En son 6 Mayıs'ta Kudüs'te gerçekleşen intihar saldırısında 16 İsrailli yaşamını yitirirken 50 kişi de yaralandı. Özellikle bu saldırının ardından gerek uluslararası gerekse de Türkiye'deki insan hakları örgütleri "bu tip bir eylemin hiçbir haklı gerekçesi olamayacağı"ndan yola çıkarak saldırıyı kınama açıklaması yaptılar.
İntihar saldırıları gerçekte "biçimsel" yanıyla Filistin'de de tartışılıyor. Bir kesim başka çare olmadığına vurgu yaparken, bu görüşü paylaşmayanlar da az değil. Özetle; ortak bir paydada buluşulduğunu söylemek şimdilik zor ve bu tartışmanın bitmeyeceği de açık.
Türkiye ve dünyadaki İslami örgütler konusunda araştırma yapan ve bu konularda kitapları yayınlanan gazeteci Ruşen Çakır'ın tesbiti ise bir anlamda durumu özetliyor:
"Filistin hareketi burada ciddi bir paradoks içinde; intihar eylemi gerçekleştirmeden etkili bir şekilde sesinin duyuramıyor. Ama eylemleri gerçekleştirdiği ölçüde de bir çok insanı hareketten uzak tutuyor."
Sağ kurtulmanın olanaksızlığı
Bianet: İntihar saldırılarının ikinci intifa sırasında artmasının ve şu anda da sürmesinin nedeni nedir?
R. Çakır: İsrail hedeflerine artık eski tip gerilla taktiğiyle saldırı yapılamıyor. Askeri hedeflere vur kaç eylemleri yapmak mümkün değil.
En önemlisi İsrail topraklarında bir eylem yapıp kayıp vermeden merkez üslerine dönmeleri mümkün değil. Ayrıca sağ kurtulma garantisi olan eylemlerin etkisi de zayıf.
Filistinlerin askeri hedeflere eylem gerçekleştiremedikleri sürece intihar saldırılarına başvuruyorlar. Bu saldırılar dışında sivillere yönelik gerilla eylemi yok gibi.
İntihar saldırıları ve şehitlik
Bianet: Özellikle medyada saldırıların İslam uğruna şehit olma amacıyla yapıldığı yazılıyor. Bu saldırıları gerçekleştiren örgütlerin içinde El-Aksa Şehitleri de var. İntihar saldırısıyla "din uğruna şehitlik"in bağlantısı var mı?
R. Çakır: İşin içinde şehitlik beklentisi olmasa insanlar kolay bir şekilde ölüme gidemez. Filistin davası için ölmenin getirdiği coşku ve inanmışlıkla, öbür dünya ve cennet inancı iç içe geçiyor.
Aslında Filistin davası içinde İslami ve milli vurgu hep iç içe geçti. 60'lı yıllarda sol, bu davada başı çektiği için anti-emperyalist vurgu ön plandaydı ve İslamcılık gündemde değildi. Filistin direnişi içindeki İslami öğe İntifadayla birlikte ön plana çıktı. Buna paralel El-fetih ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içindeki İslami vurgu da arttı.
Bunun nedeni HAMAS gibi örgütlerin Filistin içinde daha da güçlenmesi. Filistinler bu gibi örgütlere bizim baktığımız gibi "aşırı İslamcı" örgütler olarak bakmıyor. HAMAS halk içinde yürüttüğü propaganda ve sosyal yardım çalışmaları sonrası güçlendi.
İslami Cihad örgütünün temelinde de çok ciddi sayıda eski solcu Marksist kökenli gerillalar var.İsrail cezaevlerinde İslamı keşfedip oluşumun saflarına katılan önemli isimlerden söz edebiliriz. Aslında kendi solculuklarına İslam vurgusu katmaktan öte bir anlamı yok.
"Kabul edilebilir" eylem
Bianet: İntihar saldırıları bir "mecburi eylem şekli"nden öte ne anlam taşıyor?
R. Çakır: İntihar saldırılarında, saldırıyı gerçekleştirenin kendisi de öldüğü için yapılan işe bir meşruluk katılmak isteniyor. Yani iki tarafından da insanı saldırıda ölüyor.
Sivilleri öldürmenin kabul edilebilir bir yanı olmadığını bildikleri için de kendi hayatlarını ortaya koyuyorlar. Örneğin bir kahveyi taramak faili meçhul kişilerin yaptığı bir katliamdır.
İntihar eyleminde kendisi de ölen bir saldırgan söz konusu olduğu için katliamın sorumluluğu biraz hafifletilmiş oluyor. Ancak bu eylemlerin hepsi sivilleri öldürdüğü için terörizmdir. Sivillerin öldürülmesi davanızın haklılığına gölge düşürüyor.
Filistin hareketi burada ciddi bir paradoks içinde; intihar eylemi gerçekleştirmeden etkili bir şekilde sesinin duyuramıyor. Ama eylemleri gerçekleştirdiği ölçüde de bir çok insanı hareketten uzak tutuyor.
İntihar saldırıları durduğu anda İsrail halkı da kendi içinde bir hesaplaşmaya girebilir.
İsrail'in işgaline tepkinin başka şekillerde gösterilmesi gerekiyor. Bu eylemler kolaya kaçma yöntemi. "Sivil katliamcısı" imajını hiçbir şeyin hiçbir zaman silemeyeceği de düşünülmeli.
Filistin davasıyla gelen radikalleşme
Bianet: İsrail Arafat'ı bu eylemleri yönlendirdiği için suçluyor, Arafat'ın bu gruplarla bağı hangi düzeyde?
R. Çakır: İntihar saldırılarının hepsini İslamcı gruplar yapmıyor. Şehitlik kavramını İslami vurgu olmadan da anlayabiliriz. Arafat ya da FKÖ din dışı değil, dini yönü önde değil ama Müslümanlık ciddi bir kültürel öğe.
Bir Filistin devleti kurulduğu zaman Arafat İslami hassasiyetleri göz ardı edemez. Tabii ki bir şeriat devletinden söz etmiyoruz. Ancak Arafat'ın bu gruplarla toplum içindeki desteğini de göz önüne alıp onlarla ilişkisi olduğu savını kesin bir kanıt olmadan kimsenin söylemesi mümkün değil.
Bu, İsrail'in öne sürdüğü bir görüş. İlk İntifadada HAMAS'ın ciddi bir denetimi vardı ama bu sorunun üzerine gidilmedi. HAMAS Lideri Şeyh Ahmet Yasin bile "Arafat benden" diyor. Filistin yönetimi daha önce HAMAS militanlarını tutuklamıştı ama sonra serbest bıraktı. Arafat istese de bazı şeyleri durduramaz.
İsrail, Müslüman Kardeşler'in devamı olan HAMAS'ı Arafat'a karşı destekledi ve örgüt güçlendikten sonra da radikalleşti. Bu İslamdan değil Filistin davasından gelen bir radikalleşmeydi.
Daha önce İslamcıları besleyen İsrail şimdi de onları canavar gibi gösterip 11 Eylül sonrası dünya kamuoyunu arkasına almaya çalışıyor. Asıl sorun Filistin'de bir devletin kurulması sorunudur. Dini grupların devlet içindeki gücünün tartışması değil. (ÖG)