İranlı ve İran diyasporasının feminist araştırmacıları olarak bu anıların ve yazarlarının sadece Amerikan politikası tarafından kabul görmediğini, aynı zamanda Batının sömürgeci medeniyet söyleminden beslenen Amerikan emperyalist projesinin de bir parçası olduğunu iddia ediyoruz. İran'da "rejim değişimi" için yeni sömürgeci ve emperyalist bir askeri bir saldırının planlandığı şu günlerde bu anılar bu projeyle nasıl suç ortağı haline getiriliyor?
Bizler bu tür anı yazımını küresel kapitalist ilişkilerin toplumsal cinsiyet ve ırk temelinde Batı'nın "özgürlük" ve "ilerleme" kavramlarına karşı İran'ın ve diğer Müslüman ülkelerin "geri kalmışlık" ve "barbarlık" kavramlarıyla birbirinin zıttı olarak konumlandırılmasını sağlayanr bilgi-üretim endüstrisinin parçası olarak görüyoruz. Bu anılar orijinal ve yetkin olarak tanımlanıp "susturulmuş" İranlı kadının sonunda kendine konuşacak bir alan bulduğu anlatılar olarak sunuluyor. Bu anılar indirgemeci ve kadının erkekle ilişkisini "Üçüncü Dünya Kadını" imajına yaslayan ve bu imajı yeniden üreten bir mecra olarak çıkıyor karışımıza.
Bu bağlamda insan hakkı olarak kadının insan hakları, tepeden bakan, ataerkine ve İslam'a olan mahpusluğunun farkında olmayan ve aktif olarak "geleneksel" İran kadını diye bir kategoriyi yeniden üretiyor. Bu "dengeli" kadın kendi haklarını kullanmak konusunda eğitilmeli, orta sınıf Avro-Amerikan normlarına uygun olarak "modern bir kadın" olarak tasavvur edilmeli.
"Üçüncü dünyaya medeniyet götürme misyonu" popüler olduğundan bu yana, kadını kurtarma fantezisi de yeni bir dönemece girdi. "Medeniyetin" büyükelçileri yerine İranlı kadınlar uluslararası yayın evleri aracılığıyla kendi adlarına konuşuyorlar. Bu anlatı yapısı içinde deneyimlerinin türüne göre seçilen kadınlar "otantik" İran kadınının sözcüsü olurken, mevcut "kurtarma fantezisinin" hiç olmadığı kadar sinsileşmesine neden oluyor.
Bu anılar kitle tüketiminde son derece popüler olurken, ana akım medya da bu yazarları "İran uzmanı" ve "kadın hakları aktivistleri" olarak meşrulaştırıyor. Bunu yaparken de hem İran'da hem de diyasporadaki İranlı eleştirel feministleri yok sayıyor. Zaten bizler de bu "cinsiyet temelli kurbanlar" anlayışını ilk eleştirenler değiliz; son derece zengin bir feminist birikimden besleniyoruz. Roxana Bahramitash, Inderpal Grewal, Bell Hooks, Minoo Moallem, Negar Mottahedeh, Ella Shohat, ve Gayatri Spivak kadınların bu endüstriye katılımını eleştiriyor ve medeniyet, terör, özgürlük, demokrasi ve köktencilik kavramlarının sorgulanmasını istiyor. Biz neden bu eleştirel birikimin yok sayıldığını ve diğer türün öne çıkartılıp medyada geniş yer bulduğunu soruyoruz.
Hamid Dabashi Mısır'da yayımlanan El Ahram gazetesinde Haziran 2006'da yazdığı "Yerel Muhbirler ve Amerikan İmparatorluğunun Oluşumu" başlıklı makaleden dolayı hakaretlere maruz kaldı ve yazdığı makale Kuzey Amerika'daki yeni muhafazakarlar tarafından kasten çarpıtıldı. Dabashi'nin eleştirisi diğerlerinden ayrılarak hedef haline getirildi ve tüm bir feminist birikim yok sayıldı. Bu tavır, anı türünün popüleritesinin tamamen cinsiyetçi varsayımlar ile ırk ve toplumsal cinsiyet temelinde ikiye ayırmanın üzerine inşa edildiğini gösteriyor. Böylesi bir yekpare "kadın" kategorisi Azar Nafisi gibi kadınların hem otantik bir ses olduğunu hem de tüm "İranlı kadınları" temsil ettiğini varsayıyor. Bunu yaparken de Hamid Dabashi ideal bir "Kadın düşmanı Ortadoğulu erkek" adayı oluyor. Üstelik dünyayı Doğu-Batı diye ikiye ayırıp bunun İranlılığa içkin bir nosyon olduğunu varsaymak, anı türünün destekçileri ile milliyetçi elitleri ve bazı İranlı yazarları homojen bir biçimde tasavvur edilen İranlıları ve İran kültürünün temsilcileri haline getiriyor.
