Fazla sürmez diye 8 yaşındaki oğlumuz da bizimle geliyor hastaneye. Acil Serviste karımı ilk gören bir hemşire. İlk değerlendirmeyi yapıp, doktorun görmesi için hastaları sırayla çağıracak. Yüzü hep gülüyor. Bu ülkede en çok yüzü hep gülümseyen hemşireleri seviyorum. Hep gülümserler... Maaşınız çok az dersiniz, Yaa öyle derler ve gülümserler... Üstelik çok çalışıyorsunuz dersiniz, İşin gereği bu derler ve gülümserler...
Hemşire odasından çıkıp Acil Servisin bekleme salonundaki koltuklara oturduğumuzda saate bakıyorum. Saat akşamın 6sı. Ne kadar bekleriz acaba? Bir saat... iki saat... bilemedin üç saat...
Oğlum hastanenin acil servisinde merakını cezbeden bütün soruları ardı ardına sıralıyor. TVde izlediği A& E (Acil Servis) dizileriyle gerçeği hakkında mukayeseler yapmaya çalışıyor. Hani o Acil Servise gelen hastalara anında müdahale eden, onları hayata döndürüp acılarını dindiren doktorları ve hemşireleri arıyor. Bir süre sonra salondaki iki TV monitöründe de aynı film başlıyor. Acil Servis filmlerinden biri. Kendimizi görebilecek miyiz acaba bu filmlerden birinde?
Film bittiğinde saat gecenin 9u. Üç saat olmuş bekleyeli. Salondaki herkes yerli yerinde. Henüz doktorlar fırsat bulamamış. Duvardaki yazıları okumaya başlıyoruz oğlumla. Acil Serviste her zaman üç doktor varmış. Tıbbi öncelik sırasına göre hastaları kabul ediyorlarmış. Eğer çok yoğun olurlarsa bekleyenlere bu konuda bilgi veriyorlarmış...
Karım şiddetli baş ve boyun ağrılarıyla kıvranırken bir yandan gazete okuyor. İlgimi çekeceğini düşündüğü bir haber gördüğünde Aaa gördün mü bak ne yazıyor diyor. Ne yazıyor? Başbakan Tony Blairin Ulusal Sağlık Servisi NHSi özelleştirme planını yazıyor.
İki yönü var planın. İlki Aile Hekimliğinin (GP) reformu, ikincisi NHSin iyi ve başarılı hastanelerinin özelleştirilmesi. NHSin kurulduğu 1948ten bu yana yapılacak en temel değişiklikler bunlar. Aile Hekimliği reformunun gerekli olduğunu yazıyor gazete; GPlerin maaşları artacak, acil müdahale imkanları genişleyecek. İyi servis veren GPler, iyi para kazanacak.
Planın ikinci bölümü ise NHSe bağlı iyi hastanelerin kendi yağıyla kavrulmaları. Plana göre NHS kuyruklarında yıllarca beklemek istemeyen hastalar, bu hastanelerden birini arayarak istediği doktordan hemen randevu alabilecek ama parasını da ödeyecek. Bu hastanelerin sayısı şimdilik 12 olacak ama zaman içinde sayısı 50ye varacak. İngilterede bu sistemin dışında eski sistemle devam edecek hastanelerin sayısı ise 250 olacak... Eğer paranız varsa ve çevrenizde sayısı şimdilik 12 olan bu hastanelerden birisi varsa Allahın şanslı kullarındansınız...
Beklemekten canı iyice sıkılan oğlumla Acil Servis oyunu oynamaya karar veriyoruz. Oğlum doktor olacak ve kimin nesi var tahmin edecek. Kimden başlasak. Şu sandalyede oturan ihtiyar bizden önce gelmiş. Üstü başı kan içinde. İlk müdahaleyi yapan hemşire adamcağızın kafasını öyle bir sarmış ki başında şapka var gibi. Belli ki düşmüş ve başının arkasını fena çarpmış. Beyin kanaması olabilir mi? İhtimal vermiyoruz çünkü saatlerdir burada ve bilinci yerinde...
