Kısa adı "HAYAD" olan "Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği"nın yine bir kısım kamu oyunun tanıdığı bir başkanı var: Leyla Ezgi
Ölümle sonuçlanınca
Leyla Ezgi gazetecilik eğitimi almış bir kadın. Ama uzun yıllar bir özel bankada çalışmış ve buradan emekli.
Ezgi yakın çevresindeki insanların karşılaştığı bazı olaylar nedeniyle sürekli olarak "tıp mağduru" olmuş bir kişi.
Son mağduriyeti de 1996'da başından geçen bir dizi olay sonunda kaybettiği eşinden dolayı başına gelmiş. Basit bir mide hastalığının tedavisi amacıyla başlayan bir süreç ölümle sonuçlanmış.
Eşinin ölümü ve bu süreçte yaşadıkları, eşini toprağa verdikten sonra "başkalarının başına böyle şeyler gelmesin, bunun için bir şeyler yapmalıyım" düşüncesinin doğmasına yol açmış. Bir anlamda onu yaşama bağlayan bir güç olmuş.
Bu dönüşüm onun yaşamına egemen olmuş. Bir "Hak arama" mücadelesinin bayraktarlığını yapmaya kadar ulaştırmış onu.
Bugün yukarıda adı geçen derneğin varlığını ve etkinliklerini sürdürmesinin itici güçlerinden birisi de Leyla Ezgi.
Hukuktan da mağdur
Ezgi yalnız tıp mağduru değil. Aynı zamanda da hukuk mağduru.
Yedi yıldır hakkını aramak için sürdürdüğü hukuksal mücadelede de bir çok mağduriyetler yaşamış. Örneğin iki yıl önce çıkan "cezaların ertelenmesine dair kanun" yani "Af yasası" nedeniyle de mağdur olmuş.
Çünkü eşinin ölümünden sorumlu olan hekim, hekimlerin mesleki etkinliklerini izlemekle görevli tabip odası tarafından, eşinin ölümüne yol açan olayda sorumlu sayılıp cezalandırıldığı halde, başka bir deyişle kusurlu olduğu açıkça saptandığı halde, söz konusu aftan yararlanıp "adalet"in elinden kurtulmuş.
Leyla Ezgi bu duruma karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde TC Devleti ile de davalı. Dilekçesini kabul eden AIHM henüz dava aşamasına gelmese de Ezgi'nın adil yargılanma hakkını kullanamaması konusunda onu haklı bulmuş ve başvurusunu kabul etmiş.
Eğer dava sonuçlanırsa başka örneklerde olduğu gibi muhtemelen devlet bu durumdan sorumlu sayılacak. Başka bir deyişle bizler, yani bu ülkenin vatandaşlarının devlete ödediğimiz vergilerin bir bölümü tazminat olarak Leyla Ezgi'ye ödenecek.
Can bedeli 30 milyar
Her duruşma gününde eşinin yaşadıklarıyla yeniden yüz yüze gelen Leyla Ezgi'nin mağduriyetinin giderilmesi amacıyla açtığı tazminat talebiyle açtığı hukuk davası da geçtiğimiz günlerde sonuçlandı.
Yargı bu ölümün tıbbi ihmalden kaynaklandığına hükmetti ve tazminat bedeli olarak yaklaşık 30 milyar TL'lik bir değer biçti.
Yani bu ülkede birisinin yaşamına mal olabilecek bir tıbbi hatanın tazminini mümkün kılan para bu kadar. Tazminat hukukuyla ilgili bazı sorunlar bir yana yaşamın somut gerçeği bu: Yani ederimiz, yani "Can bedeli"miz bu kadar!.
"Benimkine bu kadar değer biçmiyorlar" diyenleriniz olabilir. Bunu da kabul ediyorum. Ama söylediğim üst sınırın bu olduğu yönünde.
Irak'taki can ucuzluğu
Şu sıralarda yazılı ve görüntülü medyada bol miktarda özel otomobil reklamı yer alıyor. Bunların arasında orta ya da düşük bedelli otomobillerin fiyatları da bu kadar. Demem o ki; bir canın bedeli bir arabanın fiyatından daha ucuz.
Bu durumu fark edince yaşadıklarımızın bir "değer erozyonu" ya da "değer yitimi" olmaktan çoktan çıktığını ortaya koyuyor. Anlaşılan o ki; insanlığın ve insanın değeri düşmemiş, sıfırlanmış durumda.
Bizden çok ırak olmayan Irak'ta insanın canının ucuzluğu da bundan kaynaklanıyor aslında. Oraya asker gönderilmesinden, savaşmaktan yana olanlar da aslında bu gerçeği fark etmiş olanlar. Yani tam da bu nedenle, yani insanın can bedeli bu kadar ucuz olduğu için oraya asker gönderilmesinden yana oldular bazıları.