Bizler eleştirel yaklaşımların görmezden gelinmesini esefle kınıyoruz. Bu tür romantize edilmiş oryantalist İran tarihi portresi ve kadın mücadelesi anı endüstrisi ile sadece çok büyük bir çarpıtmaya maruz kalmıyor; aynı zamanda İran'da kadınların siyasal ve kültürel alandaki katkılarının da içini boşaltıyor, kırsal alandaki kadınların ve çalışan kadınların zorluklarını, umutlarını, özlemlerini de baskı altına alıyor.
Bugün İran'da kadınlar okuma oranlarında, eğitimde, sanatta, gazetecilikte ve hukuksal alandaki gelişmelerin ön planında yer alıyorlar. İranlı kadınlar iki monarşik hanedanlığa en sert eleştirilerini yöneltmişler ve şu anda İslami Cumhuriyeti'ni isteklerini yerine getirmeye çağırıyor. İran'a karşı askeri ya da ekonomik bir müeyyide İranlı kadınların elde ettiklerini de ellerinden geri alacak ve daha fazla zorluk ve trajediden başka bir şeye sebep olmayacak. Aynen Irak'ta da olduğu gibi...
Tarihsel olarak, herhangi bir askeri hareketin, milliyetçi ya da emperyal, İran kadını için çok tehlikeli olacağına dair inancımız tam. Böyle bir harekat İranlı kadınların kadın düşmanı kanunlarla mücadelesini, demokrasi ve refah özlemlerini de olumsuz etkileyecektir. Bizler, yerli ve yurtdışındaki milliyetçilerle, dini ya da seküler köktencilerin ya da yeni sömürgecilerle emperyalistlerin dayattığı militarizme itiraz ediyoruz. İran'a, ya da herhangi başka bir ülkeye atılacak her kurşun, özgürlük, eşitlik, insanlık onuru ve demokrasiye atılmış olacak.
* Metnin altında imzası olanlar şöyle: Niki Akhavan, Kaliforniya Üniversitesi; Golbarg Bahsi, Bristol Üniversitesi; Mana Kia, Harvard Üniversitesi; Sima Shakhsari, Stanford Üniversitesi ABD.
Arka plan
Hamid Dabashi, El Ahram'a yazdığı makalede Amerika'nın İran'a savaş açma stratejisinin nasıl bir toplu hafıza kaybı stratejisi üzerine oturtulduğuna dikkat çekiyordu. Ona göre bu toplu hafıza kaybı seçici hafıza ile rıza üretme ve gerçek tarihi bertaraf etme üzerine oturuyordu.
Yazı Azar Nafisi'nin kitabı üzerine yoğunlaşsa da, önceki örneklere de değiniyor. İlk örneklerden biri 1984'de Betti Mahmoudi'nin yazdığı "Kızım Olmadan Asla"sı. Dabashi'ye göre metin İran hakkındaki her şeyin nefret edilesi olduğunu adeta okuyucunun içine işletmeyi amaçlıyor.
"Tahran'da Lolita'yı Okumak" ise Britanya'nın Hindistan'da uyguladığı en can sıkıcı sömürgeci projelerden birine benziyor. Sömürge memuru Thomas Macaulay şöyle emretmişti 1835'de: "Yönettiğimiz milyonlarca insanla bizim aramızda adeta bir çevirmen görevi görecek bir sınıf yaratmalıyız. Kanıyla ve teninin rengiyle Hintli, ama fikirleri, zekası ve kelimeleriyle İngiliz bir sınıf". Dabashi'ye göre, Azar Nafısi, bu yerel muhbirin ve sömürge memurunun ete kemiğe bürünmüş halidir, aynı işin Amerikan versiyonunu yapmaktadır.
"Tahran'da Lolita'yı Okumak" ne anlatır?
Çok basit bir hikaye. Ayrıcalıklı bir ailede yetişmiş bunun için de Avrupa ve Amerika'da öğrenim görmüş ve bir İran Üniversitesi'nde İngiliz Dili ve Edebiyatı dersleri veren kadın bir öğretmen İslami Cumhuriyetin kısıtlamalarına dayanamaz ve istifa eder.
En parlak yedi öğrencisiyle birlikte evinde derseler düzenler. Hep birlikte "Batı edebiyatının" en önemli eserlerini okurlar. Bu eserlerdeki karakterleri ve olayları İslami Cumhuriyetteki kendi hayatlarıyla ilişkilendirirler.
Dabashi'ye göre hikaye, sadece genel olarak İslami devrimi değil aynı zamanda bütün bir halkı mahkum ediyor.(TS/EÜ)
** Bu yazıyı Talin Suciyan Türkçeleştirdi.