Galtung, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği'nin (MAZLUMDER) İstanbul Şubesi'nde bir konuşma yaptı ve insan haklarına yeni bir bakış açısıyla yaklaşılması gerektiğini, insan haklarının yeni yollara ihtiyaç duyduğunu söyledi.
Geçen yıl son oturumu İstanbul'da gerçekleştirilen Irak Dünya Mahkemesi'nin iddia heyetinde de yer alan Galtung, görüntü ve ses kaydına izin vermediği konuşmasında, insan haklarının evrenselleşmesine ve kolektifleşmesine ihtiyaç olduğunu söyledi.
Refahı toplumun tabanına indirmek
Galtung, insan haklarının küreselleşmeden söz ederken, sermayenin küreselleşmesinin sonuçlarına değindi; küreselleşmenin en zenginlerin elinde biriktirdiği refahın toplumun tabanına yeniden yönlendirilmesi gerektiğini söyledi.
1993'te ABD'li akademisyenlerin küreselleşmeyi, "borsalara sınırsız erişim" olarak tanımladıklarına değinen Galtung, temel sorunun "kapitalizmin inanılmaz miktarda likiditeyi tepede tutması" olduğunu, "sermayenin aşağıdan yukarıya aktarıldığını" söyledi.
"Dünya tek bir pazar haline geldiğinde, sermaye en zengin ülkelerde birikir. Yoksul ülkelerde işsizlik artar" diyen Galtung, Tayland, Güney Kore ve Meksika'nın bu durumdan ilk olarak ve çok acı çekerek etkilendiğini anlattı; "Uluslararası finans spekülatörü George Soros'un yaptığı da budur. Bir ülkenin ekonomisine bir anda bir milyar dolar enjekte ederseniz, o ülkeyi kararsız hale getirirsiniz" dedi.
Galtung, küreselleşmenin mallar, hizmetler ve sermaye karşısında sınırları kaldırırken emek için bunu yapmadığına da dikkat çekti.
Askeri küreselleşmeninse eskiden beri zaten varolduğunu anımsatan Galtung, ABD'nin askeri müdahalelerini örnek verdi.
"ABD, bugüne kadar 240 askeri müdahale gerçekleştirdi. 70'i 2. Dünya Savaşı'ndan sonra oldu."
Sınırların olmadığı bir dünyada temel insan hakları
Galtung, insan haklarının genel yapılanmasının hak sahipleri (yurttaşlar), ödev sahipleri (devletler) ve hak üreticileri (Birleşmiş Milletler Genel Kurulu) şeklinde olduğunu, bunun değişmesi gerektiğini söyledi.
Ödev sahibi olarak ulus devletin daha az önemli olacağını öngören Galtung, bölgelerin daha önemli olacağını, insan haklarının mevcut bireyci karakterinin kolektivist bir karaktere bürünmesi gerektiğine değindi.
Galtung, halihazırda, dünyada birçok bölgesel insan hakları bildirgelerinin varlığına da dikkat çekti.
Haklarla birlikte, onların doğurduğu ödevlerin de tartışılması gerektiğini söyleyen Galtung, dört temel insan hakkını ve ödevlerini şöyle tanımladı:
1. Yaşama hakkı: "Yaşama hakkı, bebek olarak başlayıp büyümüş bir bebek olarak sona erdirdiğimiz yaşam eğrisinin kesintiye uğramamasıdır. Bu eğrinin yoksullukla, sefaletle ve şiddetle kesilmemesidir. Şiddet, doğrudan şiddet olabilir; bir mermi veya trafik kazası gibi. Bir de yapısal şiddet var. İşte bu, refahın aşağıdan yukarıya doğru aktarılmasıdır."
Yaşama hakkı ödevi: "Bunun iki ayağı var. İlki arabuluculuk. Yani, bir uzlaşmazlıkta, çatışmada, tarafların önerdiği her şeyden daha iyi bir çözüm bulmak için gereken her şeyi yapmak. Diğeri de uzlaşma/uzlaştırma. Bunun için de, geçmişi siyasi gündemden çıkarıp geleceğe birlikte yürümek."
