2001'de nüfus cüzdanı çıkarmak isterken asker kaçağı olduğu gerekçesiyle gözaltına alınıp, daha sonra acemiliğini yapması için Erzincan'a gönderilen ve 10 yıldır vicdani retçi olmanın bedeliyle yüzleşen İnan Süver, geçen hafta cuma akşamı (9 Aralık) mahkemenin kararı ile serbest bırakıldı.
Vicdani ret ile ilgili yasa değişikliği yapılması düşünüldüğü gerekçesiyle tahliye edilen Süver, 5 Ağustos 2010'dan bu yana tutuklu bulunuyordu.
Süver, 10 yıllık kışla, cezaevi, firar üçgenindeki hayatını bianet'e anlattı.
"Emirlere itaat etmedim, silaha el sürmedim"
Kışla, askeri cezaevi, sivil cezaevi, hastane ve firarlarla geçen 10 yılın ardından sokaklarda ilk kez rahatça dolaşabilen İnan Süver'le Beyoğlu'nda görüştük.
"Şimdilik" özgür olduğunu söyleyen Süver, hakkındaki 25 aylık cezanın kaldırılmadığını ve yeniden cezaevine girebileceğini söylüyor. Ancak her şeye rağmen pişman değil: "Ben suçlu değil, mağdurum ve hesap sormak, özgür olmak istiyorum."
* 2001'de nüfus cüzdanı çıkarırken yakalandıktan sonra götürüldüğün Erzincan'daki askeri birlikte neler yaşadın?
Gider gitmez askerlik yapmayacağımı ifade ettim. Burada çok üstüme gelmediler. Askeri eğitimlere falan sokmadılar beni. Çoğunlukla subayların evlerinde boya, badana işleri yaptım.
* Usta birliğinde nereye gittin ve neler yaşadın?
İzmir'e gittim. Burada da eğitimlere çıkmayacağımı ve silah kullanmayacağımı söyledim. Daha sonra çarşı iznine çıktığımda, kışlaya geri dönmedim ve evime gittim.
Bir yıl boyunca kaçak yaşadım. Sonunda yakaladılar ve İzmir'deki birliğime teslim ettiler. Ancak yine emirlere itaat etmiyordum ve silaha elimi sürmüyordum.
* Emre itaatsizliğe genellikle ağır cezalar verilir. Sana ceza vermediler mi?
Hayır, vermediler. Bana sadece koğuş sorumlusu olmamı, ortalıkta dolaşmamamı, tıraş olmamı ve askeri üniforma giymemi söylediler. Bunları yaparsam ve denetimlerde komutanları zor durumda bırakmazsam "disko"ya götürmeyeceklerini söylediler.
İlk başta bu durumu kabul ettim. Ancak daha sonra rahatsızlık duymaya başladım ve askeri üniformayı giymeyip tıraş olmamaya başladım.
* Rütbelilerin tavrı ne oldu?
Beni yine "disko"ya götürmediler. Hastaneye sevk edip 20 gün yatak istirahati almamı sağladılar. 20 gün her bittiğinde yeniden hastaneye gidip bir 20 gün daha yatak istirahati alıyordum. Buradaki amaçları, bir denetim olması durumunda benim ortalarda gözükmemem ve bir soran olursa da beni istirahatte göstermekti.
Bu durum dört kez üst üste tekrarlandı. Beşinci hastane sevkimde hastaneden kaçtım ve yine evime gittim.
"Subay izin kağıdı verdi, kaçtım"
* Bu kaçıştan ne kadar sonra yakalandın? Herhalde öncekiler kadar "hoşgörülü" yaklaşmamışlardır...
Hayır, yaklaşmadılar. Sekiz ay sonra yakalandım ve Şirinyer Askeri Cezaevi'ne gönderildim. Burada işkencenin, baskının, zulmün her türlüsünü dört ay boyunca yaşadım.
Bu süreçte askerlik mefhumuna karşı olan sorgulayan bakış açım ve öfkem iyice arttı.
* Burada yaşadıkların sana hiç "keşke" dedirtti mi?
