Ömer Madra: Bugün biraz Kıbrıs konusuna dönelim istersen?
Ahmet İnsel: Evet 17 Nisan'da Kıbrıs'ta cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Bu seçimler Kıbrıs'taki gidişatı değiştirecek mi bilmiyorum, ama en azından 1974'ten bu yana oluşmuş olan, hatta 74 öncesinden Dr. Fazıl Küçük'ün yerini Rauf Denktaş'ın almasından beri süren Kıbrıs Türk toplumu liderliğinde, seçim sonuçlarında eğer bir sürpriz olmazsa, bir değişiklik söz konusu olacak.
Şöyle bir önemi var cumhurbaşkanlığı seçimlerinin; her yerde cumhurbaşkanlığı seçimleri önemlidir, parlamenter rejimle yönetilen ülkelerde de önemlidir ama, biz Kıbrıs Rum yönetimi olarak tabir ediyoruz, onlar kendilerini Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti olarak tanımlıyorlar, Kuzey'deki seçimleri "sözde" seçimler olarak tanımlıyorlar.
ÖM: Öyle mi?
Aİ: Evet, geçenlerde birkaç Kıbrıs gazetesine baktım, genellikle Kıbrıs Türk gazeteleri Güney'deki gazetelerden geniş alıntılar yaparlar, orada da "sözde seçimler" diyor. "Sözde seçimleri" anlayamadım, seçimler ya olur ya olmaz.
ÖM: Nedir bu milliyetçilikten çektiğimiz?
Aİ: Seçimin yapılmış olmasını tarif etmek, "seçim yapılıyor" demek onu tanımak anlamına da gelmez, bu bir haberdir, ama yok, o da "sözde seçimler" olacak.
ÖM: Bir de sözde vatandaş terimi de var.
Aİ: Güneydekiler de Kuzeydekiler için "sözde vatandaş" tabirini belki bundan sonra bizden ilham alarak kullanabilirler, böyle bir katkımız olabilir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin önemine değiniyordum, bu bir kaç cepheden önemli; birincisi liderlikte bir değişiklik söz konusu.
Niçin Kıbrıs'ta cumhurbaşkanıyla bütünleşmiş, liderlik diye bir konum var? Çünkü 1960'tan beri oluşmuş olan kurumlaşma, Kıbrıs Türk toplumunu bir cemaat olarak tanımlıyor. Kıbrıs'ta önde gelen liderler, hele biraz milliyetçilerse, resmi seviyede temasta bulunmak istemiyorlar. Bu oradaki KKTC'nin devlet olarak kabul edilmesi anlamına geleceği için.
Ama diyeceksin ki, cumhurbaşkanı ile temasta bulunmayı tercih ediyorlar, kabul ediyorlar, çünkü onların gözünde Kıbrıs Türk devleti cumhurbaşkanı, cemaat lideri. Cemaat liderini 60 Anayasası çerçevesinde kabul ediyorlar. O yüzden de görüşmeci kim olacak, müzakereci kim olacak gibi soruların aslında otomatik olarak bir çözümü var. Rum kesimi için, zaten her durumda KKTC Cumhurbaşkanı, Kıbrıs Türk toplumunun cemaat lideri.
Dolayısıyla Rum kesimi tavrını değiştirmezse, Talat gibi çözüm yanlısı biri cumhurbaşkanı olursa, "sayım suyum yok, oyun bozuldu, biz her durumda Denktaş'ı doğal lider kabul ediyoruz, çözümsüzlük çözümdür diyeni tercih ederiz" diyebilirler. Ama, normal olarak KKTC Cumhurbaşkanı'nı doğal görüşmeci, müzakereci, muhatap olarak kabul edecekleri için, cumhurbaşkanının olması gerekenden daha fazla, daha önemli bir yeri var.
