Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği'nin (CİSST) açıkladığı verilere göre, toplam 304 bin 886 kapasiteli 402 hapishanede 428 bin 267 mahpus tutuluyor. Ceza infaz kurumlarında yaşanan yoğunluğa paralel hak ihlallerini de artıyor. İnsan hakları savunucuları, bu ihlallerin yalnızca bireysel vakalarla sınırlı değil, yapısal ve sistematik bir soruna işaret ediyor.
Mahpuslar hapishanelerde, özellikle tahliye süreçlerinden tecrit uygulamalarına, ekonomik yoksullaşmadan adil yargılanma hakkına kadar birçok alanda ağır hak ihlalleri yaşıyor. 10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası kapsamında "mahpus hakları insan haklarıdır" diyerek CİSST Hukuk Sorumlusu avukat Ruken Altun ile ceza infaz sisteminde yaşanan ihlalleri konuştuk.
CİSST olarak cezaevlerinde düzenli gözlemler yapıp raporluyorsunuz. Gelen başvurular ve sizin bulgularınız doğrultusunda mahpusların yaşadığı öncelikli sorunlar neler?
Hapishanelerde yaşanan yoğun hak ihlalleri nedeniyle sorun alanlarını önceliklendirmek çoğu zaman kolay değildir. Bununla birlikte, mahpuslardan aldığımız aktarımlar doğrultusunda, haklara erişimi sistematik biçimde engelleyen bazı yapısal sorunlar özellikle öne çıkmaktadır.
Bunlardan ilki, hukuki ve somut kriterlere dayanmaksızın mahpusların haklara erişimini ve tahliye süreçlerini belirleyen idare ve gözlem kurullarıdır. Bu kurullar, ağırlıklı olarak idari personelden oluşmakta ve üyelerinin bazı istisnalar dışında hukukçu niteliği bulunmamaktadır. Buna rağmen, mahpuslar hakkında adeta bir mahkeme gibi kararlar almakta; özgürlük ve güvenlik hakkını doğrudan etkileyen değerlendirmeler yapmaktadır. Bu durum, yargısal güvenceden yoksun idari kararlarla özgürlüğün sınırlandırılması anlamına geldiği için keyfi uygulama yasağı bakımından ciddi bir hak ihlali doğurmaktadır.
Kuyu tipleri
Bir diğer temel sorun, mahpusların bedensel, ruhsal ve sosyal iyilik hâlini gözetmeyen hapishane mimarisi ve tecrit koşullarıdır. Özellikle S ve Y Tipi ile yeni inşa edilen Yüksek Güvenlikli hapishaneler, uzun süreli izolasyonun olağan hâle geldiği, sosyal temasın sistematik biçimde sınırlandığı yapılar olarak öne çıkmaktadır. Bu koşullar, uluslararası standartlarda açıkça "işkence veya kötü muamelenin bir türü" olarak tanımlanan uzun süreli tecrit uygulamalarını beraberinde getirmekte; mahpusların ruhsal ve fiziksel bütünlüğünü ciddi biçimde tehdit etmektedir.
Ayrıca, mahpus yoksullaşması giderek derinleşen bir sorun hâline gelmiştir. Dışarıdaki ekonomik kriz hapishanelere de doğrudan yansımakta; mahpuslar kantin fiyatları, elektrik giderleri, iletişim masrafları ve temel ihtiyaçlara erişim konusunda ciddi zorluklar yaşamaktadır. Hapishanede çalışma hakkının oldukça sınırlı ve emek sömürüsünün yoğun olduğu hapishane koşulları mahpuslar bakımından oldukça zorlayıcı olmaktadır.
Son olarak, mahpusların nakil taleplerinin keyfi biçimde reddedilmesi önemli bir hak ihlali olarak karşımıza çıkmaktadır. Mahpusların ailelerinden uzak hapishanelerde tutulmaları, sosyal bağlarını zayıflatmakta; iletişim ve ziyaret imkânlarını fiilen ortadan kaldırmaktadır. Nakil taleplerinin gerekçesiz biçimde reddedilmesi, hem mahpuslar hem aileleri açısından ek bir cezalandırma aracı hâline gelmekte; ailenin korunması, özel hayata saygı ve sosyal ilişkilere erişim haklarının ihlaline yol açmaktadır.
İdare ve gözlem kurulları ile infaz hâkimliklerinin uygulamalarının, mahpusların savunma hakkını ve adil yargılanma güvencelerini fiilen ortadan kaldırdığı yönünde ciddi eleştiriler var. Sizce infaz sürecindeki bu ihlaller hangi yapısal sorunlardan kaynaklanıyor?
Mahpuslar açısından bu hakka erişim, yalnızca yargılama aşamasıyla sınırlı olmayıp infaz sürecinin her aşamasında devletin pozitif yükümlülükleri kapsamındadır.
Bu çerçevede, idare ve gözlem kurullarının uygulamaları ciddi hak ihlallerine yol açmaktadır. Mahpuslar çoğu zaman bu kurullar tarafından değerlendirilirken yüz yüze görüşmeye çağrılmamakta, çağrıldıkları durumlarda ise avukatlarıyla birlikte görüşme yapma imkânı tanınmamaktadır. Savunma hakkının fiilen ortadan kaldırıldığı bu uygulamalar, mahpusun sürece katılımını engellemekte ve değerlendirmelerin şeffaflığını tamamen yok etmektedir.
Ayrıca, mahpusun tahliye sürecini doğrudan etkileyen kararlar, tek hâkimli infaz hâkimlikleri tarafından dosya üzerinden, mahpusa savunma hakkı verilmeden, idarenin gerekçelerinin “kopyala-yapıştır” biçiminde tekrarlandığı kararlarla sonuçlandırılmaktadır. Bu durum yargısal denetimi şeklen var kılıp içerik bakımından etkisizleştirerek, adil yargılanma hakkını ve mahpusun özgürlük ve güvenlik hakkını ihlal etmektedir.
