İktisadi olgularla beraber tüm yaşam alanlarının insanın beşeri varlığından, toplumsal yapı ve dönüşümlerden bağımsız bir şekilde, kar maksimizasyonu ve rekabet merkezli algılanması gerektiğini öne çıkaran bu anlayış neoliberal küreselleşme ideolojisi ile ifade edilerek Uluslar arası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası mali kuruluşlarla vücut buluyor.
Türkiye, aynı çerçevede ağırlıklı olarak IMF yönlendirmesiyle sürdürülen, 1998'de yakın izleme ile başlayıp ve 1999'dan sonra aktif işbirliğine dönen bir süreci yaşıyor. Bu süreçteki uygulamaların ise iktisat alanını aşarak, küreselleşme taraftarlarının küreselleşmenin önünde engel olarak gördüğü toplumsal ve siyasal yapıları da kapsadığı gözleniyor. Uygulanan IMF programı da en büyük meşruiyetini Şubat krizi sonrasında bazı makro göstergelerde yakalanan olumlu gelişmelerden alıyor.
Geçtiğimiz hafta IMF Başkanı Rodrigo Rato, Brezilya ve Güney Kore ile birlikte Türkiye'nin IMF'nin kriz çözümü yaklaşımının başarılı örnekleri olduğunu ifade eden cümleler sarf etti. Diğer iki ülkeyi geçelim, Türkiye'de 2001'den sonra yaşanan nedir sorusunu yanıtlamaya çalışalım? İç ve dış borçlarda olumlu gelişmeler gözlenmiyor. Sorun eskiden olduğu gibi duruyor.
Yatırımların olmadığı bütçe, yine faiz ödeme bütçesi olarak teşekkül ediyor. Dış ekonomik ilişkiler ise, en büyük kaygıyı yaratıyor. Dış ticaret açığı ve cari açık hem oransal hem de değer olarak tarihsel rekorunu şimdiden kırmış durumda. İstihdam artışı ise, ilan edilen büyüme rakamlarına eşlik etmiyor ve reel emek gelirleri ya geriliyor ya da aynı seviyelerde hareket ediyor.
Bununla birlikten 2002'de yaşanan talep daralmasından ve döviz fiyatlarının gerilemesinden kaynaklanan bir enflasyon düşüşü ve artan ithalatın beslediği sanayi üretiminde artış gözleniyor. Beklentileri aştığı ilan edilen büyüme rakamları da sanayi üretimindeki artışa bağlanıyor.
2002 ve 2003 yıllarında nasıl büyüdük?
Bu küçük araştırma da bu büyüme rakamlarıyla ilgili. DİE'nin ilan ettiği rakamlara göre 2002'nin ikinci çeyreğinden itibaren yüksek ve beklentilerin üzerinde (hedef yüzde 3 idi) büyüme yaşanmaya başladı. Tarihin en derin iktisadi krizini yaşamış bir ülkede bu nasıl olabiliyordu? Ekonomik canlılığı yok eden, aralarında iyi kazanan beyaz yakalılar dahil milyonlarca insanı işsiz bırakan bir kriz yaşanmışken ve halihazırda sokakta herhangi bir toparlanma gözlenemezken bu yüksek oranlı büyüme neyin nesiydi?
Yanıt hazırdı: Stoklar artmıştı! Binlerce firmanın kapandığı ve henüz 2000'de üretilen stoklar bile tam eritilmediği bir ortamda, ayakta durmaya çalışan sanayici, iktisat teorisi bir yana sağduyuya aykırı bir şekilde hangi akla hizmet üretip stoklara atar sorusu pek fazla tartışılmadı. 2002'nin politik tartışmaları ve erken seçimlerle kaynadı gitti.
Bu soruyu gündeme alıp veriler ışığında kapsamlı bir şekilde tartışan ilk ve (sanırım) tek kişi Selim Somçağ oldu*. Yanıt basitti: Aslında ilan edildiği gibi bir büyüme falan olmamıştı.. Yapılan basit bir hesap oyunuydu.