Bu cumhurbaşkanı seçimleri iki turlu, şu anda 9 aday seçimlere adaylığını beyan etti. Bunların içinde CTP Birleşik Güçler'in lideri, şu andaki Başbakan, Mehmet Ali Talat birinci turda seçilme şansı olan bir aday, yani CTP'nin seçimlerde %45-46 oy aldığını dikkate alırsak, buna biraz daha çevre partilerden de oy gelebileceğini varsayarsak birinci turda seçilmesi yüksek bir olasılık gibi gözüküyor. Olmazsa ikinci turda.
Yalnız BDA seçimlere katılmadı, aday göstermedi, onlar %6 oy almışlardı. Bu sefer BDA aday göstermedi, dolayısıyla CTP + BDA'nın bir kısmının oylarının birleşmesiyle ve belki başka partilerden gelenlerin birleşmesiyle Talat'ın seçilme şansının yüksek olduğunu tahmin ediyorlar. İkinci aday BP'nin adayı Derviş Eroğlu, Denktaş'a karşı adaylığını koymuştu geçtiğimiz seçimlerde, ama ikinci turda çekilmişti.
Derviş Eroğlu'nun partisinin yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, milletvekili seçimlerinde aldığı oydan daha az oy alması ihtimalinin yüksek olduğunu görüyoruz. Üçüncü aday, biraz oy alması ihtimali olan, Serdar Denktaş'ın partisinin gösterdiği aday Mustafa Arabacıoğlu. Dördüncü aday da Toplumcu Kurtuluş Partisi'nin Genel Başkanı Hüseyin Angolemli. Toplumcu Kurtuluş Partisi seçimlerde %5'in altında, %3 civarında oy aldı, bu seçimlerde de ciddi bir oy alacağını zannetmiyoruz ama en azından, kısmi de olsa Mehmet Ali Talat adına bir oy bölünmesi yaratabilir.
ÖM: Rauf Denktaş artık katılmıyor öyle mi?
Aİ: Hayır öyle bir sürpriz yok artık. Rauf Denktaş bundan sonra daha çok dışarıda kalıp, KKTC'nin "bir bilen"i olarak konuşacağını, daha fazla hatıralarını yazacağını, daha aktif olacağını beyan ediyor.
ÖM: Bir de oyunculuğu var.
Aİ: Evet, belki yeniden başka dizilerde, daha parlak, daha kendine uygun dizilerde -aslında oynadığı dizi de kendisine çok uygundu- oyunculuğa başlar. Aslında kendisi fotoğrafçıdır, her yerde ne varsa onun fotoğrafını çeker, belki daha da fazla fotoğraf çeker.
KKTC'nin kurucu figürü olarak orada dolaylı siyasette bulunmaya devam edecektir. Programları neler diye baktım; 9 aday var aslında, ama dördünü konuşalım, diğerlerini konuşmaya vaktimiz yok, çok da anlamlı değiller.
Bu dört aday arasında anlamlı farklar ne? Örneğin Talat ile Angolemli arasında, iki aday arasındaki fark ne? Toplumcu Kurtuluş Partisi daha sol bir parti. Burada bir parti farkı var.
Angolemli, Talat'ın "bekle gör" politikası izlediğinden şikâyetçi, yani geçtiğimiz sene Annan referandumunu izleyen dönemde, birdenbire AB'nin KKTC'ye bu referanduma "evet" demesi çerçevesinde büyük destek vereceği beklentisine girdiğini ve biraz karşı taraftan el uzatılmasına yönelik bir politika izlediği kanısında.
Ne yapılabilirdi? Angolemli aslında ilginç bir şey söylüyor, bu ne derece gerçekçi bilmiyorum, KKTC'nin içinde olmak lazım bunu değerlendirmek için, ama bilgi olarak en azından ilginç. "Annan Planı aslında iki devletin anayasasıydı, yani Türk tarafının, Kıbrıs Birleşik Devleti'ni oluşturacak iki devletten Kıbrıs Türk Devleti'nin anayasasını da içeriyordu.