"İnsan hakları standartlarına aykırı"
Öte yandan, mahpuslardan aldığımız bilgilere göre dilekçelerinin kurumlardan dışarıya çıkarılmadığı, bu nedenle hukuki başvuru sürelerini kaçırdıkları, hak arama yollarına erişemedikleri yönünde yoğun aktarımlar bulunmaktadır. Mahpusun yazılı başvurularının engellenmesi, hukuki süreçlere erişim hakkının ve etkili başvuru hakkının açık şekilde ihlalidir.
Son dönemde sıklaşan bir diğer uygulama, mahpusların adli yardım taleplerinin sistematik biçimde reddedilmesidir. Maddi imkânsızlık içinde olan mahpusların avukat yardımına erişiminin engellenmesi, onları fiilen yargı süreçlerinden dışlayarak, mahkemeye erişim hakkını ve adil yargılanma hakkını doğrudan zedelemektedir.
Tüm bu uygulamalar bir arada değerlendirildiğinde, mahpusların adil yargılanma hakkı yalnızca istisnai biçimde değil, sistematik ve yapısal bir şekilde ihlal edilmektedir. Bu durum, hem ulusal mevzuata hem de AİHS başta olmak üzere uluslararası insan hakları standartlarına açıkça aykırıdır.
İnfazda hak temelli yaklaşım neden önemli?
Hapishaneler kapalı mekânlar olmaları nedeniyle, hak ihlallerinin daha kolay ortaya çıktığı ve görünmez kaldığı alanlardır. Bu nedenle ceza infaz kurumlarında hak temelli yaklaşım, yalnızca bir tercih değil, devletin insan haklarına ilişkin bağlayıcı yükümlülüklerinin gereğidir. Bir kişinin hapishanede tutulması, onun yalnızca özgürlük hakkını sınırlar; bunun dışında kalan tüm temel insan hakları varlığını sürdürür ve korunması daha da zorunlu hâle gelir.
Hapishane koşulları, özellikle özel ihtiyaçlı gruplar için daha ağır ve çoğul hak ihlallerine yol açmaktadır. Dışarıda karşılaştıkları ayrımcılık, zorlanma ve ihlaller, kapalı kurum koşullarında katlanarak artmaktadır. Bu nedenle, özel ihtiyaçlı mahpusların koşullarının yakından izlenmesi, ihtiyaçlarının ayrı bir hassasiyetle tespit edilmesi ve tüm süreçlerin hak temelli, erişilebilir, ayrımcılığa karşı duyarlı bir çerçevede yönetilmesi zorunludur. Sonuç olarak, hapishanelerde insan haklarının korunması, hem hukuki hem etik bir zorunluluktur ve özel ihtiyaç sahipleri için bu zorunluluk daha güçlü, daha sistematik ve daha kapsayıcı bir yaklaşım gerektirir.
İnfaza ilişkin son dönemde yapılan yasal düzenlemelerin, hapishanelerdeki yapısal sorunlara kalıcı ve hak temelli çözümler üretmekten uzak olduğu yönünde eleştiriler var. Siz bu düzenlemeleri yeterli buluyor musunuz? İnfaz sisteminin insan haklarını esas alan bir yapıya kavuşması için ne yapılmalı, kimlere sorumluluk düşüyor?
İnfaza ilişkin yapılan yasal düzenlemeler, ne yazık ki çoğu zaman hapishanelerdeki yapısal sorunlara kalıcı çözümler sunmak için değil de aksine, geçici ve sınırlı iyileştirmeler amacıyla yapılmaktadır. Bu düzenlemeler, torba yasa tekniğiyle, ceza infaz sisteminin bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirilmesini engellemekte ve insan hakları odaklı bir reform sürecinin oluşmasını geciktirmektedir. Bu yaklaşım, öngörülebilirlik, hukuki güvenlik ve normlar hiyerarşisine uygunluk gibi temel ilkelerle de çelişmektedir.
Ayrıca infaz düzenlemelerine yönelik önemli bir eleştirimiz de mahpuslar arasında suç türü ve ceza niteliğine göre ayrım yapılmasıdır. Özellikle kapsam dışı bırakılan suç grupları üzerinden yapılan düzenlemeler, eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı bakımından ciddi tartışmalar yaratmaktadır. Suç türüne göre farklılaştırılan infaz politikaları, mahpusların temel haklara erişimini etkileyen sonuçlar doğurduğunda, hak temelli yaklaşımın bütünlüğünü zedelemekte ve infaz sisteminde ayrımcı bir yapı ortaya çıkarmaktadır.
Bu nedenle infaz rejiminin, geçici ve ayrımcı düzenlemelerle değil; öngörülebilir, bütüncül, eşitlikçi ve insan haklarını esas alan bir çerçeve ile yeniden ele alınması, hem hukuki güvenliğin hem de mahpusların temel haklarının korunması için zorunludur.
10 Aralık mesajı
Mahpus, yalnızca özgürlüğü kısıtlanmış bir birey değildir; haklarıyla vardır ve bu haklar, evrensel insan haklarının ayrılmaz bir parçasıdır. Bir kişinin hapishanede bulunması, temel insan haklarını ortadan kaldırmaz. Aksine, kapalı kurum koşullarının doğası gereği bu hakların korunmasını daha da elzem hâle getirir. Bu nedenle mahpus haklarını korumak, insan haklarını korumaktır; ceza infaz sistemi bu temel ilke üzerine inşa edilmelidir ve bu ilkenin tüm aşamalarda hayata geçirilmesi insan hakları gereği titizlikle sağlanmalıdır.
(AB)







