*Burcu Emran, Londra Windsor'da
Burcu Emran, beş buçuk yaşındaki kızı Duru ve eşi ile birlikte Londra’da yaşıyor.
İngiltere’ye göç etmeden önce Türkiye’nin en büyük medya kuruluşlarından birinde yayın planlamacı olarak çalışıyordu.
İngiltere’ye yerleştikten sonra “sakin”, “duyarlı”, “daha nazik” bir insana dönüştüğünü söyleyen Burcu, “Kızımız Duru doğduktan sonra bazı haberleri daha derinden hissetmeye başladım ve daha endişeli, daha korumacı bir anneye dönüştüm. Özellikle Özgecan’ın başına gelenler bizi bu kararı almaya itti.” diyor.
TIKLAYIN - Türkiye'den Göç Eden Kadınlar: Yalnız Değiliz
Burcu Emran anlatıyor..
Ülkeden ayrılmaya karar vermek
Her anne ve baba gibi çocuğumuzun eğitim hayatını fazlaca önemsiyorduk. Devlet okulu ve özel okul arasında sıkışmış, ezbere dayalı bir eğitim sistemi içerisinde ne yapabiliriz çıkmazı yaşamaya başladık. Bunları yaşarken Duru daha bir yaşındaydı. Özel okula göndermek çok büyük bir maddi külfet, hadi onu bir şekilde karşıladık diyelim çocuğumuz hiçbir zaman özgür olamayacak, sürekli yarış atı gibi sınavlara hazırlanacaktı.
Kızımız Duru doğduktan sonra bazı haberleri daha derinden hissetmeye başladım ve daha endişeli, daha korumacı bir anneye dönüştüm. Özellikle Özgecan’ın başına gelenler bizi bu kararı almaya itti. Gencecik güzeller güzeli bir kızın canice katledilmesi beni derinden etkiledi. Uzun süre kendime gelemedim hala da gelmiş değilim. Burada dahi güven problemi yaşıyorum. Üst üste gelen haberler vs hiç hoşumuza gitmedi ve ani bir kararla Ankara Anlaşması detaylarını öğrenmek üzere Londra’ya arkadaşımın yanına geldik.
'İlk başta orada yaşıyor gibi alıştırma yaptık'
O bize onun evinde kalıp, turist gibi değil de burada yaşayan biri gibi davranmamızı, markete vs gitmemizi, mini bir alıştırma yapmamızı önerdi. Biz de bu tavsiye ile hareket edince turist psikolojisine girmeden daha dikkatli inceleme ve karar verme fırsatı yakaladık. Türkiye’de bir danışmanla görüşmüştük Londra’ya gelince de iki farklı danışmanla daha görüşüp nasıl ilerleyebileceğimizin detaylarını iyice öğrendik, bir kaç ev görüp kiralık ev fiyatları, fatura ve mutfak gider masraflarını araştırdık ve Türkiye’ye geri döndük.
Eşim en başından beri yurtdışında yaşamaya pek istekli değildi biraz benim iteklememle yaklaşık bir ay sonra bizimle vedalaşarak, küçük bir bavulla Ankara Anlaşması başvurusu yapmak üzere Londra’ya gitti. O gittiğinde Duru 1,5 yaşındaydı ve konuşamıyordu. Prosedürler gereği ilk sekiz ay bizi ziyarete gelemedi.
Vize başvurusu, sonuçlanması çok uzun sürdü. 8 ay sonra bizi ziyarete geldiğinde sadece ve sadece bir hafta kalabildi ve kızımız konuşuyor, desteksiz yürüyebiliyordu. İşleri yoluna koymalı ve bizi de bir an önce yanına almalıydı. Ankara Anlaşması’nda kendi şirketini kuruyorsun ve sadece kendi işini yapmakla yükümlüsün.
İlk başta bir yıllık oturum hakkına sahip oluyorsun. Bir yıl dolunca anlaşma kapsamı kurallarını yerine getirdiğin takdirde üç yıllık daha oturum hakkı kazanıyorsun. Planımız eşim önden gidecek, düzeni kuracak, 3 yıllık oturum uzatma vizesini alınca biz de yayına gidecektik. Fakat prosedürler o kadar uzadı ki biz 3 sene sonra yanına gidebildik. Bu süreç içerisinde toplamda sadece 4 defa kısa süreli görüşmelerimiz oldu. Nihayet bizim de vizelerimiz çıkınca evi barkı satıp kızımla Londra’ya geldik.