Biz niye Annan Planı'nın kabul edilmesinin ardından, en azından Kıbrıs Türkleri ile ilgili bölümünü yürürlüğe koymadık, o anayasayı yürürlüğe koymadık, daha demokratik, daha katılımcı bir toplum oluşturmaya birleşmeyi beklemeden başlamadık? Bunu anlamıyorum" diyor.
Bu mümkün müydü bilmiyorum, ama ilginç bir soru. Çünkü KKTC'de hükümet olmak en azından güvenlik konularına hakim olmak anlamına gelmiyor, çünkü KKTC'nin şu andaki yapısı, polis, itfaiye gibi kuruluşların KKTC içişleri bakanlığına değil, doğrudan silahlı kuvvetlere bağlıyor, silahlı kuvvetler de doğrudan biliyorsunuz TC Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı.
Dolayısıyla burada gerçek anlamda bir eksik iktidar söz konusu. Bunun sonuçlarını çeşitli vesilelerle görüyoruz, örneğin son dönemlere kadar, bombalama olayları oluyordu. Buna hakim değiller, sınırlarda geçişte hakim değiller, bu tabii çok büyük bir eksiklik.
Diğer taraftan, Kıbrıs Türk toplumunun sendikalarla ilişkileri, partilerle ilişkileri bakımından Türkiye'den daha eksik bir demokrasi değil, daha fazla demokrasi olduğunu söyleyebiliriz.
Ama Annan Planı'ndaki anayasal içerik, hükümet anlamında, kuruluş anlamında, işleyiş anlamında daha ileri bir noktayı temsil ediyordu, bunun uygulanmamasından şikâyetçi. Diğer taraftan üç önemli tespit yapabiliriz, birincisi Annan Planı Kıbrıs Türklerini çözümsüzlük sorumlusu olmaktan çıkarttı ve bildiğiniz gibi, Kıbrıs Rumlarının, Kıbrıs Türkleri ile eşitlik içinde birlikte yaşama arzusunu pek taşımadıklarını ortaya çıkardı.
Bu, Kuzey Kıbrıs'ta, Kıbrıs Türk toplumunda birleşme, Kıbrıslı Rumlarla beraber yaşama idealini yıllardır dile getirmiş Angolemli, Talat gibi kişiler açısından büyük bir hayal kırıklığıydı. Dolaylı biçimde Denktaş'ın tezlerinin kısmi de olsa doğrulanması anlamına da geliyordu.
Kıbrıs Türkleri'nin nasıl sancılı bir biçimde karşıladıklarını tahmin edebiliriz. Papadopulos geçtiğimiz hafta sonu EOKA kurucusu 108 kişinin ailesine onur madalyası verdi. EOKA'nın kuruluşu 1 Nisan 1955, ENOSİS, yani Kıbrıs'la Yunanistan'ın birleşmesi ve İngiltere'den bağımsızlığını elde etmesi.
EOKA'nın içinde hem bir bağımsızlık mücadelesi var, hem de diğer taraftan Yunanistan'la birleşme. Bu, Akel'in de üzerine sürekli oynadığı bir şey. Hem EOKA'ya karşı, aynı zamanda EOKA'nın bir bölümüyle de, bir cephesiyle bağımsızlık mücadelesini temsil ettiği için.
ÖM: Zaten komünist partisi AKEL'in de Papadopulos'a kuvvetli destek verdiğini biliyoruz.
Aİ: Evet, beklenmedik bir destek vermişti, zaten o destek olmasa seçilemezdi.
ÖM: Zaten zayıf, küçük bir partiydi. Çok tuhaf politik durumlar var.
Aİ: Papadopulos bu törende 108 tane EOKA'cının ailesine onur madalyası verdiği tarih, EOKA'nın kuruluşunun 50. senesi oluyor aynı zamanda, bu tarih EOKA'nın kuruluşunun simgesel günü olduğu gibi diğer taraftan da, EOKA'nın Kıbrıslı Türklere karşı saldırısının da başlangıç tarihi.
