ABD Başkanı Donald Trump, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı altı yıl sonra Beyaz Saray’da ağırladı. Görüşmenin ardından iki ülke arasında birtakım anlaşmalar imzalandı. Doğal gaz tedarik anlaşmasıyla Türkiye, 2045 yılına kadar ABD’den doğal gaz ithal edecek.
25 Eylül’deki görüşmede, Türkiye’nin F-35 programına dönmesi, S-400 alımı sebebiyle uygulanan yaptırımların kaldırılması, Boeing anlaşması, Rusya ve Suriye konuları öne çıktı.
Trump ve Erdoğan görüşme sonrası ortak basın toplantısı düzenlemedi. Oval Ofis’te yapılan kısa açıklamalarda sorular daha çok Trump’a yöneltildi. Trump, CAATSA yaptırımlarının “neredeyse hemen” kaldırılabileceğini söyledi. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack ise görüşmeyi değerlendirirken, “Mesele sınırlar, S-400 ya da F-16’lar değil. Mesele meşruiyet,” ifadesini kullandı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Dış Politika Koordinatörü Prof. Dr. İlhan Uzgel, bianet’e yaptığı değerlendirmede görüşmeyi, somut bir kazanımı olmayan ve Türkiye aleyhine sonuçlanan bir temas olarak nitelendirdi.

“Erdoğan’ın önceden tavizler vermesi gerekiyordu”
İktidara yakın medyada da vurgulandığı üzere, görüşme Türkiye’nin lehine mi geçti?
Görüşmenin içeriğine baktığımızda, hiçbir şekilde Türkiye lehine bir kazanım olmadığını görüyoruz. Hükümetin bunu açıklaması mümkün değil elbette. Sokaktaki insan, emekli, genç, üniversite öğrencisi veya çalışma hayatına katılamayan kadınlar açısından bakıldığında Türkiye’ye bir katkısı bulunmuyor. Keza güvenliğe, ekonomiye veya günlük hayata da somut bir katkısı yok. Tersine, Türkiye’nin mevcut ekonomik ve stratejik gücü, Amerika’ya sunularak görüşmenin gerçekleşmesi sağlandı. Erdoğan’ın Trump’la görüşebilmesi için önceden bazı tavizler vermesi gerekiyordu.
Bu, diplomasi açısından da olumsuz bir durum. Türkiye, görüşme öncesinde ve sırasında birçok alanda ödün vermek zorunda kaldı. Karşılığında ise yalnızca meşruiyet, yani icazet elde edildi. Görüşme Türk-Amerikan ilişkilerinin Erdoğan-Amerikan ilişkilerine indirgenmiş bir yansıması olarak görülebilir.
ABD Ankara Büyükelçisi Thomas Barrack da aynı noktaya dikkat çekti, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tom Barrack, bizim de uzun süredir dile getirdiğimiz gibi, Erdoğan’ın içerideki meşruiyeti azaldıkça dışarıya yönelmeye başladığını vurguladı. Yani içerideki meşruiyet açığını dış ilişkiler üzerinden telafi etmeye çalışıyor. Bahsedilen uçak alımları veya diğer konular aslında ikincil.
Erdoğan’ın asıl sorunu, önceliği meşruiyet bulmak ve bunu dış destekle güçlendirmek. Barrack’ın “meşruiyet” dediği, Amerikan sistemi çerçevesinde Erdoğan’ın iktidarını sürdürmesini sağlayacak araçların toplamı. Ziyaret ve görüşmeler de bu çerçevede, Erdoğan’ın kendi meşruiyetini uzatmaya çalışmasının bir ürünü olarak görülmeli. Bu süreç, Türkiye’nin bazı kayıpları göze almasını gerektirdi. Esas problemimiz de tam olarak bu.
“Türkiye somut bir çıkar elde edemedi”
Yaptırımların kaldırılmasını, özellikle F-35 satış yasağını, Trump bir koşula bağladı ve bu bağlamda “Onun ihtiyaç duyduğu bazı şeyler var, bizim de ihtiyaç duyduğumuz bazı şeyler var ve bir sonuca varacağız,” dedi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunu şöyle değerlendirebiliriz: Yaptırımların kaldırılması, Türkiye’nin ödediği paralar üzerinden değerlendiriliyor ve hiçbir somut garanti yok. Örneğin Boeing uçağı alınacaksa, bu zaten özel bir şirketin satışı. Türkiye’nin Amerika’yı hoşnut etmeye çalışması veya karşılık vermesi şart değil. Bu bağlamda ilişkilerdeki denge tersine dönmüş durumda. Bölgede taşlar yerine oturmaya devam ediyor. Karadeniz ve Ukrayna’daki gelişmeler süreci son derece yakından etkiliyor.
Türkiye’nin stratejik önemi artıyor; ancak Erdoğan’ın önceliği, içerideki meşruiyetini korumak ve Trump’ın gözüne iyi görünmek oldu. Bu nedenle görüşme sırasında yapılan jestler çoğunlukla göstermelik ve pratikte bir anlam taşımıyor. İçerik olarak bakıldığında, Türkiye bu görüşmeden somut bir çıkar elde edemedi.
