Çeşitli mecralarda yayımlanan yazıları ve öykülerinden sonra Anıl Mert Özsoy’un ilk matbu eseri geçtiğimiz günlerde Doğan Kitap etiketiyle okurlara ulaştı.
“Korku Yokuş Aşağıydı”da Özsoy, öykü karakterlerinin bedenlerindeki yokuşların, sokaktaki yokuşlardan daha az yorucu olmadığını hissettiriyor yazdıklarıyla. Kullandığı kıvrak dille balkonlardan sokağa taşan, eve dönemeyen, meydanlarda, hastanelerde karşılaşacağımız karakterlere okurken yoldaşlık etme sorumluluğu hissettiren Anıl Mert Özsoy tesirli üslubuyla şimdiden sonraki kitapları için merak uyandırıyor.
Anıl Mert Özsoy ile son kitabı ve öyküleri üzerine konuştuk.
"Ev uzayıp giden bir yokuş"
“Ev” sizin için ne ifade ediyor?
Ev, uzayıp giden bir yol benim için, bir yokuş. Ahmet Erhan’dan el alarak söylemek gerekirse eve geç gelen adamların hüznü diyebilirim. Çok uzağımda olan bir imge, flu, karanlık, gece...
Kitabınız “Eve Dönemeyenlere…” diye karşılıyor okuru. Neden “Eve dönemeyenler”?
Öyküleri yazdığım vakitlerde birçok ev değiştirdim. Kapısını açtığım her evde başka bir evren yarattım kendime. Bir süre sonra ait olamama halinin evlerden, şehirlerden ayrıksı bir durum olduğunu anladım. Bu durum yazdıklarımda da kendini gösterdi.
Başımı kaldırıp etrafıma baktıkça bu durumu yaşayan tek insan olmadığımı gördüm. Yaşadığımız coğrafya evine dönmek isteyenlerle dolup taşıyor. Bir de evinden zorla alınıp götürülenlerle… Derdini anlatmaya çalıştığım karakterlerin de ortak noktası bu duyguydu. O yüzden kitabın bir sahibi olacaksa bunun eve dönemeyenler olmasını istedim. Eve dönebilmeleri umuduyla.
Buzdolabı ve Mütevazı Mektuplar, Şahmeranın Kanı Aktığında ve Bodrum Kat. Birbirinin devamı olan bu üç öykü yakın gelecekteki bir romandan mı haberdar ediyor okuru?
Birbirinin devamı öyküler olmasında gözettiğim durum bir mevzuya birkaç açıdan bakma isteğiydi. Tek bir karakterin hikâyesini anlatmak haksızlık olacak gibiydi. Bu noktadan yola çıkarak yolda birbirini görüp selam vermekten kaçan insanları zorla birbirinin gözünün içine bakmaya zorladım.
Açıkçası kafamın içinde dolaşan, kendi kendine bilenen bir hikâye var ama bu bir romana dönüşür mü, bilemiyorum. Öncelikle öykü okumaktan büyük keyif alan biriyim. Yola birlikte düştük, bir süre daha birlikte düşmeye devam edeceğiz gibi görünüyor.
"Eve döneceksem o evin Ankara'da olduğunu biliyorum"
Kitapta “Ankara atmosferi” ve “beyaz gömlek” sık sık gösteriyor kendini…
Ankara’nın hayatımda kişisel bir önemi var. Ailemin ilk evi Ankara. Bir gün bir eve dönmek gerekecekse o evin Ankara’da olduğunu biliyorum.
Beyaz gömlek meselesine gelecek olursak, tamamıyla iç sesimin yansıması diyebilirim. Toplumun dayattığı normlarda ekonomist olmam gerekirken gazeteci oldum. İnsan, bazı zamanlar reddettiği duruma özlem duyuyor ve bunu önce kendinden sonra çevresinden saklıyor. Öykülerdeki beyaz gömlek imgesi de benim sayıklamalarımdır diyebilirim.
Anıl Mert Özsoy hakkında1992 yılında Fethiye'de doğdu. Öyküleri ve kritik yazıları muhtelif mecralarda yayımlandı. Özgür Akkaya ile birlikte Bodrum Kat adlı dergiyi hazırladı. Korku Yokuş Aşağıydı ilk kitabı. |
Sokağı anlatıyor öyküleriniz… ‘Yokuş’ları bir çocuğun, trans ve eşcinsel bireyin ya da bir erkek karakterin bedeninde görebiliyoruz…
İyi ve güzel şeylerin anlatıldığı birçok metin var. Bir de toplumun bile isteye görmezden geldiği durumlar… Haddim olmayarak o görünmeyeni göstermeye çalıştım. İnsan yazarken vicdanına takılıyor. Ayağına dolanıyor vicdanı. Yürütmüyor, nefes aldırmıyor. Bir yumru gibi boğazına oturuyor. Bu durumların hepsinden kurtulduysam sokağın sayesindedir.
“Asya’nın Derdi” isimli öykünüzde bir mobese kamerasından okura ulaşıyorsunuz…
Tüm hayatımızın izlendiği, sağımızın, solumuzun, önümüzün, arkamızın erk tarafından denetlendiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Bilinçaltımıza işlenmiş bir nakış gibi gözetlenmek… Özgürlüğümüze sorgusuz sualsiz ortak olunması alışıldık bir durum oldu.
Bunun yansıması olarak bir mobese kamerasını öykülerime ortak etmeye çalıştım diyebilirim.
"Baba bir evin yüklemidir"
“Fiko’nun Gömleği” isimli öykü de “İnsan, annesinden delirse bile korkmazdı.” diyorsunuz. Annelerden korkulmaz mı hiç?
Bir evlat olarak çok güçlü bir anneyle büyüdüm. Onun hayata tutunmak için verdiği mücadele her daim zihnimin bir yerinde kendini var etti. Öyküdeki karakterin yaşadığı durumda ise işler tam tersi şeklinde oluyor. Evlat, eş ve devrim arasında kalmış bir anne deliriyor ve o an anneden korkmamak gerekiyor.
“Buzdolabı ve Mütevazı Mektuplar”da “Babanı özleyince sen de buraya gelecektin” sözü geçiyor. Evlatların eve dön(me)me sebepleri çoğu zaman babalar mıdır?
Bir evin yüklemidir baba. O olmazsa anlatılan çoğu şey eksik kalıyor. O eksiklik kimi zaman upuzun bir yol, kimi zaman eve dönemeyen bir evlat oluyor…
Baba- evlat çatışması yüzyıllardır edebiyatta işlenen bir konu... Kişisel olarak beni de fazlasıyla etkilemiş bir durum oldu bu.
"Çocukları düşünerek yazmanın coşkusu çok kuvvetli"
Kitabınız bölümlere ayrılıyor. Bölüm başlıklarına baktığımızda kitabın özet cümlesi diyebilir miyiz?
Metinle buluştuğum yüklemler, şehirler, anlar demek daha doğru olur.
Çocuk edebiyatıyla da ilgilendiğinizi biliyorum. Yakın gelecekte paylaşacağınız bir kitap haberi var mı?
Çocukları düşünerek yazmanın coşkusu çok kuvvetli.
Üzerinde çalıştığım iki öykü var.
Metinlerin demlenmeleri, kendi çatlaklarını doldurmaları uzun vakit alacaktır. (AÖİ/EA)