Dolayısıyla burada onurlandırılan, şereflendirilen, Papadopulos'un tabiriyle, Kıbrıs devletinin bu kadar yıldan beri kenarda köşede bırakılmasından utanç duyması gerektiğini söylediği kişilerin yaptıkları eylemler, bağımsızlık mücadelesinin belki başlaması ama aynı zamanda Kıbrıs'ta cemaatler arası çatışmanın da başlamasının tarihi.
Bu olaylardan 6 ay sonra da Türkiye devletinin kışkırtmasıyla 6-7 Eylül olayları oldu Türkiye'de. Dolayısıyla EOKA'nın 50. yılında, gözyaşları içinde devletçe törenlerle kutlanması, Kıbrıs Türk tarafı için, 6-7 Eylül olaylarının kutlanmasına benziyor, buradaki Rumları düşünerek konuşursak.
ÖM: Aman dur şimdi...!
Aİ: Birilerinin aklına gelir de yapabilirler değil mi? Bir de Papadopulos bunu söylerken AKEL'ciler "madem EOKA'lıların ailelerini onurlandırıyoruz, EOKA'nın öldürdüğü ve vatan haini olarak ilan ettiği, AKEL militanlarını da iade edelim" demiş. Tabii EOKA ile AKEL arasında, çok ciddi bir çatışma, var.
ÖM: Ama AKEL şimdi destek veriyor.
Aİ: "Karşılıklı olarak birbirimizin şehitlerini tanıyalım" gibi bir laf ediyor sonuçta. "Bu bir kardeş kavgasıdır" mı demek istiyor pek anlayamadım ama biraz ona geliyor.
Papadopulos bu vesile ile bu törende şöyle bir laf ediyor, "hiçbir zorluk, hiçbir baskı ve hiçbir tehdit beni yeniden vatanın bugünü ve yarını için sabotaj teşkil edecek bir çözümün -Annan Planı'nı kastediyor- altına imza atmaya zorlayamaz. Kıbrıs'ın özgürlüğü için kendini feda edenlere -yani EOKA'cılara- hepimizin borcunun gerektirdiği şekilde halkla birlikte mücadele etmeye devam edeceğim."
Bu ürkütücü tabii, 1955 EOKA mücadelesinin aslında bugünkü mücadelenin bir başlangıcı, veya bugünkü mücadelenin, o günkü mücadelenin devamı olduğunu söyleyen çok aşırı milliyetçi ve gerçeğe de tekabül etmeyen, bir tarafıyla da AB'ye üye olmuş bir Kıbrıs söz konusu.
Taşra milliyetçiliğinin veya çevre milliyetçiliğinin, aşırı romantizmden bütün gerçeklik dünyasından koptukları söylenir, bunun biraz karikatürleşmiş bir örneği. Diğer taraftan ABD Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Laura Kennedy, Annan Planı çerçevesinde yeni bir girişim başlaması için, Rum tarafının tezlerini yazılı sunması gerektiğine işaret etmiş.
Papadopulos buna da şiddetle karşı çıkıyor, diğer taraftan Rum Dışişleri Bakanı da bunu reddediyor "önceden tezlerimizi yazılı ifade etmek, ondan sonra bu tezlerin donması ve hiçbir şekilde ilerlememesi anlamına gelir" diyor. Bu kısmen doğru ama diğer taraftan da aslında Rumların pek fazla tezlerini masaya getirmek istemediklerinin işareti.
Rum tarafı hâlâ şunda ısrarcı; "müzakereler AB çatısı altında yürütülsün" deniyor, biliyorsunuz Türk tarafı ve Türkiye buna şiddetle karşı, çünkü bu, Rum tarafının, hem taraf, hem de hakem pozisyonunda olması demek ister istemez.
