehlikeli olduğu ancak silahlı çatışmaların tam ortasında çok daha tehlikeli olduğu belirtildi.
Greenpeace, uygulanabilirlik açısından da nükleer enerjinin iklim kriziyle mücadelede bir alternatif olamayacağını ifade etti:
“Greenpeace Fransa ofisinin 2020’de hazırladığı bir rapora göre, nükleer enerjinin 20 yıllık bir zaman diliminde gezegenin emisyonlarında yüzde 10 gibi mütevazi bir düşüş yaratması için bile, bu 20 yıl boyunca her hafta bir nükleer reaktörün devreye girmesi gerekirdi. Nükleer enerji, iklim krizine asla bir çözüm olmayacaktır.”
Nükleer neden tehlikeli?Çünkü ekolojik ayak izi sadece karbondan ibaret değil. Nükleer atıkların getirdiği tehdit göz ardı edilemez. Bugüne kadar insanlığın ürettiği nükleer atıklar sadece geçici depolama merkezlerinde muhafaza edilebiliyor. Kalıcı tek çözüm yeryüzünün derinliklerine gömmek ve bu şekilde çalışabilecek bir tesis bugün dünyada yok. Bu yüzden yasadışı kaçak depolama Türkiye’nin yabancı olmadığı bir tehdit. Küresel karbon emisyonlarını 2030’a kadar yarıya indirmeliyiz. Nükleer bir santral projesini tamamlamak içinse en az 10 ile 19 sene gerekiyor. Basit bir hesaplamayla anlaşıldığı üzere nükleer ikameli kömürden çıkış için yeterli zaman yok. Gezegen için oldukça sınırlı olan zamanı tehlikeli alternatiflerle harcamamalıyız. Nükleer bir santrali çalıştırmak için korkunç derecede su tüketimine ihtiyaç var. İklim krizi çağında, her geçen gün sıcak hava dalgaları, kuraklık gibi afetlerin sayısı su kaynakları üstündeki baskıyı artırıyor. Deniz ve benzeri su kütlelerinin yakınına kurulacak santraller için ise yükselen su seviyeleri büyük bir tehdit. |
“Zaman tükeniyor; reçete belli”
“IPCC 6. Değerlendirme raporunun 2. Bölümünde bilim insanlarının uyarılarını dikkate almak ve harekete geçmek iklim kriziyle mücadele için atılacak en kritik adım. Hiçbir şeyi bu kadar karmaşıklaştırmak zorunda değiliz. Çünkü zaman tükeniyor ve kaynaklar kısıtlı, iklim krizinin reçetesi ise belli.
“Vakit geç olmadan fosil yakıtlardan çıkmalıyız. İklim krizinin ana lokomotifleri olan kömür, petrol ve doğalgaza artık yatırım yapılmamalı. Dünyanın yeşil ve adil bir sistem kurmak için sunduğu kaynaklar zaten yeterli.
“Yenilenebilir enerji kaynakları açısından Türkiye kadar şanslı olmayan ülkeler bile kömürden çıkış için tarih belirlerken Türkiye’nin bu konuda sessiz kalması kabul edilemez. Hiçbir bahane, kömürden çıkış için acilen karar alınmasını geciktiremez ve geciktirmemeli.”
(TP)