Bazen bu seremoni sırasında birkaç delibozuk ortaya çıkar, yen içinde kalmasına özen gösterilen bu sıkıntılardan birini dile getirir. Belki dile getirdiği sıkıntıyı kendine göre abartır. O ahenkli ortamda ayrı telden çalmayınca sesini duyuramayacağını bildiği için üçü beş yapar. Kasabadan sesler korosunun üyeleri bu aykırı sese öfkeli bakışlar atar, göz kaş oynatır ve bir biçimde onu apar topar uzaklaştırırlar. Misafirler de çoğunlukla bu aykırılığı görmemiş, duymamış gibi yapar. Bazen ziyaretçinin niyeti farklı bir ses duymak ya da karşı tarafı sıkıştırmaktır. O aykırı sesin geldiği yöne gider ve yen içinde kalandan iyi kötü haberi olur. Olanı biteni tam öğrenemez ama kasabadan sesler korosunun dile getirdiklerinden başka bir şeylerin olup bittiğinden haberdar olur. Gerisi onun basiretine ve sorumluluğuna kalmıştır. İlgileniyorsa doğru dürüst bilgilenmek, bu bilgiler çerçevesinde fikir sahibi olmak, bu farklı sesi tek doğru ses olarak değerlendirmek veya, tam tersine, bu sesi hiç duymamış gibi yapmak o kişinin, o kurumun sorumluluğundadır.
Türkiye'de işkence
Son günlerde insan hakları örgütlerinin AB temsilcilerine Türkiye'de işkence ve kötü muamelelerin devam ettiğini dile getirmelerine tepkiyle yükselen sesler, hele demokrat veya liberal cenahtan gelince, bana görücüye çıkmış kasaba eşrafı tavrını biraz hatırlattı. Toplum olarak AB'ye giriş için yeşil ışık almaya kitlendiğimiz ve bu hedef etrafında kenetlenmemizin gerektiği bir dönemde, "kötü niyetli" AB'lilerin engelleme emellerine malzeme yapabilecekleri şeyleri onlara vermenin sorumsuzluk olduğunu dile getiren akil insanların sesi ortalığı kaplayıverdi. İş kaş göz işaretini aşıp, ilçenin il yapılmasına çomak sokan kasabalıların teşhir edilmesi seansına dönüştü. Cemaat güdüsünü üzerinden atmak kolay değil. Eşraf olma alışkanlığını terk etmek de.
İnsan hakları örgütlerinin görevi bir ülkenin genel siyasetine yön vermek, bu genel siyaset üzerinden siyaset yapmak değildir. Bulundukları toplumda insan hakları ihlallerinin en son örneği ortadan kalkana kadar mücadele etmektir. Bu mücadeleyi başka bir siyasetin, başka bir amacın aracı haline dönüştürdüklerinde bu örgütler amaçlarından saparlar. Aslî varoluş nedenlerine ters düşen yollara bile sürüklenirler. Bazı ülkelerde insan hakları örgütlerinin yarı resmî konumu, o ülkelerdeki insan hakları mücadelesi karşısı önemli bir engeldir.
Aynı şekilde, bir siyasal partinin, bir siyasal hareketin, dar bir kadro hareketinin, etnik, dinî veya bölgeselci bir hassasiyetin ağır bastığı bir insan hakları örgütü, insan hakları mücadelesine hizmet etme vasfını kaybeder. Yegane hareket ve değerlendirme kıstasının insan hakkı ihlalleriyle mücadele etmek olmaktan çıkması, başka mülahazaların devreye girmesi insan haklarının hiçbir yerde çiğnenmemesi mücadelesini ister istemez aksatır. Türkiye'de İnsan Hakları Derneği'nin zaman zaman bu tür savrulmalara maruz kaldığını biliyoruz. İnsan Hakları Vakfı'nın biraz da bu nedenle kurulduğunu da. Örgüt siyasetine tabi insan hakları örgütlenmesi Türkiye'de insan hakları mücadelesinin sırtında taşıdığı bir kambur oldu. Bugün de, bazı insan hakları militanlarının insan hakları mücadelesini bir türev faaliyet olarak görmeye devam etmesinin sıkıntısını zaman zaman yaşıyoruz.