Hayır. Kesinlikle dedirtmedi. Söylediğim gibi, sadece daha fazla sorgulayan ve daha öfkeli biri oldum. Asla geri adım atmayacağımı kendi kendime telkin ettim.
Cezaevinden çıktıktan sonra beni yine kışlaya teslim ettiler. Ancak üniforma giymemeye, tıraş olmamaya devam ettim.
* Tekrar cezaevine göndermekle tehdit etmediler mi?
Kışladaki komutanlar da biliyor benim cezaevinde neler yaşadığımı, nasıl işkencelere maruz kaldığımı. Buna rağmen hala emirlerine uymadığımı görünce onlar geri adım atmak durumunda kaldı.
Bana 45 gün "hava değişimi" verdiler ve eve gönderdiler. Ancak yine kışlaya dönmedim. Sekiz aya yakın kaçak yaşadıktan sonra yakalanıp tekrar birliğime teslim edildim.
Kışlaya getirildikten sonra, bir akşam çantamı hazırlayıp, sivil kıyafetlerimle nöbetçi subayın yanına gittim. Açıkça, orada kalmayacağımı, eve gideceğimi söyledim. Subay önce şaşırdı, sonra beni bu şekilde nizamiyeden bırakmayacaklarını söyledi.
Bana askeri kıyafetlerimi giymemi söyleyip, "görevli kağıdı" verdi. O kağıtla nizamiyeden çıktım, gittim. Bu kaçışım da yaklaşık bir yıl sürdü. Sonra yakalanınca Şirinyer Askeri Cezaevi'nde üç ay daha kaldım.
"Çürük raporunu reddettim"
* Cezaevlerine, işkencelere rağmen itaat etmemekte kararlısın yani...
Evet. Cezaevinden sonra tekrar kışlaya gönderdiler ve çürük raporu almam için yine hastaneye gönderdiler. Yanlış hatırlamıyorsam 2006 yılıydı ve bayram öncesiydi.
Hastanede "zimmetlendiğim" askere dedim ki, "Ben şimdi gidiyorum. Ama sana söz veriyorum, kışlaya döneceğim. Sen git, komutana de ki -kaçtı, tutamadım-"
Ancak çocuk gitmiş birliğe, "Geri dönecek, söz verdi" demiş. Bunun üstüne temiz dayak yemiş.
* Döndün mü peki?
Evet döndüm. Çünkü o çocuğun başının yanacağını tahmin etmiştim. Bayramı ailemle geçirip kışlaya döndüğümde, artık bana diyecek bir şey bulamıyorlardı.
Sadece başlarına bela olmamı istemiyorlardı ve bu nedenle bölük komutanı imzasıyla onlarca rapor hazırladılar. Tek dertleri benim çürük raporu alıp gitmemdi. Çünkü emir veriyorlar, olmuyor; cezaevine atıp işkence yapıyorlar, olmuyor; 20-30 kez hastaneye sevk ettiler ve çürük raporu almamı istediler. Ancak hastanedeki doktor bir türlü vermedi raporu.
* Sonra yine mi firar ettin?
Evet. Çarşı izninde yine kaçtım. Ancak yakalanınca Şirinyer Askeri Cezaevi'ni bir kez daha ziyaret etmek zorunda kaldım. Fakat bu sefer önceki gibi işkence yoktu cezaevinde.
Yeni cezaevi müdürü, hemen her gün beni odasına çağırıp her konu hakkında benimle konuşuyordu. Bana rapor vermeyi ve en fazla bir ay içinde evime gitmemi sağlayabileceğini söylüyordu.
Benden bunun karşılığında, sadece daha az görünür olmamı, avukatlarım aracılığı ile dışarıya bilgi vermememi istiyordu. Çünkü sürekli olarak yurtiçi ve yurtdışından benimle ilgili yazılar cezaevine geliyormuş.
* Neden kabul etmedin müdürün teklifini?
Kendisine dedim ki, "Bu teklifi kabul edersem bir ay daha yatarım, etmezsem bir yıl yatarım; bir yıl da beni bozmaz." Sonuçta bunca yıl çaba sarf etmişim; geri adım atmak istemedim.