Ülkemizde bu gerçeği "Bir koyup üç almak" sözüyle ifade eden ve insan canını basitçe bir maddi alış veriş olarak değerlendiren çevreler olduğu için bu kararlar alınabildi.
İşte bizler bunu yeterince anlayamadık, ya da daha doğru bir deyişle ifade edemedik belki de.
Salt tüketim maddesi!
İşte bu iki somut olay bence içinde kocaman bir resmin yer aldığı yap-boz oyununun kilit iki parçasını oluşturuyor. Bu iki parça doğru yerlere koyulduğunda yap-bozdaki resmin bütünü net olarak görülebiliyor.
Bu resimde, içinde yaşayan insanlarıyla bu ülke var. Ve bu ülkenin bugününe ve geleceğine damgasını vuran her türlü yasa, uygulama ve bunların kaynaklandığı politika bu resmin içeriğini anlamamıza yol açıyor:
Bu resimde yer alan insanlar artık "insan" değil. Orada yer alan "insan"lar artık kul, köle bile değil. Ucuz, kelepir, hatta tapon bir "mal" adeta. Salt bir tüketim "nesnesi" olarak gösterilen, canlı olup olmadığının bile önemi olmayan yaratık sadece.
Resmi böyle anlayınca; "sağlıkta dönüşüm projesi"nin unsurlarını kavramak daha bir kolaylaşıyor. Kamu yönetimi yasasının, özelleştirme yasalarının, "Avrupa Birliği'ne (AB) uyum yasaları" diye adlandırılan ekonomik düzenlemeler daha anlaşılır hale geliyor.
Eğer herhangi bir değeri başka türlü tarif ederseniz, eski değer üzerinden tarif edilmiş olan her şey farklılaşır; başka anlamlar ifade eder. Bu kapitalizmin temel bir kanunu. O zaman; daha önce adı bile edilemeyecek bazı düzenlemeler çok daha kolay yapılabilir hale gelir.
Çünkü daha önce değerli olan, değersizleşir. Böyle olunca her şeyi çok kolay kabul ettirebilirsiniz. Çünkü artık tartışılan "pazarlığın" bir unsuru haline gelmiştir.
"Can bedeli"nin anlamı
Şimdi bir de şöyle düşünelim:
Örneğin Leyla Ezgi'nin eşinin yaşadıkları hiç dilemeyiz ama Sayın Başbakanın, Maliye Bakanı'nın, Sağlık Bakanı'nın başına gelmiş olsaydı, bu hatanın karşılığı olan tazminat da bu kadar olacaktı.
Daha iyi anlatabilmek için başka bir biçimde anlatalım isterseniz: "Can bedeli" 30 milyar TL olan bir başbakanımız var.
"Can bedeli" 30 milyar TL eden Bir Maliye Bakanımız var.
Yine "Can bedeli" 30 milyar olan bir Sağlık Bakanımız var.
Daha doğrudan söyleyeyim: Benim "Can bedelim" bu ülkenin yasalarına ve kabul ettiği değerler sistemine göre böyle bir durumda 30 Milyar TL.
Ey okurlar sizlerin "Can bedeli"niz eğer böyle bir durum yaşarsanız en çok 30 milyar TL.
Yani bir araba parasından ucuzuz.
Bu satırları yazarken ya da okurken kullandığımız bilgisayarlardan otuz tanesi yan yana koyulduğunda, işte cürümümüz bu kadar ediyor.
Şimdi soruyorum size: Kabul ediyor musunuz?
"Hayır" değil mi?
Ben de kendi adıma kabul etmiyorum.
Sizlerin de etmeyeceğinizi biliyorum.
Ama hukuk böyle diyor.
Sizce bu hukukta mı bir yanlışlık var, yoksa hukuk yeni değerleri görünür kılan bir "turnusol" kağıdı mı? Ne dersiniz?
Sizler ne dersiniz; Sayın Başbakan, Sayın Maliye Bakanı, Sayın Sağlık Bakanı?
114 katrilyonluk bütçenin ancak 4 küsur katrilyonunu sağlığa ayırmaya karar verirken aslında söylemek istediğiniz bu muydu acaba?
Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi'nin verdiği bu karar yoksa sizin yaptığınızı bizim anlayacağımız dile mi çevirmek anlamına mı geliyor yoksa?
Acaba bunlara verecek bir yanıtınız var mı? Ya da "içinde yaşadığımız bu durum 'insan'a ve onun varlığına aykırıdır, gelin elbirliğiyle bunu değiştirelim" demeye gücünüz var mı?
Herkese barış, mutluluk, sağlık ve başarı dolu bir 2004 diliyorum. Ona kavuşmak bu koşullar da çok olsa bile... (MS/NM)