İstanbul Beyoğlu'ndaki Martch Art Project'e gidenler bugünlerde, çok farkı bir sergiye de tanıklık ediyor. Ücretsiz olarak ziyaret edilebilen "Dévoyé" sergisi, pornografiye sanatsal açıdan bakıyor.
Sergi ismini, anlamı “baştan çıkarmak” olan “dévoyé” kelimesinden alıyor. Dört sanatçının eserlerinden oluşan karma sergi, haz ve hazzın ilkelerinin arayışını günümüz insanının siyasal meta oluşumu üzerinden pornografik bir yorum ile sunuyor.
Sergi resim, heykel ve tasarımın sanatçıya ait olduğu bir sandalye eşliğinde kısa film gösteriminden oluşuyor. Sergide yer alan sanatçılar ise; Serra Duran, Murat Önen, Metehan Törer ve Sonja Yakovlena.
Dévoyé sergisinin en çok ilgi çeken yönü ise içinde bulunduğumuz iktidar dünyasını eril ve ölü olarak tanımlaması. Sergide haz dişil enerji ile bağdaştırılarak, kadınları haz hazzı ise cinsellik temelinde var ediyor.
Pornografiye yeni bir bakış
İnsanların belki de çoğunun yüzeysel, çabuk tüketilen ve sadece o anda var olan zevk ve tatmin duygusu için kullandıkları pornografik çalışmalar “dévoyé”’de aslını toplum ve iktidar altında özgürlüğünü kaybeden insanlardan alıyor.
Dévoyé, toplumun yargılarını ve iktidarın baskılarını bir kenara bırakıp hazzı kadınla bütünleştiriyor.
Özellikle günümüzde sayısı gittikçe artan erkek şiddeti, toplumun kadınlar üzerindeki kıyafet, meslek, cinsel yönelim ve hatta kahkaha baskılarının arasında sesini kaybetmeme mücadelesi veren kadınlar, namus yaftalarından arınmış şekilde saf haz olarak bu sergide özgür kalıyor.
Sergideki sanat eserlerine baktığınızda iktidar ve toplum altında ezilen insan doğasını görmeniz mümkün. Ve eserler size ezenin sadece iktidar değil iktidara boyun eğen insanlar olduğunu da gösteriyor.
İktidara maruz kalan insan bedenini pornografik açıdan ele alan sergi tanıtımında ismi geçen İtalyalı sinema yönetmeni, senarist ve şair Pier Paolo Pasolini’ni bu konuda “İnsanların konformist olması nedeniyle içine doğduğu iktidar yaşamına adapte olduklarından ve var oluşumuzda asi, özgür bir yanın olduğunu fakat topluma bir kere boyun eğdiğimizde bu yanımızı yitirdiğimizi” düşünüyor.
Sodom’un 120 Günü
Pier Paolo Pasolini “Sodom’un 120 Günü” adlı eserini verdiği bir röportajda şu sözlerle anlatıyor:
“Sodom’un 120 Günü’nü 1944 olaylarına (ikinci dünya savaşı yılları) uyarlamayı düşündüğümde zihnimde şimşekler çakıp durdu. İşte o zaman faşizmin koreografisini gördüm. Sadomazoşizm insanın ebedi karakteridir. Ancak en temel mesele filmdeki cinselliğin asıl anlamını iktidar ve kişi arasındaki ilişkinin bir metaforu olarak ortaya koymasıdır. Sodom’un sadomazoşizmi, iktidarın insan bedenine neler yaptığını, insan bedenini metaya nasıl dönüştürdüğünü gösteren gayet açık ve belirli bir işlev görmektedir. Temelinde “öteki” olanın kimliğinin feshedilmesi söz konusudur.
Sadece iktidar da değil iktidarın anarşizmi vardır. Hiçbir şey iktidardan daha anarşik değildir. İktidar özünde istediğini yapabilir ve istekleri tamamen keyfidir veya genel mantığı aşan ekonomik ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. Bu sadece içinde yaşadığımız zamanlar için geçerli geçerli değildir. Bunu iktidarla iktidara maruz kalan kişiler arasındaki ilişkinin bir metaforu olarak ele alıyorum. Tüm zamanlar için geçerli bir gerçekliktir bu. Ben insanların özgür olduğu bir toplumun olacağını düşünmüyorum.”
NOT: Pasolini 1975’te kimliği tespit edilemeyen kişilerce şiddete uğrayarak 53 yaşında öldürüldü.
“Dévoyé”
İstanbul Beyoğlu’nda Martch Art Project’te 10 Mayıs tarihinde başlayan ve ücretsiz olarak gerçekleştirilen “Dévoyé” 14 Haziran’a kadar sergilenmeye devam edecek.
Sergi hakkında detaylı bilgi ve tanıtım yazısı şöyle:
Günümüzde insan bedeni artık siyasal bir objedir. Öyle ki bu etten kemikten objenin kendisi sevmediğimiz yerini değiştirebildiğimiz, örtüp açtığımız; mekandan mekana dönüşebilen bir küresel sanayi doğurmuştur. Bedenin araçsallığı, kıvrımlarına, tüylerine, girintilerine ve çıkıntılarına gizlenmiştir.
Bir çağdan ötekine, hazzın temel ilkelerini katıca belirleyen sistem, bu defa her şeyi açıkça sergileyen pornoyu devreye sokar. Apaçıklık, haz ve anlamlılık üçlemesi olarak porno, haz duyan dişilin kuvvetli bir biçimde yükseltilmesinden başka bir şey değildir; sırf, “siyah kıta” üstünde öteden beri dolaşan belirsizliği gömebilmek için yapılır her şey. Bundan böyle kadın haz duyacaktır ve neden haz duyduğunu da bilecektir. Bütün dişilik görünür hale getirilerek hazzın amblemi kadın, haz ise cinselliğin amblemi olacaktır.(2) Siyasallaşmış bu bedenin (bedenlerin) ise tek anahtarı yine eril olana verilir.
Baştan çıkarma, cinselliğe göre çok daha eşsiz ve soyludur ve bu nedenle onu çok daha değerli buluruz. Semavi dinlere göre şeytanın stratejisi sayılan bu eylem, daima kötünün ve kötülüğün temel prensibiydi. Ahlakın doğru işleyebilmesi adına, insana bahşedilen bu bedenin kırılgan olduğu kadar dayanıklı da olması gerekir. Ölümlü bedenlere yüklenen bu vazifeler, onun kendisini işler kılmasına, işledikçe de parlamasına sebep olur. Bu kusursuz bir döngüdür, bedenin çok parlaması da açıkça istenmez; ahlak yeniden örtüyü çeker.
Baudrillard’a göre zaten bedenin, durmaksızın başvurduğumuz şu bedenimizin cinsel ve üretken bir model olmaktan başka bir gerçekliği de yoktur. Bedenimiz öyle bir sermayedir ki, tek bir hareketle işgücüne enerji veren beden ile günümüzde arzunun ve bilinçdışının, ruhsal enerji ile itkinin tapınağı olarak hayal ettiğimiz bedeni yaratabilir. Pasolini'nin Sodom'un 120 Günü adlı eserinde her tür tersinirlik(3) acımasız bir mantık uyarınca ortadan kaldırılır.
Orada her şey, geri dönüşü olmayan bir biçimde eril ve ölüdür. İşkencede bile cellatlarla kurbanların suç ortaklığı ve iç içeliği yok olmuştur. Her şey cansız bir işkenceden, duygusuzca işlenmiş bir suçtan, soğuk bir entirkadan ibarettir. Haz, yatağından çıkarılan bir maden, bedenlerdeki makine sisteminin teknolojik bir ürünü, zevklere dair bir lojistiktir.
Pornografik imgeyle karşılaşılan ilk an şok edicidir, etkisi tıpkı bir Déjà vu anının vuruculuğuna ve sersemleticiliğine benzer. Nadir bulunan bu (sözde) maden güçlü ışıklar altında çok yakından kaydedilmiştir. Öyle ki o artık bedenin kendisi değildir, aşırı detaylandırılmış ve net, nahoş bir peyzaja dönüşmüştür.
Déjà vu’nun bir de tersi vardır. Buna jamais vu denir. Sürekli aynı insanlarla karşılaşıp aynı yerlere gidersiniz; ama her seferinde ilk kez olmuş gibi hissedersiniz. Herkes her zaman yabancıdır. Hiçbir şey tanıdık gelmez.
Sergide bulunan eserlerin konuma ve hangi sanatçıya ait olduğuna uluşmak için: Dévoyé - Martch Art Project
(AK/EMK)