"Askeriye ile bağ koptu, siviller devreye girdi"
* Herhalde bu sırada 25 aylık hapis cezan onanmamıştı...
Hayır. Cezaevi müdürü bana çürük raporunu kabul etmemem durumunda çok sıkıntı çekeceğimi söylemişti.
Bu sırada bağlı olduğum askeri birlik, geçici terhis belgesi verdi. Geçici terhis, bağlı olduğun birliğin, "Ben bu askerle uğraşamıyorum; yeni birlik bulunana kadar terhis ediyorum" demektir.
Geçici terhis belgesi, verilince resmi olarak asker olmadığım için beni sivil Buca Cezaevi'ne sevk ettiler. Buraya sevk edildikten tam bir hafta sonra çürük raporu geldi. Ben de tahliye oluyorum zannedip, eşyalarımı cezaevindeki arkadaşlara dağıtıp, kapıya doğru yönelmeye hazırlanırken cezaevi müdürlüğünden bir kağıt geldi. Bu kağıtta 25 aylık hapis cezamın onaylandığı yazıyordu. Bu gelişmeden sonra, kışlayla bağlantım kesildi ve 25 ay hapis yatmaya başladım.
* Evine gitmeye hazırlanan biri için 25 ay daha esaret kararı çıkması korkunç olsa gerek...
Evet. Moralim bozuldu ancak çok da şaşırmadım. Buca Cezaevi'nde üç ay, Gediz Cezaevi'nde üç ay kaldıktan sonra Manisa Açık Cezaevi'ne gönderdiler.
* Manisa Açık Cezaevi'nden firar etmiştin. Nasıl oldu?
Beni hastaneye götürdükleri sırada boş bir zamana denk geldi, evime gitmeye karar verdim. Ancak burada amacım kaçmak, kaybolmak değildi.
Amacım, sevdiklerimle biraz zaman geçirdikten sonra askeri mahkemeye giderek, "Bakın buradayım, beni tutuklu tutmanıza gerek yok" demekti. Ancak bu tepkimi gösteremeden yakalandım ve Manisa Kapalı Cezaevi'ne gönderildim.
* Burada da yatak yakma olayı vardı...
Evet. Kaçtığım için bana hücre cezası verdiler. Ancak 20 günlük hücre cezası, oldu 50 gün. Ne mektup geliyordu, ne gazete. Telefon etmek istiyordum, ama ona da izin vermiyorlardı. Ben de cezaevi yönetiminin bu uygulamalarına karşı böyle bir eylem gerçekleştirdim.
Hissiyatım, hesap sormam gerektiği yönündeydi. Çünkü ben suçlu değildim. Sadece özgürlüğümü istiyordum. İnsan doğasının temelinde özgürlük vardır. Bu nedenle kabullenmedim tutsaklığı.
Ben o zamana kadar sakal uzatan bir insan değildim. Fakat kendi çocuklarına "sakalını kes" diyemeyecek insanlar, bana sakalımı kesmemi emrediyorlardı. Ben de kesmedim. Bu süre zarfında açlık grevleri de yaptım.
Burada bir kez daha gördüm ki sadece askeriyede değil, devletin her kurumunda baskı var; cezaevlerinde, dairelerinde, okullarında...
"Çatıda biraz rahatladım"
* Manisa'dan da Balıkesir'e sevk edildin. Balıkesir'de durum nasıldı?
Balıkesir, yüksek güvenlikli bir cezaevi. Ege bölgesindeki cezaevlerinde zapt edilemeyen mahkumların hepsini buraya topluyorlardı. Bir bakıma sürgün cezaevi...
Burada beni gasptan hükümlü mahkumlarla aynı koğuşa koydular. Gardiyanlar beni koğuşa götürdüğünde, "Alın bunu adam edin" dediler. Koğuşta ciddi anlamda sıkıntı yaşadım. Orada kalan insanların yüzde 70'i müebbet yemiş insanlardı. Artık hayattan bir beklentileri kalmamış ve kendilerini şiddetle ifade eden insanlardı.
* Ne gibi sıkıntılar yaşadın?