En son 1996'da hesaplanmış ve değişen katma değer oranlarını dikkate almak için 6 yılda bir yenilenmesi gereken, milli gelir hesabında kullanılan input-output matrislerindeki katsayılar yenilenmemişti. Üretim yönlü ve harcama yönlü olarak iki türlü hesaplanan ve birbirini tutması gereken büyüme verileri arasında, katma değer oranları revize edilmediğinden büyük fark ortaya çıkmakta, bu fark da harcama yönlü GSYİH hesaplarındaki stok değişimi kalemine atılmaktaydı.
Normal bir durumda bir skandal olarak kabul edilmesi ve büyük gürültü koparması gereken bu bulgular egemen iktisat camiası içinde görmezlikten gelindi, hiç tartışılmadı. Türkiye'nin büyüme verilerinin, yurtiçi kredi oranları, sanayi üretimi ve işgücü gelirlerini de içeren (ayrıca DİE'ye konu hakkında sorulan sorular ve yanıtları birlikte) ayrıntılı bir analizinin yapıldığı ve ilan edilen büyüme rakamlarının tutarsız ve yanlış olduğuna dair kuvvetli şüphelerin olduğuna vurgu yapan bu yazıların dikkatli bir şekilde okunmasını önerirken, bunlara ek olarak konuyla ilgili olarak sonradan açıklanan reel sektör bilançolarından birkaç veriye dikkat çekilebilir.
Büyüme rakamları tutarlı mı?
Son beş yıllık verilere kısaca göz atılırsa ilan edilen büyüme rakamları ile ilgili soru işaretleri anlaşılabilir. Aşağıdaki tabloda yıllık bazda bazı makro değişkenlerin değişim oranlarını görmek mümkün.
Kaynak : TCMB EVDS ve Reel Sektör bilançoları. Nominal rakamlar TEFE ile reelleştirilmiştir.
2002'de büyüme rakamları açıklanırken özellikle sanayi üretiminde kaydedilen artışın nasıl finanse edildiği bir soru işareti olarak kalmıştı. Bir yıl sonra açıklanan reel sektor bilanço verilerinde ise bunun nasıl olabildiği görülebilmektedir. Üretim gerçekten artmıştır, ama bu artış banka kredileriyle değil tamamen reel sektör firmalarının öz kaynaklarını artırmalarıyla mümkün olabilmiştir. Bununla beraber üretim artışı, katma değer ve gelir artışı anlamına gelmemektedir. Reel sektör aktif büyüklüğü ve net satış karlılığı oranlarına bakılırsa buradaki garabet daha kolay anlaşılacaktır.
Kaynak : TCMB EVDS ve Reel Sektör bilançoları. Nominal rakamlar TEFE ile reelleştirilmiştir.
Üretim faaliyetinin yarattığı katma değer, uluslararası ticaret hadleri, gelir dağılımı ya da reel sektör fiyatlama davranışları gibi pek çok parametre ile ilgilidir ve sürekli değişkenlik gösterir. Yukarıdaki tablodan görülebileceği gibi reel sektör ne aktif büyümesi ne de satış karlılığı göz önüne alındığında 2002 ve 2003 yıllarında ilan edilen büyümeye yol açabilecek potansiyele sahip değildir. 2001'de aktif büyüklüğünde yaşanan gerilemeyi 2003 sonu itibariyle ancak kapatabilmiştir. Bir diğer parametre olan dış ticaret hadleri ise son beş yılda sürekli aleyhimize değişmektedir.
Her yıl kamu ve özel sektörde anketlerle ölçülen sanayi üretimi verilerinin tutarlı olduğu kabul edilebilirken, esas olarak sanayi üretimine dayanan ve ondan türetilen ticaret ve ulaştırma sektörlerinin katma değer oranları ise input-output matrislerinde -hesaplama zorluğu gerekçe gösterilerek- sabit kalmakta ancak 6 yılda bir yenilenmektedir. 2002'de yenilenmesi gereken katsayılar ise yenilenmemiş sonuçta işaret edilen tuhaflık ortaya çıkmıştır.