2. Sağlıklı yaşama hakkı: "Beslenme, barınma, eğitim, uyku, kanalizasyon, cinsellik, üreme... Sağlıklı yaşama hakkının alt başlıklarının hepsini, insan bedeninden türetebilirsiniz. Dünyada milyonlarca insan, açlıktan ve önlenebilir hastalıklardan ölüyor. Nedeni, gıda için de ilaç için de paralarının olmaması. Bu bir insanlık suçudur."
Sağlıklı yaşama hakkı ödevi: "Kaynakları herkes için, bütün insanlar için mümkün, elverişli kılmak."
3. Özgürlük hakkı: "50'yi aşkın ülkede yaptığımız çalışmalarda, insanlar özgürlüğün 'seçme özgürlüğü' olduğunu söylediler. Ama bu seçimin neyle ilgili olduğu önemli. İnsanlar, işlerini ve nasıl çalışacaklarını, nerede ve nasıl yaşayacaklarını ve eşlerini seçmenin özgürlük olduğunu söyledi bize. Oysa Batı kültürü bu seçme özgürlüğünü hangi siyasi partiye oy vereceğini ve neyi nereden tüketeceğini seçme özgürlüğü olarak tanımlıyor."
Özgürlük hakkı ödevi: "Ödev çok açık. Hakkı oluşturan seçimleri sağlamak. Bu da ancak yurttaşların siyasi süreçlere katılımıyla olur. Siyasi süreçten kastım da, evrensel insan haklarını öne çıkaracak, destekleyecek siyasi süreçler. Yurttaşlar, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu seçimlerine katılabilmeli."
4. Kimlik hakkı: "Kimlik, anlamlı olmak demektir. Anlamın temel kaynağı da kültürdür. Antropologlar kültürlerin sürdürülmesiyle ilgili deyimlere işaret eder. Biz buna deyim hakkı da diyebiliriz."
Kimlik hakkı ödevi: "Bu, diyalog kurma ödevidir. Diyaloğa girmeye hazır olmak demektir. Göçmenler sorununu düşünelim. Göçmenlerin, ev sahibi ülkenin diline en azından sözel hakimiyeti olmalı, yasalarını öğrenmeli. Evsahibi ülkenin görevi de saygı duymak ve merak etmek olmalı. Bunlar olmadan diyalog kuramazsınız. Diyalogla ilgili bir başka önemli nokta da şu: Diyaloğu yalnızca olumsuzlukların üzerine kurmamalısınız."
İnsan haklarında 'biz kültürü' ve Asya değerleri
Batı merkezli insan haklarının bireyci olduğuna dikkat çeken Galtung, "Batı 'ben kültürü'nü dayatıyor" dedi.
"Bizim, 'ben kültürü'nü, 'biz kültürü'yle birleştirmemiz gerek. Bu da, insan haklarına kolektif değerleri eklemekle, kolektif hakların alanını genişletmekle olur. Kolektivist bir demokrasi olabilir mi, sorusunun yanıtını aramak gerek. Mevcut siyasi süreçlerdeki 'çoğunluk yapısı', toplumdaki organik yapının, dayanışmanın bağlarını kırıyor."
Galtung, bunun için insan haklarına Asya değerlerini katmayı önerdi.
"Batı kültürü, kolektivizm denince Stalinizm'i anlıyor. Oysa, 'kolektif, Asyalı bir insan haklarından söz ettiğimizde şunlar gündeme gelebilir:
* Bir köyün yaşama hakkı
* El sanatlarının yaşama hakkı
* Büyük ailelerin, klanların tüzel kişilik hakkı
Bunlar Batı'nın modernite kavramının dışında kalıyor. Bu nedenle, Singapur veya Somali Batı'da tamamen yanlış anlaşılıyor. Bize 'Medeniyetler Çatışması' diye sunulan şey, aslında son 500 yıldır Batı'yla Batı'nın çatışmasıdır." (TK/KÖ)