Üç yıldır çalışmalarına devam eden İÖG ve grubun Avrupa Birliği (AB) Komisyonu'nun maddi desteğiyle yürüttüğü "İşkencenin Önlenmesinde Hukukçuların Rolü" adlı projesinin iptal edilmesi, kendisini "Cumhuriyetçi Avukatlar" diye tanımlayan ve son seçimlerde İzmir Barosu yönetimine seçilen grubun kararı.
"Cumhuriyetçi"ler, kapatma kararlarını gerekçesini bugüne dek İşkenceyi Önleme Grubu'na yazılı olarak verme zahmetine katlanmadı. Buna karşın gerekçelerini, karardan bir hafta sonra, önceki gün (Pazartesi) yaptıkları basın toplantısıyla kamuoyuna duyurdular:
"İÖG baro yönetiminden bağımsız hareket ederek adeta baro içinde baro konumuna düşmüştür. İzmir Barosu, seçimlerde yönetime gelenler tarafından yönetilir. Bu, en demokratik tavırdır. Projenin kaldırılmasına gelince, baromuz başka bir grup, ülke ya da birliğin vesayeti altına giremez. Başka bir yerden para alamaz. Yönetim kurulunun yaptığı iş, seçim öncesi verilen sözün yerine getirilmesidir. İzmir Barosu, kendi imkanlarıyla işkence konulu projeleri sürdürebilecek yetkinliğe sahiptir."
Anlaşılan Baro yönetimini rahatsız eden birinci nokta, İÖG'nin bağımsız hareket etmesi.
Daha önemli gibi görünen ikinci nokta da, "baromuz başka bir grup, ülke ya da birliğin vesayeti altına giremez. Başka bir yerden para alamaz" diye ifade ediliyor.
Bugüne dek yaptığı yazılı ve sözlü açıklamalarda tümüyle "milliyetçi" bir ideolojiyi benimsedikleri anlaşılan "Cumhuriyetçi Grup", projenin AB kaynakları ile desteklenmesinden rahatsız. Bunun için "Baronun kendi imkanlarıyla işkence konulu (ne demekse) projeler" yürütebileceğini iddia ediyor.
Tüm bu gerekçeler, Yönetim Kurulu'nun ya İÖG'nin çalışma yöntemleri ve hazırladığı raporlar hakkında bilgisi olmadığını ya da işkence ile mücadele gibi bir gündemi olmadığını gösteriyor.
İşkence ile mücadele etmeye kararlı olan bir Yönetim Kurulu, her şeyden önce işkence mağdurlarının başvurularına 24 saat açık tutulan telefon hattını kapattırmaz. İşkenceye karşı mücadeleye kararlı bir Baro yönetimi, İÖG'nin açıkladığı yıllık raporları, "AB'ye ispiyonlama, Türkiye'yi AB'ye şikayet etme" diye nitelendirmez. İşkenceye karşı mücadeleye kararlı bir Baro yönetimi, İÖG'nin çalışmalarının AB destekli olması nedeniyle bu desteği "başka bir grup, ülke ya da birliğin vesayeti altına girmek" diye tanımlamaz.
İşkenceyle mücadelede "ulusalcılık"
Ancak biz ne kadar Baro yönetiminin işkenceye karşı mücadelede kararlı olmadığını iddia etsek de İzmir Barosu Yönetimi, insan hakları mücadelesini, bu çerçevede işkenceye karşı mücadeleyi sürdüreceği iddiasında -üstelik "emperyalist güçleri işlerine karıştırmadan".
10 Aralık İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin yıldönümünde İzmir Barosu Başkanı Avukat Nevzat Erdemir, yayınladığı basın açıklamasında Irak'ın işgaline ilişkin "İnsan hakları, ülkelerin bölünmesi, doğal zenginliklerinin hortumlanmasının kalkanı yapılmaktadır" değerlendirmesi yayıp; "İnsan hakları savaşımı adı altında, Cumhuriyet kazanımları ve Kemalist devrimin ilkeleri tek tek yok edilmektedir" diyor.
Anlaşılan, Avukat Nevzat Erdemir başkanlığındaki yönetim kurulu, İÖG'nin çalışmalarını da emperyalizmin "vesayeti altına girmek" diye nitelendiriyor. İÖG'nin işkenceye karşı verdiği mücadele ile "bir başka ülke ya da birliğin vesayeti altına girmek" paralelliğini kuran yönetimin Türkiye'deki insan hakları mücadelesine ilişkin deklarasyonu ise, şöyle:
"Gerçek insan hakları savunucuları olarak, sorumluluk bilinci taşıyan gerçek Türk aydınları olarak, insan haklarının eksiksiz gerçekleştirilmesi savaşımında, emperyalist güçlerin işimize karışmalarına izin vermeyeceğiz. İnsan hakları savaşımımızı tüm insanlık ve bu bağlamda kendi insanımız için vereceğiz."
Bu deklarasyonla İzmir Barosu yönetiminin "insan hakları savaşımı"nı bir an önce başlatması beklenebilir. İşe bir "ulusalcı" gönüllü avukatlar grubu oluşturarak başlayabilirler. Bu ulusalcı gönüllülerin işkence ve kötü muameleye maruz kalan vatandaşları İzmir karakollarından çekip almak için geceyarısı da olsa harekete geçmeleri, yönetimden bağımsız hareket etmemek için de geceyarısı da olsa karakol ziyareti için "yönetimden onaylıdır" damgalı bir izin kağıdı almaları mümkün.
Aksi taktirde yönetimin, "karakol polislerini küstürdük" endişesiyle hareket ettiği düşünülebilir.
İşkenceye karşı mücadeleyi İÖG'nin yöntemleri ile değil de Baro'nun kendi olanakları -"Adli Yardım Servisi" ve CMUK grubu- içinde çözmeye çalışmaları ise, eksik bir çözüm olacağından işkenceye karşı mücadelede kararlı olmadıkları iddiamızı doğrulayacaktır.
İşkence ile mücadeleye darbe
Aslında İÖG'nin kapatılması kararı, üzerinde kara mizah yapılamayacak kadar ciddi; yalnızca İzmir Barosu'nun kendi iç sorunu olarak algılanmaması gereken ve sonuçta işkence ile mücadeleye vurulan bir "milliyetçi" darbe.
İÖG'nin hayata geçirdiği, son derece olumlu ve benzeri olmayan bir işkenceyle mücadele modeli yok edilmeye çalışılıyor.
Bu açıdan bakıldığında, İzmir Barosu yönetiminin kararı, kendi çarpık insan hakları mücadelesi zihniyetinin de ötesinde, tüm insan hakları savunucularının, insan hakları örgütlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının karşı çıkması, protesto etmesi gereken bir karar.
Türkiye'de uzun yıllar, askere, devlete ve kamu otoritelerine rağmen yürütülen insan hakları mücadelesinin, şimdi de bunların "Kol kırılır yen içinde kalır" zihniyetli sivil uzantılarına karşı yürütülmesi gerek.
İnsan haklarına duyarlı herkesin ve insan hakları örgütlerinin İÖG'nin yaşaması ve desteklenmesi için örgütlü bir kampanya başlatması, gündeme gelmeli. (YS/BB)
* İzmir Barosu Kurumsal elektronik posta adreslerine ulaşmak isterseniz, tıklayın.
* İÖG'ye ulaşmak isterseniz, tıklayın.