Sorunlar
Hepimiz için ayrı zorlukları olan bir süreçti. Eşim kızımız ilk doğduğu gün “Beni asla kimse yavrumdan ayıramaz” demişti ve yavrusunun geleceği için Londra’nın çok da hoş olmayan bir semtinde, paylaşımlı bir odada, tek başına üç yılı ondan ayrı geçirmek zorunda kaldı.
İlk günler
Kızımla yapışık şekilde yaşamaya başladık ve bu beni ilk başlarda gerçekten fazlaca bunalttı. Açıkçası kızımız sosyal ve çok kolay adapte olabilen bir çocuk ama o da ben de stres yaşıyorduk. Dışarı çıktığımızda İngilizce konuşamadığı için zorlanıyordu ve bana daha çok bağlandı. Keza ben de insanlarla ilk başta kaynaşmakta çok zorlandım ve ben de aslında ona bağlandım. Ama aramızda bağlanmanın yanı sıra farklı bir kopuş da yaşanmaya başladı.
Ben çok stres yaşamaya başlamıştım, kaygılarım vardı ve kaçınılmaz son depresyon. Derken iki hafta sonra dışarı çıkmayı denedik sonrasında kızım da ben de eve kapandık. Hatta böyle camdan dahi bakmadığım günlerim oldu. Bir ay sonra artık eşim kendime gelmem gerektiğini bana söyledi ve biraz toparlandık.
Göçmen anne olmak
Göçmen anne olmanın en büyük zorluğu sanıyorum yalnız olmak. İlk taşındığımız dönem oturduğum yere yakın olan bir tane arkadaşım vardı ve o da Türkiye’ye gitmişti uzun bir süre dönmedi tek kaldım açıkçası. Şu an tabi bir kaç arkadaşım var biraz daha rahatım ama yine de yalnızlık hani bir yakınının olmaması senin başına ya da çocuğunun başına herhangi bir şey geldiğinde en yakın kimden yardım alacağını bilememek büyük bir sorun.
Türkiye ziyaretleri
Çok gel gitler yaşadım. Buraya gelmeyi en çok ben istiyordum. Devamlı eşimin hakikaten kafasını ütüledim ‘Gidelim Türkiye’de olmak istemiyorum’ diye. Sonra burada sürekli depresyon geçiriyordum. Şu son zamanlarda çok daha iyiyim özellikle geçen Haziran’da bir Türkiye tatilim oldu. Bir buçuk - iki ay kadar kaldım ondan sonra Londra’ya yeniden doğmuş gibi döndüm.
Türkiye’den buraya döndüğümde çok daha motive ve burayı çok özleyerek geri geldim. Aslında fark etmeden ne kadar depresyona girip çıkıyorum gibi düşünsem de buraya biryandan da fazlasıyla alışmışım. Dönüp bir cafede işe başladıktan sonra yani yaklaşık olarak altı aydır burada olmaktan çok daha mutluyum. Kesinlikle işe başlamak adaptasyon sürecini hızlandırıyor.
İstanbul’da ve Londra’da yaşamak
İnsan sanıyorum egolarını çok kolay yenemiyor. Türkiye’de gayet iyi bir işim vardı, arkadaş çevrem gayet güzeldi. Buraya gelince ki o yalnızlık aslında yalnız değilsin etrafında yine arkadaşların var ama garip bir şekilde yine de kendini yalnız hissedebiliyorsun. O duygu beni çok zorladı diyebilirim, lükslerimi çok aradım. Lüksüm dediğim arkadaşlarımla olan ilişkim aslında. “Hadi gel bir kahve içelim” hemen gidiyorsun kahveni içiyorsun. “Anne Duru'ya sen bakar mısın? Ben arkadaşlarımla buluşacağım.” diyebiliyorsun. Çocuğunu emanet edecek annenden güvenilir kimse olamaz. Annemi, kız kardeşimi, arkadaşlarımı çok özledim.
Garsonluk tecrübesi
Londra’ya ilk geldiğim zamanlar İngilizceme pek güvenemediğimden çalışmak istemedim daha sonra bir Türk firmasında resepsiyonda çalışmaya başladım. Fakat çok da beni tatmin eden bir iş ortamı olmadı. Daha sonra uzun bir müddet evde olmayı tercih ettim. Sıkıcı olmaya başlayınca bir cafede işe başladım.
