Bugünkü Irak topraklarında İ.Ö. 2000 yıllarında yaşamış olan kral Hammurabi, ilk yazılı yasa kitabını hazırlattı. Ülkesindeki tüm kötülüklerin ve şiddetin imha edilmesini, güçlülerin zayıfları ezmemesi için önlem alınmasını ve iyiliklerin teşvik edilmesini şart kılan bir yasa çıkardı.
Aynı dönemlerde bir Mısır firavunu, insanların her türlü isteğinin yerine gelmesi için elden gelenin yapılmasını ve insan haklarına saygı duyulması geleneğine uyulmasını emrediyordu. İ.Ö.570 yıllarında bir Pers kralı özgürlük, güvenlik, serbest dolaşım, bazı sosyal ve ekonomik hakları tüm vatandaşlara tanıdı.
İngiltere'de 1215'te asiller, kral I. John'un "Magna Charta"yı (Büyük Özgürlük Şartnamesi) kabul etmesini sağladı. Her ne kadar kral buna uymadıysa da, Magna Charta sürekli dile getirilen bir doküman haline geldi. II.James yasalara uymayınca 1688 yılında tahtından indirildi, 1689'da "Bill of Rights" kabul edildi. Böylece kralın, parlamentonun işine karışması yasaklandı.
Parlamentonun izni olmadan yasaları yürürlükten kaldırmasını yasaklayan, parlamenterlerin seçimle başa gelmelerini öngören ve parlamentoda konuşma özgürlüğünü kabul eden bu yasa, demokratik gelişmelerin motoru olarak kabul edilmekte.
İnsan haklarının kapsamı
İnsanların etik davranışlarını konu olarak seçen ve bilimsel araştırmalarla, bunların psikolojik sebeplerini açıklamaya çalışan bir kitabın başlığı "Sorumluluk, Adalet ve Ahlak" olarak seçilmiş (Reichle, Schmitt 1998). Bu üç kelimeyi toplumsal problemlerle birleştirerek ele almaya kalkarsak, ister istemez "insan hakları nedir?" sorusuyla ilgilenmek zorunda kalırız.
Sadece savaşlar değil, toplumsal çatışmalar, şiddet, yoksulluk, çevre kirliliği, ekonomik eşitsizlikler ve suç eylemleri de insanlık haklarıyla bağlantılı sorunlar.
"Birinci kuşak" denilen ilk insan hakları beyannamesi, vatandaşlık ve politik alanlarla sınırlıydı.
"İkinci kuşak" sosyal, kültürel ve ekonomik hakları kapsadı. Bu arada "üçüncü kuşak" insan hakları ortaya çıktı. Bunlar gelecek kuşakların haklarını da dikkate alıyor.
İnsan haklarıyla ilgili problemlerin ardında sorumsuzluklar, adaletsizlikler ve ahlaksızlıklar yatıyor. Toplumsal yaşamı etkileyen problemlerin hepsini, insan hakları düzleminde inceleyebiliriz.
Gerontolog olarak benden sadece yaşlılarla ilgili konulara kafa yormam beklenebilir. Hatta bu beklenti belki belli bir ölçüde haklıdır ama yaşlılarımızın durumu ve gelecek kuşakları dikkate alınca, Gerontolojinin insan haklarına duyarsız kalamayacağı anlaşılır.
İleride yaşlı insanlarımızın bugünküler gibi hasta, engelli, bakıma muhtaç, yoksul ve eğitim düzeyi düşük olmalarını önlemenin yollarından biri de, Gerontolojinin insan haklarını konu olarak seçmesiyle bağlantılı.
Çünkü Gerontoloji'nin temel görevi yaşlıların problemlerini ortaya koymakla sınırlı değil, aksine bunlara çözümler de üretebilmeli. "Disiplinler arası" bir bilim kolu olduğundan (Prahl/Schroeter 1996), problemlerin çözümlerinde tüm olanakları dikkate alması gerekir.
Vatandaşlık haklarından politik haklara, düşünce özgürlüğünden yaşama özgürlüğüne, adil yargılama süreçlerinden politik katılıma kadar her şey insan haklarıyla bağlantılıdır. Bu haklar "özgürlük hakları" olarak tanımlanıyor. Hukuksal-şekli bir mevcudiyeti olan bu hakların uygulamadaki aksaklıkları biliniyor.
Medya ve insan hakları
İkinci kuşak insan haklarının hedefi "eşitlik haklarıdır". Sosyal, ekonomik ve kültürel haklar, örneğin yeterli bir yaşam standardı, iş, sendika üyeliği, sağlık ve eğitim hakları, eşitlik hakları, bu alana giriyor. Yaşlılarımızın bu açıdan dezavantajlarla karşı karşıya olduğu tespit edilebilir. Örneğin yaşlılarımız sağlık hizmetlerinden yararlanma ve sosyal güvenlik açısından çok büyük zorluklara göğüs germek zorundadırlar (DİE, 2002).
Formel eğitim sektörlerinde, örneğin İktisadi Bilimlerde insan hakları ihmal ediliyor. Fakat bu toplumumuzun genel problemlerden biri haline geldi. Bütün alanlarda insan haklarına aykırı durumlara rastlanıyor. Örneğin organ bağışlarında, ölülere saygı unsuru Türkiye'de genel olarak ihmal ediliyor.