ABD de bunun kabul edilmeyeceğini, müzakerelerde birinci rolün BM'e ait olması gerektiğini belirtmiş. Bu hem Kıbrıs Türkleri'nin, hem Türkiye'nin savunduğu bir tez. İki şey daha var, birincisi, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk devleti değil. Türkiye Cumhuriyeti Devleti AİHM''de Kutlu Adalı'nın eşine, yanılmıyorsam 95 bin Euro tazminat ödemeye mahkum edildi.
Bu mahkumiyet de ilginç bir karar, çünkü Türkiye Kutlu Adalı cinayetinde normalde taraf değil ama kararın nedeni Türkiye'nin dolaylı biçimde buradaki içişlerinden sorumlu olan güç olması, burada polisin ve bütün güvenlik güçlerinin dolaylı biçimde Türk ordusuna bağlı olması söz konusu, cinayetin araştırmasının, soruşturmasının yeterli ciddiyetle, yeterli derinlikte yapılmamasından dolayı Türkiye mahkum edildi.
Yani cinayetin sorumlusu olarak değil, cinayetin adli araştırmasının, hukuki araştırmasının yeterince yapılması ve üzerinin örtülmesine katkıda bulunması nedeniyle 75 bin Euro, mahkeme masrafı olarak da 25 bin Euro tazminat ödemeye mahkum edildi Kutlu Adalı'nın eşine Türkiye.
Kutlu Adalı, Yeni Düzen gazetesinde muhalif bir gazeteciydi. O zaman Denktaş'la ilgili yolsuzluk haberlerini, bombalama haberlerini yazan cesur bir gazeteciydi, çok eski bir gazeteciydi ve Denktaş'ın 1960'larda danışmanlığını yapmış birisiydi. Yani öyle dışarıdan birisi değildi. Kutlu Adalı'nın öldürülmesi Kıbrıs'ta bazı çevrelerin Denktaş'tan uzaklaşmasına katkıda bulunmuş bir olaydı.
Son olarak da, bu Taiwan modeli tartışması geldi biliyorsun gündeme, Abdullah Gül'ün AKP toplantısında bu modeli Türkiye'nin Kıbrıs'ta savunacağını dile getirdiğini gazeteler yazdı. Sonra Gül uçağa binerken "ben öyle şey söylemedim, tırnak içinde laflarla beni konuşturmasınlar" dedi.
Bunun ne dereceye kadar, oradaki bir milletvekilinin yakıştırması olduğunu bilemiyoruz ama fiilen Taiwan modelini biliyoruz. Yani Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ile fiilen onu uyguluyoruz, bir adım daha fazla veya az ama fiilen bunu uyguluyoruz, bundan daha fazlası uygulanabilir ama fiilen bunu uyguladığımızı kabul etmemiz lazım.
Çünkü Kıbrıs Rum Cumhuriyeti'ni tanımıyoruz ama Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ile ilgili bir protokolü imzalayacağız ve bunun getirdiği sonuçlar karşılıklı haklar olarak getirilirse eğer, orada Kıbrıslı Türklerin ciddi talepleri var.
Talat'ın söylediği çok önemli bir şey var, örneğin serbest ticaret konusunda; tamam limanlar Kıbrıs Rum gemilerine açılsın ama o zaman Kuzey Kıbrıs'taki mallar da serbest olarak Güney Kıbrıs'a girsin, bir kontenjan, bir sınırlama olmasın diye haklı olarak bir talebi var. Bu bir karşılıklı pazarlık mevzusu.
Son olarak bir bilgi vereyim, bir toplantı düzenliyoruz İletişim Yayınları'nın konferans salonunda, 13 Nisan 2005 Çarşamba günü saat 18.00'de. Kıbrıs konusunda araştırmaları ile tanıdığımız Niyazi Kızılyürek'in yeni bir kitabı yayımlanacak önümüzdeki günlerde; "Doğmamış Bir Devletin Tarihi, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti", Niyazi Kızılyürek bu vesile ile bu toplantıda hem kitabını, hem de Kıbrıs'la ilgili son durumu değerlendirecek. (ÖM/BA)