Altı aydır çalışıyorum ve çok mutluyum. İngiliz kültürünü yaşamın içine girerek çok daha kolay ve eğlenceli bir şekilde öğreniyorum. Gerçekten çok kibar ve heyecanlı insanlar. Karşısındaki kişiyi her zaman motive eden, heyecanlandıran, cesaret veren insanlar.
Garsonluğa ilk başladığım gün ‘Ben burada ne yapıyorum? Sen çok iyi bir yerde çalışıyordun şimdi hizmet mi edeceksin? Bunu nasıl yapacaksın? Nasıl olacak gibi düşündüğüm’ oldu. Daha sonra insanların sıcakkanlılığı, o bir kahveyi götürdüğün zamandaki bana teşekkür edişleri ve hatta hiç unutmuyorum bir müşteriye ‘Bu benim ilk sipariş alışım umarım doğru alırım’ dedim.
Müşteri ‘Almışsındır kesin’ dedi. Daha sonra siparişini ona götürdüğümde ‘doğru almışsın süper harika’ dedi, yan masaya ‘Gördünüz mü bu arkadaş işe yeni başlamış ilk defa garsonluk yapıyor, mükemmel’ diye bana bir heyecan yaşatmıştı.
Eğitim Sistemi
Okullar burada ücretsiz, herhangi bir ücret ödemiyorsun. Kitap, defter gibi masraflar da yok. En azından şu anda anaokulunda herhangi bir masraf yok, eve ödev gelmiyor. Özel okullar da var tabi isteyen aileler gönderebiliyorlar ama devlet okullarının yeterli olduğunu düşünüyorum. Biz Duru'yu altı ay özel kreşe gönderdik altı ayda nerdeyse Türkiye'den buraya getirdiğimiz nakit parayı yedik diyebilirim. Ama pişman mıyım? Asla pişman değilim. Çünkü Duru çok mutlu oldu o kreşte.
Dönüşüm
Kesinlikle daha sakin olduğumu düşünüyorum. Türkiye’deyken ortamdan, haberlerden etkilenip daha gergin yaşıyordum. Çalıştığım iş ortamının da tabi ki buna etkisi vardı. Şu an çok daha sakin bir insan olduğumu düşünüyorum. Çünkü yaşadığım çevre de çok sakin oturduğumuz mahalleden insan geçmiyor diyebilirim.
Doğal olarak yaşadığın çevrenin sakinliği insanların heyecanı, kibarlığı sana da yansıyor. Daha kibar, daha sakin ve daha sabırlı olduğumu düşünüyorum. Ve kesinlikle daha güçlü olduğumu hissediyorum. Hem güçlü bir kadın hem güçlü bir anneyim artık. Farklı işler deneyerek daha farklı şeyleri yapabiliyor olduğumu görmek daha da kendime güvenimi arttırıyor diyebilirim.
Göç etmek isteyen kadınlara öneriler
Şöyle ki; bir defa herkes kendi tecrübesini kendi deneyimini yaşıyor. Ben buraya kurulu bir düzene geldim. Açıkçası çok da bir zorluk yaşamadım. Ben geldiğimde sadece bavulumu dolaba yerleştirdim onun dışındaki tüm eşyalar koltuklar, sandalyeler her şey Türkiye’den buraya kargoyla gönderildi. Böyle bir feraha geldiğim için bu tarz şeylerle uğraşmamanın da verdiği bir rahatlıkla 1-0 önde başladım. Zorlukları var benden çok daha zor süreçler geçiren insanlar var burada duyuyorum.
Zorlukları olduğu kadar kolay yönlerin de olduğunu düşünüyorum. İnsanların buraya gelmeden önce sadece çocuğu için, eğitimi için değil yalnız tek başına gelecek bir insan için bile buraya gelmeden önce kesinlikle kendini buraya hazırlaması gerekiyor. Ne kadar hazırlansan da zaten bir takım zorluklar yaşayıp depresyona girip çıkabiliyorsun ama bunları minimuma indirmek gerekiyor. Bakış açılarımızı da değiştirerek buraya gelmemizde çok fayda olduğunu düşünüyorum.
Daha çok artılara, daha çok pozitiflere yönelmek, daha çok güzel yanları görmek gerektiğini düşünüyorum. Onun dışında insanların, özellikle biz kadınların başaramayacağı hiç bir zorun olmadığını düşünüyorum yani hepimiz her şeyi yapabiliriz yeter ki biz bunu isteyelim. (Lİ/EMK)
Yarın- İrlanda'dan Esra Pencereci: Türkiye'de Kadın Olmanın Ne Kadar Zor Olduğunu Anladım