Ya annesinin kucağındaki küçük şirin bebek? Ağlamasına bakılırsa şiddetli bir ağrısı var. Diş mi çıkartıyor acaba? Karnı mı ağrıyor yoksa?
Bekleme salonuyla Acil Servis arasında mekik dokuyan baba-oğul dikkatimizi çekiyor. Baba 80lerinde, oğlu 50lerinde. Bunlar hasta yakını olmalı. Kimi getirdiler acaba? Eğer gelin hasta olsa yaşlı babayı buralara kadar yormazdı oğlu. O halde her ikisi de yaşlı anne için buradalar. Oğlum dayanamayıp yaşlı babaya soruyor: Kimi bekliyorsunuz burada? Yaşlı adam soruyu soran oğlumu dinleyip asıl merak edenlerin biz olduğumuzu düşünüp cevabı bize veriyor. Karısı içerde. Ambulansla getirmişler. 88 yaşındalar ve 65 yıldır evliler. Karısı ishal olmuş ve durumu çok kötüymüş. Serum veriyorlar. Belki bu geceyi hastanede geçirecek...
İnsanları süzmeye devam ederken Acil Servisin arka kapısından polisler giriyor içeri. Eli arkadan kelepçeli bir sanığı doktorun karşısına oturtuyorlar. Ne oldu acaba? Polisler kelepçeyi çözerken yatağın kenarındaki perde kapanıyor...
Zamanın nasıl geçtiğini bilmiyoruz ama saatler gece yarısını gösteriyor. Akşamın saat 6sından beri aynı yerde oturuyoruz. Oğlumun uykusu geliyor ve başını dizime koyup bir anda uykuya dalıyor. Karımın ağrıları artıyor, boynunu çeviremiyor artık Hani bir sorsak, vaziyet nedir? diyecek oluyorum ama Fransız mektebinde büyüyen karım beni tersliyor: Burada çalışan insanların hepsi kimin tıbbi önceliğe sahip olduğuna senden benden de daha iyi karar verir!
Tamam sormadık zaten. Beklemeye devam ediyoruz. Karım elindeki gazetenin düzeltmeler bölümünü de okuyor ve Aaa işe bak diyor. Gazete bir gün önce Palermodan Berline 5 saatte gidildiğini yazmış. Bugün ise, Palermodan Berlin tam 2,061 km, İtalyada ise azami hız saate 130 km, hep bu hızda gidilse bile 16 saat eder, kusura bakmayın yanlış hesaplamışız diyor.
Oğlum kucağımda yatıyor. Karım kimseye bir şey sormamakta ısrarlı. Televizyonda geç saat filmleri başlamış. Bir ara nöbetçi hemşire gelip beklenen anonsu yapıyor: Bu gece çok yoğunuz. Problemi acil olanlar gelip bana söylesin!
Bu son bölüme salondaki herkes gülüyor. Hastanenin Acil Servisinde tam 7 saattir bekleyen insanlara söylenecek en güzel söz bu: Problemi acil olanlar gelsin söylesin. Hemşireye ilk cevap başı kanlar içindeki yaşlı adamdan geliyor: Bana biraz sargı bezi verin de bir taksiyle eve gideyim, pansumanımı da kendim yaparım. Sırada karım var, Bana da bir ağrı kesici verin de eve gideyim diyor hemşireye. Hemşire bir ağrı kesici veriyor ama karıma Sen eve gitme seni nöbetçi GPye sevkedelim diyor. Hemşire mahalledeki nöbetçi GPyi arayıp karım için randevu almaya çalışıyor. Nöbetçi GP, Acil Servisteki hemşireye, Benim yapabileceğim bir şey yok, hastayı röntgen çekmeniz için size göndereceğim yeniden cevabını veriyor. Hemşire, karıma meselenin acil olabileceğini ve röntgen çekilmesi gerektiğini söylüyor! Ne zaman? Ne zaman olacağı belli değil. Karım kararlı, Ben eve gidiyorum diyor.
Kucağımda uyuyan oğlumuzu alıp hastanenin otoparkına bıraktığımız arabamıza doğru yürüyoruz. Gecenin ayazında bütün camlar buz tutmuş... (İT/EK)