Ölen insanların hala "insan" olduğu düşüncesinin, hekimlerden bazılarının bilinçlerinde yer etmediği anlaşılıyor. Aynı şekilde medyanın da bu bağlamda eksik yanları bulunduğu görülüyor. Ölen insanlardan alınan organların "kaç hayat" kurtardığından başka bir haber vermeyen medya, ölenin haklarını görmezlikten gelen tavır sergiliyor.
Yoksulluk, eğitim, soyutlama ve dışlama, sosyal barış ve şiddet, sağlık, kadın-erkek eşitliği, çocuk, medya, güvenlik, sosyal haklar, spor ve çevre, hepsi insan haklarıyla bağlantılıdır. Hepsi anlamlıdır, biri diğerine göre daha önemli değildir. Dolayısıyla insan haklarına saygılı insanların çoğalması için birçok koldan yeni girişimlere ihtiyaç duyuluyor.
Sosyal öğrenme
İnsan haklarının toplum bilincinde yer edebilmesi için "sosyal öğrenme" süreçlerinden yararlanmamız ve bireylerin kişilik gelişimlerine destek vermemiz gerekir. Okullarda insan haklarıyla ilgili öğretim programlarının yanı sıra, öğretmenlerin bu konuda eğitilmeleri önemli.
Çocuk pornosunu geçim kaynağı yapan hekim ve avukatların ortaya çıktığı tek toplum bizim toplumumuz değildir, ama medyada çıkan haberlerden sonra toplumsal tepkilerin gelmemesi, politikacıların konuyu enine boyuna tartışıp önlem paketlerini hızla hazırlamamaları, ebeveynlerden protestoların gelmeyişi, insan hakları derneklerinin sessizliği, toplum olarak böyle bir bilince ulaşılamadığının göstergesidir.
Aynı eleştirinin bilim camiasına da yöneltilmesi gerekir. Türk toplumunun kültürlerarası eğitim programlarına, sosyal problemleri çözebilecek etkinlikte sosyal politikalara, vatandaşları aydınlatacak politik eğitim programlarına, çevre pedagojisi, hukuksal bilgiler, değerler eğitimi gibi çeşitli alanlarda eğitim olanaklarının sunulmasına büyük bir ihtiyacı var.
Ülkemizde her yıl orman yangınlarında kül olan ağaçların yeniden dikilmesi için harcanan paralar, ormanların önemi konusunda vatandaşı bilgilendirme programlarına yatırılsa, bilerek yangın çıkaranların düşüncelerinde bir değişiklik yaratılamayacaktır, ama yangınların sadece bilerek değil, aynı zamanda bilinçsizlikten çıktıklarını dikkate alırsak, yangınların önlenmesi açısından önemli adımlar atılabilecektir.
Aynı şey trafik problemi için de geçerlidir. Trafik kazalarının otomobil kullanmayı bilmemek değil, aksine insana ve insan haklarına saygısızlık yatmakta. Rakı masasından direksiyon başına geçen şoför, eğer biraz olsun insan haklarını göz önüne alabilseydi, birçok trafik kazası önlenmiş olurdu. Belki meyhanecilerden müşterisine akıl vermesini beklemek biraz fazla ileri gitmek olurdu, ama alkollü içkilerin kullanıldığı ortamlara "alkol alan müşterilerimizin taksi ile yola devam etmesi önerilir" şeklinde bir levhayı dükkânlarına asmalarını beklemek hakkımız.
Ta ki bunun bir "yaşama hakkının" korunması girişimi olduğu anlaşılıncaya kadar, yasal zorunluluk haline getirilmesi herhalde daha iyi olur.
Çevre pedagojisinin ormanlarla sınırlı kalmayan boyutlarına dikkat etmemiz gerekir. Örneğin turizm sektörünün çevreye verdiği zararlar üzerine bilinçli vatandaşların çoğalmasını sağlayacak eğitici etkinliklerin önemi artıyor.
Her yıl milyonlarca turisti ağırlıyoruz. Misafirperver olduğumuzu kanıtlamak için değil, döviz elde etmek için bunu yapıyoruz. Turistlerle birlikte çöpler, atık sular, çevre kirliliği, sahil kirliliği de geliyor. Bu yüzden öncelikle turizm yörelerinin halkı ve turizmcilerin, çevre konusunda bilinçlendirilmeleri gerekiyor. Ayrıca cezai yaptırımların da uygulanması gerekiyor.
Doğal rezervlerin eşit şekilde dağılmadıkları, gelecekte doğal rezervler nedeniyle ortaya şiddet ve savaşların çıkacağı neredeyse kesinleşti. Bu yüzden savaştan arınmış bir dünya düşüncesinin, insan haklarının temelini meydana getirdiğine inananlar çoğunlukta.
Oysa barış eğitimi, bu düşüncenin ötesine taşmaktadır. Barış, ancak adalet ve haksızlıklara yol açan strüktürlerin keşfedilmesi ile sağlanabilir. Çatışmaların her türü hoşgörü ve kültürlerarası yeterlilik noksanlığına dayandırılabilir ve insan hakları konusunda yetersizlikler, özlenen barışın gelmeyişinin sebepleri arasında.
Nihai hedef dünya barışını sağlamak olsa da, önce herkes kendisinden işe başlamalı.(İT/EÜ)
* Doç. Dr. İsmail Tufan, Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölümü.