Tarih Vakfı’nın güz dönemindeki Perşembe konuşmaları 1915’in 100. yılının arifesinde Ermeni Soykırımı’na odaklanıyor.
Perşembe Konuşmaları bu dönem şu sorulardan yola çıkacak: “Ermeni Soykırımı’nı milliyetçi önyargıları yeniden üretmeyen, tersine resmî tarih ve milliyetçi anlatılarla mücadele eden bir anlayışla tartışabilir miyiz”, “Meseleyi devlet ya da uluslararası hukuk düzlemlerinin ötesinde, tüm sosyal bilimleri de kavrayan sosyal tarih perspektifiyle incelemenin olanak ve koşulları neler olabilir”, “1915’i bugün içinde yaşadığımız siyasal ve sosyal sistemin kurucu momenti olarak ele alıp imparatorluk ile cumhuriyet arasındaki süreklilikleri ve özellikle İttihatçı dönem ile tek-parti iktidarı arasındaki geçişleri hesaba katan bir perspektif değerlendirmek tarihsel anlayışımızı ne yönde geliştirir?”
Perşembe Konuşmaları’nın ilki 2 Ekim 2014 Perşembe günü gerçekleşti. Michigan Üniversitesi’nden sosyal bilimci Fatma Müge Göçek “İnkarın Şiddeti: Ermenilere Yönelik Toplu Şiddet, 1789-2009” başlıklı konuşmasında Ermenilere yönelik toplu şiddetin inkârının ne kadar geriye gittiği, nasıl ve neden günümüze kadar uzandığı sorularına yanıt aradı.
Kendisine bu soruları sorduran süreci ve bu sürecin çalışmalarına ilham veren unsurlarını anlattı. İnkârın tarihimizde hangi evrelerden geçerek katmanlaşıp kemikleştiğini son çalışması eşliğinde göstererek bu alandaki analiz çerçevelerine yeni bir boyut katacak olan Göçek, konuşmasının sonunda inkârın üstesinden nasıl gelineceğine dair önerilerini sundu.
Bu konuları çalışmaya başladığında henüz bu alanda çok fazla çalışılmadığını ve alanın ilgi görmediğini belirten Göçek son 10 senede bu konuların akademisyenler ve öğrenciler tarafından çalışılmasının memnuniyet verici olduğunu belirtti.
Farkındalığının artması
Göçek konuşmasına neden ve nasıl bu konuyu çalışmaya karar verdiğini anlatarak başladı. İlk bu alanda çalışmaya karar verdiğinde ne kadar politize bir konuya girdiğinin farkında olmadığını ve ilk olarak annesinin “eyvah, güzel bir şey çalışsan, neden bu konu?” demesiyle bu konudaki farkındalığının arttığını belirtti. Her konuşmasından sonra insanların yanına gelip “siz bu konuları çalıştığınıza göre Ermeni olmalısınız, yoksa bunları söyleyemezsiniz” demesinin bu konuların geniş toplum tarafından ne kadar politize edildiğinin bir göstergesi olduğunun altını çizdi. Son 12 senede kitabı için toplu şiddet ve inkar konusunu detaylı bir şekilde çalışırken “azınlık olmak ne demek?” sorusunu kendine de defalarca sorduğunu ve bu süreçten çok dersler çıkarttığını belirtti.
“Burjuvazinin Yükselişi, İmparatorluğun Çöküşü” başlıklı doktora tezini çalışırken özellikle İmparatorluktan Cumhuriyet’e geçişte gayrimüslim azınlık burjuvazisinin nasıl elimine edildiği ve buradan yeni bir Müslüman Türk burjuvazisi yaratma süreci dikkatini çekiyor ve çalışmalarını bu alanda derinleştirmeye başlıyor. 90’larda siyasal İslamın yükselişe geçtiği bir dönemde bir süre Amerika’dan Türkiye’ye dönüp bu alanda çalışmalarda bulunuyor. O süre zarfında “Türkiye’de demokratik süreçler neden daha kuvvetli çalışmıyor” sorusunu kendisine sorarken şiddetin toplumda içselleştirilmiş olabileceği ihtimali üzerine yönelmeye başlıyor. “Niye biz demokrasi istemiyoruz da şiddetin devamını istiyoruz? Geçmişimizde bir şiddet olması lazım ki şiddet bu kadar normalleştirilmiş ve bizim daha demokratik bir ülke olmamızı engelliyor” hipoteziyle yeni çalışmasına yöneliyor.
“Dönem iyi araştırılmalı”
Göçek geriye dönünce kendisini 1915 döneminde buluyor ve kendisine “acaba Ermenilere yapılan şiddetle niye yüzleşemedik, Osmanlı’dan sonra Cumhuriyet kuruluyor ve artık bu yaşananlar Cumhuriyet’in sorumluluğunda değil neden hala kabul edilmiyor” diye soruyor. Göçek kitabının sorunsalını da tam olarak bunun üzerine inşa ediyor. Geçmişle yüzleşemememizin en büyük nedeninin devlet söylemenin çok yoğun olmasına bağlıyor. Önce tarihte ne olduğunun çok detaylı bir şekilde araştırılması gerektiğinin ondan sonra “soykırım mı değil mi” tartışmasının yürütülmesinin gerektiğini belirtiyor.
1897 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzde 20’si gayrimüslimlerden oluşurken bugüne geldiğimizde bu oran yaklaşık binde 2 oranında. Göçek geçmişte bir şiddet olmasaydı ve yaşanan şiddet toplumu bu kadar etkilemeseydi normal gelişim sürecinde şu an Türkiye’de yarım milyon kadar Ermeni olması gerektiğini belirtti; olmadığına göre bir şekilde bir şiddet yaşadığımızı ve sadece nüfus olarak bakıldığında yaşananların soykırım tanımına girdiğini söyledi ve buradan yola çıkarak inkarın neden hala devam ettiği sorusuna cevap aradığının altını çizdi.
220 yılı incelemek
1915’e gelmeden önce 1894’de de katliamlar yaşandığını, ardından 6-7 Eylül ve ondan sonra devam eden şiddet olayları olduğunu söyleyerek şiddetin 1915’den geriye gittiğini ve günümüze geldiğini belirtiyor. Göçek’in şiddeti ve inkarı çalışırken kendisine çizdiği zaman dönemi 1789’dan başlıyor. 1789 Fransız Devrimi’nin başlangıcı ve aynı zamanda 3. Selim’in tahta çıktığı tarih. Osmanlı’da modernleşme sistematik olarak III. Selim ile başlıyor. 2009’da çalışmanın kapsadığı bitiş tarihi 2009. Böylece 1789-2009 arası 220 seneyi içeren bir çalışma ortaya çıkıyor.
Hrant Dink cinayeti dönüm noktası
Göçek konuşmasında ayrıca çalışma süresince bu dönemin kendi hayatını da olumlu/olumsuz anlamlarda nasıl etkilediğinden bahsetti ve özellikle yakın çevresinden çok arkadaşını kaybettiğini belirtti. Bununla birlikte bir sürü yeni arkadaş da edindiğini ve bu süreç zarfında kendi dünyasında da bir yolculuğa çıktığını ve birçok açılardan kendisini sorguladığını söyledi. Özellikle 2007’de Hrant Dink’in katledilmesi bir dönüm noktası oluyor Göçek için. Kitabını çocuklarına ve Hrant Dink’in torunlarına adayarak çocuklarımızın en azından daha demokratik bir dünyada yaşamasını diledi.
İki söylem
Göçek konuşmasının devamında akademik olarak sorunsalını tanımladı. Burada iki noktadan yola çıkıyor. Birinci söylem Batı ve Ermeni Diasporasına ait ve şiddetin 1915-1917 arasında yer aldığını ve toptan imha amaçlı olduğunu söylüyor. Bu söyleme göre 1915-1917 arasında 800 bin-1 milyon kişi öldürülüyor ve 21. Yüzyılın ilk soykırımlarından biri olma özelliğini taşıyor.
Resmi tarih söylemine göre ise 1915-1917 arası yaşananlar cephe ardındaki kötü şartlar yüzünden ve kasıtsız olan ölümler. Bu imhaya yönelik değil diyor ve 100 bin-400 bin arası Ermeni ve asgari 1.5 milyon Türk’ün ölümüne yol açtığını söylüyor.
Göçek burada atlanmaması gereken şeyin ölen Ermenilerin Osmanlı vatandaşı çoğunluklu ailelerden, çocuklardan, dedeler, ninelerden oluştuğunu söylüyor. Türklerden ölenlerin büyük bir çoğunluğunu ise eli silah tutan askerler oluşturuyor. Burada önemli bir kavramsal ayrım var, o da ölen sivillerle askerlerin bir tutulmaması gerektiği. Göçek’in araştırma sorusu neden bu iki söylemin birbirinden farklı olduğu ve neden inkarın devam ettiği üzerine kuruluyor.
İnkarda ve şiddette “duygu”
Çalışmanın ana parametrelerini geçmişteki hafıza kaynakları oluşturuyor. Bu tür çalışmalar yapılırken daha çok devlet ve hükümet belgelerinden faydalanılır fakat bu söylemler de sonuçta tarafsız değil. Devlet belgeleri tamamen rasyonel ve hikmet-i devletin nasıl anlatılması gerektiği üzerine kurulu belgelerdir. Burada özellikle inkarda ve şiddette duygunun çok önemli olduğunu belirtiyor Göçek ve devlet belgeleri dışındaki kaynaklara yöneliyor.
Bu kaynakların içinde azınlık edebiyatı da var, bu edebiyat son 20-30 yılda ortaya çıkan ve gelişmemiş bir edebiyat türü. Onun dışında sözlü tarih çalışmaları bulunuyor, bu kadar geniş bir tarih dilimini kapsayan soykırımla ilgili sözlü tarih yapmak da pek olanaklı görünmüyor. Soykırımı yaşayanların hayatta olmaması ve aktarılan hikayelerin son 10 senedir yazılması da bu alan için bir limit oluşturuyor.
Etik yapının yok olması
Son olarak “hatırat” çalışmaya karar verdiğini belirtiyor Göçek. Buradaki en önemli parametrenin konuyu zaman ve mekan içinde konumlandırmak olduğunu söyledi. Türklerle ve Ermenilerle 1915’i konuştuğunda çok farklı tepkiler aldığını belirtti. Mesela 1915 Ermeniler için daha dün gerçekleşmiş bir olay gibi aktarılırken Türkler içinse unutulmaya çalışılan bir olay gibi sunuluyor.
Göçek’e göre Ermenilerin geçmişte yaşamasının en büyük sebebi inkar. Ve inkar olduğu vakit bir toplumdaki yaranın iyileşmesinin imkansız oluyor.
Peki, bu inkar Türk toplumunu nasıl etkiliyor? Göçek şayet şiddeti uygulayanlar ceza görmeyip ödüllendirilirlerse onların da bu sefer etiklerini kaybettiğini toplumda bir etik çöküş yaşandığını söylüyor.
307 hatırat
İnkarın toplumlar üzerindeki en büyük sorunu da etik yapıyı yok etmesi oluyor ve ilişkiler sadece güç üzerine oturmaya başlıyor. Bunun sonucunda da toplumdaki insanların birbirlerine olan güvenleri yok oluyor. İnsanların birbirlerine güvenebilmesi için, Türkiyelilerin, yaptıklarıyla yüzleşmesi gerektiğini belirtiyor. Göçek’e göre bu hesaplaşmayı mutlaka yapmamız gerekiyor.
Hem inkarın hem şiddetin çok önemli bir duygusal boyutu olduğunu vurguluyor Göçek ve bu yüzden çalışmasının metodolojik kaynağını da hatıratlar oluşturuyor. Ve bu parametreler çevresinde Osmanlı’dan günümüze toplu şiddetin inkarını çalışıyor. Çoğunlukla Osmanlı Müslüman erbabı tarafından yazılmış 307 hatıratı inceliyor.
12 senede 350 metin topluyor ve bu metinleri sistematik olarak analiz ediyor. Göçek Türkçe basılmış ve toplumun okumasına sunulmuş hatıratları tarıyor çalışma süresince. Yaklaşık 700 hatıratın içinden gayrimüslim, azınlık ve şiddeti irdeleyenleri ayırıyor, paragrafları İngilizceye çeviriyor ve toplam 1000 sayfalık bir veritabanı oluşturuyor. Sonrasında bu veri tabanını analiz edip temaları ortaya çıkartmaya çalışıyor. Teorik olarak da kurduğu çerçevede modernleşme sonucu oluşan sosyal kutuplaşma üzerine oturuyor. Fakat her kutuplaşan toplumda şiddet çıkmıyor ortaya. Göçek de bunun üstüne neden bazı toplumlarda bu kutuplaşma şiddete sebep oluyor sorusunu irdeliyor. Bunun sonucun da kamusal duyguların önemli bir rol oynadığı sonucuna varıyor. Burada da önemli olan şiddet varsa insanlar neden bunu kabul etmiyor ve inkar ediyor. Göçek’e göre, inkarın geçerli olduğu her ülkesde var olan bir olgu bu, inkarı meşrulaştıran belli olaylar ve toplumlar geçiştirip inkara yöneliyorlar.
İnkar edilen nedir?
Ermenilere yönelik şiddet nedir diye incelemeye başladığında birinci evreyi 1896 yılı olarak alıyor. Göçek bu dönemde 100 bin ile 300 bin arası Ermeni’nin öldürüldüğünü belirtiyor. İkinci evreyi 1908-1918 arası Jön Türkler dönemi oluşturuyor. Üçüncü evreyi de 1919-1974 arası alıyor. Bu dönemin içine 6-7 Eylül 1955 pogromu da giriyor. Son evrede de 1975-2009 içine de Hrant Dink suikastı giriyor. Burada kitabın da ana tezi olan “inkar edilen nedir” diye bakıldığında inkarın katmanlı olduğu argümanını yapıyor Göçek. İnkar sadece 1915 yılında başlamıyor, ondan önce de başlıyor ve her evrede birbiri üstüne katmanlı olarak bindiğinden dolayı toplum olarak inkarın ötesine geçmemiz zorlaşıyor.
Göçek ilk evrede (1789-1907) Ermeni meselesinin yurtiçinde çıktığının inkar edildiğini belirtiyor. Halen de geçerli olan “Avrupa buna neden oldu, Avrupa Ermenileri baştan çıkardı” söyleminin o zaman da geçerli olduğunun altını çiziyor. Mesuliyet böylece dış güçlere atılıyor. Ve bunun ilk olarak II. Abdülhamit döneminde ortaya çıktığını söylüyor. Bu dönemdeki şiddetin fitillenmesi 1895 Osmanlı Bankası olayları ile başlıyor. Ermeni milliyetçileri Batının ilgisini çekebilmek için Osmanlı Bankası’nı basıyorlar. Hatıratlara bakıldığında İstanbul’da yaşayanlar tarafından bir Ermeni meselesi olduğu ilk olarak o zaman idrak ediliyor.
Jön Türkler nesli
İkinci evreye geldiğimizde (1908-1918) modernite burada tamamen batı tipi eğitim kurumlarıyla yeni bir nesil yetiştiriyor, Jön Türklerin nesli bu. Sosyal kutuplaşma hükümran sınıf içinde ortaya çıkıyor. Balkan savaşlarıyla birlikte toplum kutuplaşmaya ve radikalleşmeye başlıyor ve toplumu 1915 etnik temizlemesine yöneltiyor. Enver, Talat Paşa batı eğitimlerinden dolayı propagandanın öneminin çok iyi farkındaydılar. Rus cephesinde yenilmeyi tamamen Ermenilere bağlıyorlar ve şehirlerin dışında katliamlara yöneliyorlar. Bu katliam Göçek’e göre her yerde aynı şekilde uygulanmıyor. Kimi yerde Ermenileri tamamen yok ediyorlar, kimi yerde ise insanlar Der Zor’a kadar gidebiliyorlar. Uygulamadaki farklılıkların da altını çiziyor Göçek. Burada inkar edilen ise olayların şiddet amacı gütmediği. Özellikle Talat Paşa’nın hatıratlarında şiddet amacı güdülmediğinin ifade edildiğini belirtiyor. Şiddetin inkar edilmesinin de Balkan Savaşlarında uğranılan yenilgiye bağlandığını belirtiyor Göçek.
Ders kitaplarında milliyetçi söylem
Üçüncü evreye geldiğimizde ise (1919-1974) buradaki modernitenin eğitimsel olduğunu ve bu eğitimin sonucunda toplumsal hafızamızın tamamen değiştiğini belirtiyor. Cumhuriyet kurulduktan sonra çıkan en önemli kanunlardan birinin Tevhid-i Tedrisat kanunu olduğunu ve tamamıyla ders kitaplarına milliyetçi söylemlerin yazılmaya başlandığını söylüyor. Böylece birkaç nesil Ermeni varlığından hiç haberdar olmayarak eğitiliyor. Ya da Rumlar ve Museviler gibi Ermenileri de iç düşman gibi öğreniyorlar. Bu evrede 1934 Trakya olaylarına ve 6-7 Eylül 1955 pogromuna tanık oluyoruz. Buradaki olaylarda candan daha çok mala yönelik şiddetin olduğu gözleniyor.
Göçek burada inkar edilenin suçluların Osmanlı’dan Cumhuriyet’e cezalandırılmayıp ödüllendirildiği gerçeği olduğunu vurguluyor. 1919-1922 askeri mahkemelerinin de inkarı meşrulaştırıcı olay olarak ortaya sürüldüğünü söylüyor ve mahkemelerde cezalandırılan kişi sayısının aslında çok az olduğunu belirtiyor.
İnkarın katmanlaşması
Son devreye gelindiğinde ise (1975-2009) modernleşmenin ekonomik alana yayılmaya başladığını ve devlet içinde bir kutuplaşma yaşandığını belirtiyor Göçek. Toplumsal hafıza olarak bizim bu konuyu tartışabilmemiz ve buna mekan açılması ancak 90’da Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından gerçekleşiyor.
Bu evredeki en önemli olayı 75-80 arasındaki Asala suikastları oluşturuyor. Cumhuriyetin kurulmasıyla Ermeni sorunu bitmiştir diye düşünülürken tekrar sorun gündeme geliyor ve bunun sonucunda bütün Ermenilere ve geçmişe bir tavır alındığını belirtiyor. Bu son aşamada da Ermenilere karşı şiddetten hem devlet hem de toplumun mesul olduğu gerçeğinin reddedildiğinin altını çiziyor.
Devlet söylemine göre öldürülenler Türkler ve şehit diplomatlar iken bütün tarihsel çizelge sanki 1915’in devamı gibi gösteriliyor. Göçek tüm bu evreler boyunca inkarın katmanlaştığını ve hem toplum hem devlet olarak bu mesuliyetin alınmadığının altını çiziyor.
Katmanlaşmış bir inkar olduğu için kabul etmemiz zorlaşıyor. Peki ne yapılması gerekiyor? Göçek burada sivil toplumun araştırmalarının önemini vurguluyor. Eleştirisel olarak düşünmemiz gerektiğini, toplum olarak yaşadığımız travmaları konuşmamız gerektiğini ve olumlu bir yöne gidilmesindeki umudunu yineliyerek konuşmasını noktalıyor. (ÖK/HK)
* Konuşmanın video kaydını dinlemek için tıklayın: 1. Kısım, 2. Kısım.