Baht Tiyatrosu, seyircilere derin ve etkileyici bir içsel deneyim sunan "Ermişler ya da Günahkârlar" adlı oyunuyla sahne alıyor. Daha önce Haluk Bilginer’den izlediğimiz bu oyun yepyeni bir anlayışla sahnede.
Oyun sahnesinde, Cemre Melis Çınar, Burak Demir ve Aziz Çoban, izleyicilere unutulmaz bir performans sunuyor. Sahnedeki enerjileri ve yetenekleriyle, seyircileri büyüleyen bu üç yetenekli sanatçı, oyunun atmosferine benzersiz bir dokunuş katıyor.
Oyun, polisiye roman yazarının tarihin en büyük seri katillerinden biri olan Easterman’i konu edinerek başlıyor. Romancının, bu katille görüşmek amacıyla akıl hastanesini ziyaret etmesiyle sürprizli bir sona doğru olaylar gelişiyor.
Oyun salonuna adım attığınızda sağ ve sol taraftaki görevliler, seyircilere farklı simgelerle yaklaşıyor. Sol taraftakiler bileğe ermiş, sağ taraftakiler günahkâr kaşesi basıyor. Bu ayrım, herkesin içinde var olan iyilik ve kötülüğü vurgulayarak seyirciyi kendi içsel çatışmalarına yüzleşmeye çağırıyor. Oyun, toplumun gerçeklerine ayna tutarak, seyirciyi düşünmeye, sorgulamaya ve değişime açık olmaya teşvik ediyor. "Ermişler ya da Günahkârlar", sadece bir tiyatro oyunu değil, aynı zamanda insanın kendi varoluşsal sorularına cevap aradığı bir felsefi deneyim sunuyor.
Şimdi, oyuncularla yapılan bir röportajda, oyunun hazırlık süreci, içsel çatışmalar ve toplumsal sorunlara duyarlılık üzerine derinlemesine konulara odaklanacağız.
Yeniden sahnelenen bir klasik
Burak Bey, Haluk Bilginer’in de oynadığı bir rolü oynuyorsunuz. Bu sizin için bir meydan okuma mı?
Burak Demir: İlk olarak 2002'de Haluk Bilginer, Şenay Gürler, Bülent Emin Yarar ve Işıl Kasapoğlu'nun yönetiminde sahnelenmiş. Bu oyunu kabul etmemdeki ilk nokta Haluk Bilginer oldu. Ben oyunu yıllar önce Haluk Bilginer'in oynadığı bir versiyonunda izledim ve o dönemde ben de aynı yaştaydım. Benim aktörlük egom bu zorluğa göğüs germemi sağladı. Bilginer oynadıysa, ben de oynayabilirim dedim.
Oyuna hazırlık sürecinde gözlem yaptınız mı? Oyunda çok yaratıcı unsurlar var ve nasıl ortaya çıktı?
Burak Demir: 45 yaşındayım ve 27 yıldır bu işi yapıyorum. Elbette her oyun için sıfırdan hazırlanmak mümkün değil, ancak deneyimlerimizden ve okuduklarımızdan bir şeyler taşıyoruz. Bu işte en önemli şey, partnerle birlikte daha fazlasını ortaya koymak. Fikirlerimizin birbirine entegre olması önemli. Picasso'nun dediği gibi, bazı şeyler hissiyatla belirlenir.
Cemre Melis Çınar: Burak prova sürecinde sürekli olarak karakterle çalışıyor, her gün yeni fikirlerle geliyor ve denemekten çekinmiyor. Bu, bir aktörde bulunması gereken değerli bir özellik.
"İzleyenleri derin düşünceye sürüklüyor"
Bu oyunu hiç izlemeyen birine nasıl tarif edebilirsiniz?
Cemre Melis Çınar: Bu bir vahşet tiyatrosu. Türkiye'de pek örneği olmasa da dünyada birçok örneği bulunan bir tür. Metni okuduğumda, bu ülkede her gün kadınlar öldürülüyor ve bu cinayet haberleri kolayca göz ardı edilebiliyor. Kanıksamışız. Ve bunu sahnede izlemek, insanların farklı bir perspektife sahip olmalarına yardımcı olabilir diye düşündüm.
Evet, bu bir vahşet ve bir noktadan sonra sinir bozuluyor ve yüzleşiyorsun. Bu benim için bir tür yüzleşme halidir. İnsanlar, Eastermen'in yerine kendilerini koyabilir, doktor ya da hemşirenin yerine geçebilirler. Bence bu, bir anlamda günahkâr mıyız, ermiş miyiz sorusuna cevap bulmamıza yardımcı oluyor. Acaba günahkâr dediklerimiz o kadar günahkâr mı, yoksa biz mi onları bu hale getiriyoruz? En azından seyircinin kendiyle yüzleşebileceği bir oyun. Ben böyle açıklardım.
Peki siz bu süreçte kendinizle yüzleştiniz mi?
Cemre Melis Çınar: Evet, içimizde hem günahkâr hem de ermiş olan yanlar var ve bunları nefsi terbiyeyle dengelemek önemli. İnsanların farklı koşullarda değişebileceğine inanıyorum. Ben insanların her koşulda farklı parametrelerle değişebileceğini düşünüyorum. Antonin Artaud, vahşet tiyatrosunun kurucusu, insanın doğuştan kötücül olduğunu söyler ve onu medeniyet adı altında ehlileştirmeye çalıştığımızı belirtir. Aslında içimizdeki şiddet hepsi var. Gerekçemiz doğru olduğunda, her türlü şeyi yapabiliriz. Bütün mesele gerekçe. Eastermen, toplum tarafından dışlanmış bir çocuk ve kendi gibi olan herkesi öldürmeye başlıyor. Soğukkanlı ama çok basit bir denklem.
Burak Demir: Bazen öyleyiz bazen böyle. Bu etrafımızda olanlarla, hayat koşullarıyla değişiyor. Mesela birinci evliliğimde bir günahkardım. Ya da ermiş gibi görünen bir günahkardım ama şimdi öyle değilim. O yüzden oyuna girmeden sağ ve solda kaşeyi bastıklarında ikisi de aynı.
"Erkek şiddetine dikkat çeken bir katarsis"
Oyun kadın cinayetlerine atıfta bulunuyor, değil mi?
Cemre Melis Çınar: Evet, ben feminist bir bakış açısına sahibim ve her gün dünyanın bir yerinde kadınlar öldürülüyor. Bu sahnede nasıl işler diye düşündüm. Bireysel olarak kınamak yeterli değil, psikolojik bir önlem almadan sadece içeri alarak hatta almayarak göz altında tutmak işe yaramıyor. Laf atmanın bir kadına dokunmanın meşru sayıldığı bir yerde yaşıyoruz ve ensemizde bir elle yaşıyoruz bir nevi. Bunu sahnede oynamak benim için bir katarsis.
Çünkü günün sonunda ben o toplumda yaşıyorum, ben de o toplu taşımayı kullanıyorum ve ben de o tacize maruz kalıyorum. Ve sahnede bunu oynamak sadece bir kişinin bile "evet, böyle insanlar öldürülüyor ve bunu yapabiliyorlar ve ben bunu yapan insana sempati duyabiliyorum" diye bir saniye bile düşünmesi aslında bir bakış açısı sağlıyor.
Tiyatronun asıl amaçlarından biri de bakış açısı sağlamak. Bu işe gönlünü vermiş, dünyanın farkında olan insanlara çalışmak beni mutlu ediyor. Gerçekten empati sahibi biri sokakta birinin hayatını kurtarabilir.
(MFK/EMK)