Felluce 'de, Necef 'te veya Cenin 'deki insanların ödediği türden bir bedel ödemiş olmasak da yüksek bir bedel bu.
Bombalamaların gelişi, önceden, bütün amansızlığıyla görülebiliyordu. Aslında, pek çok kişi tarafından defalarca dile getirilmişti de bu öngörü -üstelik yalnızca sıradan Londralılar tarafından da değil Londralılar Tony Blair'in Britanya'yı ABD'nin yanında Irak'ta savaşa sokarak şehirlerini ateş hattına attığını biliyorlardı.
Ben bu yazıyı yazarken, enkaz kaldırılıyor, hasar ve kayıplar tespit ediliyor. Ama Blair çoktan televizyona çıkıp ulusa seslendi bile: "Değerlerimizi" ve "hayat tarzımızı" dünyaya aşırılıklarını "dayatanlara" karşı koruyacağına teminat verdi.
"Terörizme" karşı direnişte "uygar ülkelerin" birliğinden bahsetti.
Daha yapmacıklı bir kibarlıkla ifade etmiş olsa da, "biz"e karşı "onlar" dünya görüşü, Bush'unkinden farksızdı. Blair'in standartları için bile mide bulandırıcı bir ikiyüzlülük içinde zıvanasından çıkmasına yardım ettiği şiddet ve yıkım bahsinde ahlaki bir temele dayanma peşine düşmüştü.
Muhafazakar muhalefetle sağcı basının gayrete getirdiği İşçi Partisi hükümeti, şimdi korku üzerine oynayacak ve intikam duygularını kızıştıracak. Ancak, bu aşamada, Britanya nüfusunun buna nasıl tepki vereceği belli değil.
Hava, 11 Eylül ertesi ABD'deki havaya mı, yoksa Madrid'deki katliamın sonrasına mı benzeyecek?
Londra'nın Olimpiyat zaferinin ertesi gününde medyanın kendimizi iyi hissedelim diye gaz verip durdu. Ama bu saldırılar Britanya'nın küresel konumundaki ani düşüşü durdurmak açısından Olimpiyatların hiçbir işe yaramayacağının apaçık göstergesi.
Blair'in Bush'a yakınlığı, Avrupa Birliği'nde ABD neo-liberalizminin öncülüğünü yapması, "teröre karşı savaş"a hararetle katılması birarada Britanya'yı hem Avrupa'nın hem de dünyanın gözü önünde alçalttı.
Bu, Britanya'daki birçok insanın fazlasıyla farkında olduğu bir gerçek. Irak'ın işgaline karşı çıkış, Britanya toplumunun her kesimine yayılmış durumda; Londra'daysa ezici bir çoğunlukta.
Irak'taki kitle imha silahları konusundaki iddiaların sahteliğinin ortaya çıkması kamuoyunu iyice canından bezdirdi -ve bütün kamuoyu yoklamalarında Başbakanı ülkedeki en güvenilmez, en saygı duyulmayan kişilerden biri haline getirdi.
Elbette, Blair bu dezavantajın üstesinden gelebilecek yetideydi ve mayısta, mevcut siyasi sistemin içinde anlamlı bir muhalefetin olmaması sayesinde yeniden seçildi.
Bu muhalefet yokluğu, Britanya'nın bombalamaların sonuçlarıyla boğuşacağı önümüzdeki günlerde, şiddetle hissedilecek.Blair hükümeti, hiç kuşku yok ki, bu sabahki zulmü, sivil özgürlüklere karşı başlattığı saldırılar için kullanacak.
* Halihazırda polis saldırılarına maruz kalan ülkedeki 1.5 milyonluk Müslüman nüfus, şimdi daha çok baskıyla karşılaşacak (yorumcular bombaların Müslüman cemaatinin içinde saklanan insanların işi olabileceğini söylemekte gecikmediler).
* İskoçya'da, Gleneagles Oteli'ndeki G8 zirvesinin karşısında toplanmış olan küreselleşme karşıtları da "terörist" olarak damgalanacak ve buna göre muamele görecekler.
Korkuyu kışkırtıp istismar etmek Blair rejiminin temel özelliklerinden biri olageldi. Hedeftekilerin listesi uzun mu uzun, bir yandan da korkutucu derecede esnek:Sığınmacılar, kapişonlu gençler, militan Müslümanlar, anarşistler, pedofiller
Ne zaman halkın dikkatini hükümetin neo-liberal ekonomik politikalarının sonuçlarından, kamu sektörünü onarmadaki başarısızlığından, yurtdışındaki rezil maceralarından başka bir yöne çekmek gerekse, yeni bir günah keçisi yaratılıveriyor. Patlamalar bu sürece yardımcı olabilir, ancak bu kez karşısında bir halk direncinin olmasını umacak kadar neden de var.
15 Şubat 2003'te yaklaşık 2 milyon kişi Londra'da toplanıp Irak'a saldırıya karşı gösteri yapmıştı. Bir komşumun bana gururla yürüyüşe gideceğini -hayatının ilk protesto gösterisi olacaktı- çünkü Tony Blair'in Londra'yı bir saldırının ana hedefi haline getirip çocuklarının hayatını tehlikeye atmasına izin verirse kahrolacağını söylediğini anımsıyorum.
O gün bugündür olup biten her şey -ardı ardına ortaya çıkan yalanlar, ölen Britanya askerleri, Blair'in senaryosu tutsun diye Irak'taki gerçeklerin reddedilişi- Blair'in Bush'a yaltaklanmaktaki kararlılığının sonucu olarak görülen savaşa karşı kızgınlığı daha da artırdı.
Başbakan patlamaların Britanyalıları kendi hükümetinin arkasında bir araya getireceği hesaplarını yapıyor ve bir parça iyi prova edilmiş, devlet adamı vakarının imajını tazeleyeceğini düşünüyor.
Medyanın büyük bölümü şu mesajı pompalayacak: "Bizim hayat biçimimize" anlaşılmaz bir şekilde karşı olan yüzsüz barbarların tehdidi altındayız.
Farklı bir analizi dile getirmek, bu saldırının Afganistan'da, Irak'ta ve Filistin'deki zulümde aldığımız rolün sonucu olduğunu anımsatmak ve liderlerimizin ahlaki duruşlarının hiçbirinin şiddetle ihtiyaç duyulan politik değişimin yerini tutamayacağını ısrarla dile getirmek, savaş karşıtı hareketin elinde.
* Mike Marqusee, "Chains of Freedom: the Politics of Bob Dylan's Art" ve "Redemption Song: Muhammed Ali and the Sixties" kitaplarının yazarı. Britanya'da yaşayan ABD'li bir gazeteci. Kendisine Web sitesi üzerinden ulaşılabilir: www.mikemarqusee.com
* İngilizce orijinali counterpunch.org 'da yayınlanan bu yazıyı, Tolga Korkut Türkçeleştirdi.