Bugün Türkiye'de hiçbir samimi insan hakkı savunucusu ve militanı insan hakları konusunda son yıllarda büyük kazanımlar yaşandığını inkâr etmiyor. Zannediyorum edemez de. Bunların kalıcı ve yaygın kazanımlar olması için her seviyede girişimlerde bulunmaya devam ediyorlar. Buna karşılık, bugün Türkiye insan hakları ihlallerinin olmadığı veya artık bütünüyle münferit bir vaka haline geldiği bir ülke oldu da demiyorlar. Haklılar. Dışarıdan gelen gözlemcilere önemli eksiklerin devam ettiğini ifade etmeleri onların görevi. Bunu yapmadıkları zaman, faaliyetlerini örneğin Türkiye'nin AB'ye girme politikasının bir türevi haline getirdikleri zaman, yarı resmi bir örgüt haline dönüşüp davalarına ihanet etmiş olurlar. Türkiye'nin AB üyeliği eğer bir kabuk değiştirme anlamına geliyorsa, bu değişim kasaba cemaatçiliği alışkanlıklarını da, en azından bu seviyede, bırakmayı gerektirir.
Tunceli'de olanlar
Örneğin önümüzdeki günlerde İstanbul'da Avrupa Parlamentosu Yeşiller grubunun toplantılarında Türkiyeli Yeşiller, Tunceli'de olanları, Tunceli valiliğinin tasarruflarını aktarmamalı mıdır?
Denecektir ki, bu eksikleri, kusurları dile getirsinler ama nereden nereye geldiğimizin de hakkını versinler, eksikleri abartmasınlar. Abartmak göreli bir kavramdır ve abartmak, yalan söylemek değildir. Türkiye gibi, yakın zamana kadar insan hakkı ihlallerine sağır olan bir toplumda, bir medyada sesini duyurmak için avaz avaz bağırma, bunun için teşhir edileni bazen abartma alışkanlığını kaybetmek de kolay değildir. Kendi görüşünüze göre, karakolda kötü muameleye maruz kalmak çok abartılacak bir şey olmayabilir. Ama kendiniz veya yakın olduğunuz birisi bu muameleye tabi olunca ortalığı ayağa kaldırırsınız, belki abartırsınız. Sizin için en önemli olay artık odur. İnsan hakkı savaşımı da böyle bir şeydir.
Bir kişinin işkence görmesi ile yüz kişinin işkence görmesi arasında elbette nicel bir fark vardır. İkincisi olay olur, birincisi bir dosya bilgisi. Ama o bir kişiye işkence uygulayan devlet görevlisi zihniyetiyle yüz kişiye işkence uygulayan zihniyet arasında nitel bir fark yoktur. Teşhir edilmesi gereken de sadece sayı değil, esas olarak bu zihniyettir. İnsan hakkı mücadelesiyle olay gazeteciliği bu noktada birbirinden uzaklaşırlar.
Bu nedenle otantik insan hakları militanlarını, sadece sağ eğilimde olanlar değil, soldakiler bile gün gelir fanatik, dar görüşlü, kötü niyetli, vs. bulurlar. Bu çatışmayı engellemek mümkün değildir. İşin doğasında bu çatışma vardır ve doğru olan da budur. Bu çatışma mücadelenin bir boyutudur. Elbette herşey insan hakları mücadelesine indirgenemez ama insan hakları örgütleri her şeyi insan hakları mücadelesine indirgemek zorundadır. Yaptıkları iş dünyanın en önemli işi değildir ama onlar dünyanın en önemli işini yaptıklarına inanarak faaliyetlerini sürdürmek zorundadırlar.Aksi takdirde varlık nedenleri başka amaçların aracına zaman içinde dönüşür.
İnsan hakları örgütleri de yanılabilir, yanıltılabilirler. Önemli olan, bunun farkına vardıklarında yanıldıklarını, yanıltıldıklarını açık sözlülükle dile getirmeleridir. Onların en büyük, hatta yegane sermayeleri doğru bilgi ve samimiyettir.
Bütün bu nedenlere, dünyanın her yerinde insan hakları örgütleri sadece diktatörlerin, otoriterlerin başının belası değil, demokratların, liberallerin ve sosyalistlerin de kötü bilincidir. Çünkü, iktidar olmanın, iktidara yakın durmanın, iktidarla aynı frekansta olmanın getirdiği kısmî körlük tehlikesi istisnasız herkesi bekler. İnsan hakları örgütleri o körlüğü engellemek, koronun ahengini gerekiyorsa bozmak için orada vardır. Bir an önce iş bitirmek için değil. (Aİ/YS)