İlk dikkatimi çeken şey, gülen kimse yoktu. Tüm mahkumlara kırmızı reçeteli psikiyatri ilaçları veriliyordu. Mahkumlar da ya bu ilaçları ezip toz haline getirdikten sonra, sigaraya sarıp kafa buluyor ya da birkaç gün biriktirip toptan içiyorlardı. Ben bir şişe rakı içtiğimde öyle kafa bulmam...
* Kafa olup sana mı musallat oluyorlardı?
Evet. Bazen karşıma geçip küfrediyorlardı. Onun dışında normal zamanlarda, mesela çatışma çıkıp askerler, polisler hayatını kaybettiğinde, bütün koğuş bana yükleniyordu.
Bu süre zarfında yönetime birkaç kez dilekçeyle başvurdum ve bu koğuştan alınmamı talep ettim. Dedim ki "Hırsızlık suçundan hüküm giyenler bile gasptan hüküm giyenlerle aynı koğuşta kalmıyor; ben neden kalıyorum?"
* Peki nasıl geçtin tek kişilik hücreye?
Benim zaten firardan, disiplinsizlikten 50 gün hücre cezam vardı. Ben de açlık grevi yaptım, çeşitli eylemlerde bulundum ve "Madem siyasi koğuşa gidemiyorum o zaman tek başıma kalayım" dedim.
* Çatıya çıkma eyleminden bahseder misin?
O da tek başıma hücrede kalmak istediğim için yapılmış bir eylemdi. Bir gün gözümü karartıp çatıya çıktım; oradaki kameraları kırdım.
Sonra peşimden gardiyanlar geldi; onlara yaklaşmamalarını, yoksa atlayacağımı söyledim. Oturdum, bir süre sigara içip etrafı seyrettim.
Gardiyanlar da bana olumsuz şekilde yaklaşmadı. Onlar da beni beklemeye başladı. Biz bazen siyasi koğuşta kalan arkadaşlarla birbirimize, kitap ve küçük notlar yazdığımız pusulalar atıyorduk. Bunların bir kısmı çatıda kalıyordu; kalktım, onları topladım.
Sonra siyasi koğuştaki arkadaşlara bakmak istediğimi söyledim. İzin verdiler. Yaklaşık bir saat çatıda durduktan sonra aşağı indim; benim için bir rahatlamaydı.
Bir parça ekmek iki domates
* Çıkınca nasıl hissettin kendini?
Aylardır ne televizyon ne de huzur içinde insan görüyorum. Yıllardır kaçıyorum ve rahat değilim; Son on yıldır askerlik yüzünden garip bir hayat yaşıyorum. Ama bu on yıl boyunca, kışlada kaldığım en uzun süre 80 gün oldu.
İnsanlara karışmak, topluma dönmek çok güzel. Şimdi evdeyim ve üç çocuğum her an kucağımda. Bana sıkı sıkı sarılıyorlar. Sanki biri beni onların elinden alacak gibi yaklaşıyorlar.
Ancak üç kuruşa beş köfte yok. Ben artist, siyasetçi ya da çocuk değilim. Sadece mağdur olmuş ve "düşün yakamdan" diyen biriyim. Doğanın özünde özgürlük vardır. Ben de özgür olmak istiyorum. Ben özgürlük için bu kadar bedel ödedim; ama görüyorum ki hala din ve milliyetçilik üzerinden insanlar sömürülüyor. Artık bilgi çağındayız. Bu sömürgecilerin başarıları bir yere kadar maya tutar. Ben mücadelemi sürdüreceğim.
* 10 yıllık zor bir süreç... Bu süre zarfında seni en çok ne yaraladı?
Beni Ankara'ya götürüyorlardı. Yol 14 saat sürdü. Bu süre boyunca bana bir parça ekmek ve bir parça kutu reçel verdiler. Dönüş yolunda karnımın çok aç olduğunu söyledim askerlere. Onlar da kendileri yiyeceği zaman bana da yedireceklerini söylediler.
Eskişehir civarında araçtaki komutanın ailesinin evinde durduk. Herkes tepsilerle yemek yedi. Ben, bana da vereceklerini düşündüm. Kapı açıldı ve yemeğim geldi; bir parça ekmek ve iki domates... (EKN)