Boeing yolcu uçaklarına dair tartışmanın hemen ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamaları da gündeme geldi. Fidan, “KAAN’ın satışını ABD durdurdu” beyanında bulundu. Bu açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?
Şu an Türkiye’nin savaş uçağı filosu eskiyor ve yeni uçaklar edinmesi gerekiyor. Eğer bunu yerli imkânlarla yapabiliyorsak, bunu destekleriz. Siyasi değişim olursa (örneğin başka bir hükümet gelirse) söz konusu projelerin devamı sağlanabilir; fakat tüm savunma ihtiyaçlarını dışarıdan alma yaklaşımı savunulamaz. Türkiye’deki yerli savunma projelerinin, Deniz Kuvvetleri ve ASELSAN gibi kurumlarda önceden başlatılmış çok sayıda girişimin parçası olduğunu biliyoruz.
Bu tür konular teknik nitelikte ve bir ucu ekonomiye, bir ucu da savunma sanayine dokunuyor. Savunma bakanlığı, TUSAŞ ve ilgili sanayi kurumları projelerin ilerlediğini söylüyor. Ancak bu tartışmalar, hükümet içinde bir uyumsuzluğun işareti. Bu uyumsuzluğu çözmek de onların görevi. Eğer uçak motoru tedarikinde bir sorun varsa, bunu fiilen halletsinler, aksi takdirde kafa karıştıran açıklamalardan kaçınsınlar.

“Bir taraf konuşuyor, diğer taraf sessiz kalıyor”
Görüşmede öne çıkan gündemlerden biri Trump’ın Türkiye’ye Rusya’yla herhangi bir anlaşma yapılmaması yönündeki baskısı. Öte yandan Mersin’de Akkuyu Nükleer Santrali inşası devam ediyor. Bu durum Türkiye açısından nasıl ikircikli bir durum yaratıyor?
Akkuyu konusunda zaten bir anlaşma yapıldı ve bundan hemen çekilmek mümkün değil, aksi hâlde uluslararası davalar ve yaptırımlar gündeme gelir. Öte yandan Amerika, petrol almayı kesmemizi istedi. Türkiye ise Irak’tan gelen petrolün kesilmesinin ardından, Ukrayna Savaşı nedeniyle daha uygun fiyatlı ve yakın olması sebebiyle Rusya’dan petrol almaya başladı. Bu, Türkiye’nin toplam petrol ihtiyacının yaklaşık 1/6’sını oluşturuyor. ABD ile yapılan anlaşma, Türkiye’nin enerji güvenliği ve dış politikadaki bağımsızlık arayışını doğrudan etkiliyor. Yani Türkiye dışa bağımlılığını azaltmak bir yana, sürekli bir taviz verme durumunda kalıyor: Petrol alıyor, LNG alıyor, uçak alıyor…
Örneğin böyle bir basın toplantısı yapılması da beklenmezdi. Çünkü toplantıda ne gördük? Bir taraf konuşuyor, diğer taraf sessiz kalıyor. Bu doğru bir format değil, iktidara yakın medyanın yansıttığı gibi Türkiye açısından “başarılı bir toplantı” ise hiç değil.
Son olarak, Trump’ın Ukrayna ve Filistin meselelerinde Erdoğan’a biçtiği “arabulucu” rolü üzerine ne düşündüğünüzü merak ediyorum.
Trump, Erdoğan’a sahada Filistin konusunda herhangi bir yetki verilmiş değil ve bu konuyu açıkça konuşmak istemiyor. Özellikle Hamas meselesinde aynı çizgide değiller. Bu nedenle basın toplantısında konuyu geçiştirmeyi tercih etti. Ama biliyoruz ki içeride 21 maddelik bir plan hazırlandı. Birleşik Krallık eski başbakanı Tony Blair ve Beyaz Saray’ın eski Kıdemli Danışmanı Jared Kushner’in hazırladığı bu plan, uygulanabilirliği, Türkiye’nin rolü ve desteği açısından tartışıldı. Önümüzdeki dönemde bunun sonuçlarını daha net göreceğiz.
Ukrayna bağlamında da Trump, Türkiye’yi birleştirici ve tarafsız güç olarak gördüğünü belirtti. Oysa Türkiye, son yıllarda birçok alanda Amerika’ya yaklaşmış durumda. Ukrayna Savaşı sürecinde de petrol dışında buna uyum göstermeye başladı. Trump savaşın sona ermesini istiyor; ama bunu başaramadığı için zor durumda. Bu konuda Erdoğan’dan beklenti içinde olabilir; ancak bugüne kadar buradan somut bir sonuç da alınmış değil.
Velhasıl, Erdoğan, artık desteği dışarıda arayan bir lider. Batı ile tipik bir Ortadoğu ülkesi gibi pazarlık yapıyor: İçeride istikrarı sağlayayım ve siz de otoriter eğilimlerime ses çıkarmayın, bu sayede ben de bölgede işlerinizi yürütürüm, gerektiğinde ödün de veririm. Yeter ki bana destek olun. Bu, Türkiye açısından kaybet-kaybet siyaseti. (TY)