Sanal değil yalan büyüme
Harcama yönlü milli gelir sonuçları reel sektör bilançoları ile karşılaştırıldığında durum tüm netliğiyle ortadadır.
Sabit fiyatlarla hesaplanan büyüme verilerine göre, özellikle 2002 ve 2003 yıllarında Türkiye ekonomisi neredeyse stoklara çalışır gibi görünmektedir. Hem pozitif hem negatif değerler alabilen stok değişiminin toplam GSYİH rakamına oranı önceki yıllarda makul sayılabilecek değerler alırken, krizin hemen ertesi olan 2002'de yüzde 5.22 seviyesine, 2003 sonunda ise yüzde 7.7'ye ulaşmıştır.
2004'ün ilk altı verilerine bakıldığında daha da vahim bir sonuca ulaşılmaktadır. Yüzde 12.2! DİE verilerine göre 2002, 2003 ve 2004 ilk altı ayında biriken stoklar Türkiye'nin depolama kapasitesini kat kat aşmaktadır. Reel sektör verilerine bakıldığında ise, 2000'de döviz fiyatlarının baskılanmasından dolayı stoklar yüzde 14.4'lük bir artış göstermiş, 2001'deki krizle beraber önemli miktarlarda stok yıkımı yaşanmıştır. Bununla beraber aynı verilerden hareketle sonraki iki yıl boyunca 2001'de yaşanan bu stok yıkımı henüz yerine bile konamamıştır. DİE'nin öngördüğü ve 2001'deki stok erimesinin neredeyse 9 katına yaklaşan stoklar nerede? Yanıt açıkça görülüyor. Hiçbir yerde!!
1990'lı yıllar boyunca Türkiye'de büyüme ve çöküş devreleri yaşandı. Ağırlıklı olarak sıcak paranın finansmanının söz konusu olduğu, faiz-kur makasının yarattığı avantajla kaydedilen geçici (ama gerçek) milli gelir artışları krizlerle sona ermiş ve bu devreler emek yanlısı iktisatçılar tarafından sanal büyüme olarak adlandırıla gelmişti.
Son iki yılda ilan edilen milli gelir artışlarının sanal bile olmadığı düpedüz yalan olduğuna dair kuvvetli şüpheler verilerden çıkarılabilmektedir. Reel sektör bilançolarından elde edilen stok artışları milli gelir hesaplarına yansıtıldığında büyüme rakamları dramatik olarak düşmekte ancak yüzde 2-3 civarında kalmaktadır.
Amaçlanan IMF programını meşru kılmaktır
İstihdam verileri ile iç ve dış borçlarda olumlu gelişmeler gözlenmezken, dış ekonomik açıklar sürekli kötüleşirken, iktisadi durumun en temel verisi olan milli gelir hesaplarında ortaya çıkan bu tutarsızlık açıklanmaya muhtaçtır. Akla gelen en güçlü ihtimal Türkiye'de 2000'den beri uygulanan ve ülkeyi yıkıma götüren IMF programlarının, sanki başarılı sonuçlar veriyormuş gibi gösterilerek meşru kılınmak istendiğine dair kasıtlı tavırdır.
Geçtiğimiz hafta IMF'nin yaptığı 2004 yılında Türkiye ekonomisinin yüzde 10 civarında büyümesinin beklendiği açıklaması ancak bir traji-komedi olarak nitelendirilebilir. DİE'nin kamuya duyurduğu rakamların oynanan oyundan bağımsız olması mümkün değildir. Oynanan oyun büyüktür. Yapılanın kasıt taşımayan bir hata olduğunu düşünmek için geçerli hiç bir neden yoktur ve egemen iktisat camiasındaki suskunluk anlamlıdır. (EN/BB)
* İşletme-Finans, Haziran 2003 ve Aralık 2004 sayıları. Ayrıca www.selimsomcag.org adresinden yazılara ulaşmak mümkün.