Cumhuriyet'in eski yazı işleri müdürü Okay Gönensin, bu yaklaşımı sert bir şekilde eleştirdi. Makale çeşitli medya organlarında haber konusu olurken, Pazartesi akşamı Kanal 24'de Fuat Kozluklu'nun haber programında da tartışıldı.
Mesele "döneklik" kavramı etrafında tartışılıyor. Bu yaklaşımı irdelemeden önce konuya biraz daha genel olarak bakmaya çalışalım: Sorun İlhan Selçuk'un görüşlerini değiştirmesi, işkencecileriyle barışması, tıbbi lisanda belirtildiği üzere basit bir Stockholm Sendromu vakası değil. Kısaca, mesele sadece İlhan Selçuk'u ilgilendiren kişisel bir sorun değil.
Fırtına nereden?
Türkiye, genel olarak, galiba Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarıyla birlikte, özel olarak Avrupa Birliği (AB) sürecinden uzaklaştığından bu yana, yoğun ve güçlü bir sağcı/milliyetçi fırtınanın etkisine girdi. Ermeni düşmanlığı, Kürt karşıtlığı, AB aleyhtarlığı hatta sözümona anti-Amerikancılık (Sözümona, çünkü bu ABD karşıtlı aslında dolaylı bir Kürt düşmanlığının yansıması) bu son dönemde toplumun ve fikir dünyasının çeşitli kademe ve bölgelerinde egemen ideoloji olmak üzere.
Aslında sağcılık/milliyetçilik 1925'lerden bu yana devletin yani resmi ideolojinin zaten mayasında, kökeninde, felsefe ve uygulamalarında her zaman güçlü bir mevzi edinmiş idi (Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi, 1946'dan bu yana yapılan tüm genel seçimlerde sağcı partilerin aldığı oy oranları) .
Bu kez, AKP'nin sosyal muhafazakarlığının da cesaretlendirmesiyle, sağcılık ve milliyetçilik resmi ideolojinin ve MHP ideolojisinin tekelinden çıkıp daha geniş çevreleri de kapsamaya, kuşatmaya başladı.
60'lı 70'li yılların Maocu Marksist hareketi olarak ortaya çıkan Aydınlıkçıların, 80'lerden itibaren milliyetçi sağcı temalara temas etmesiyle başlayan süreç, İşçi Partisini MHP ile ortak eylemler düzenlemeye götürdü.
Türkiye siyaset ve fikir dünyasındaki süreci kabaca ve genel olarak izlediğimizde, devletin resmi ideolojisinde ya da MHP çizgisinde herhangi bir yumuşa, yön değiştirme saptanamazken, bir kısım eski solcular, eski sosyal-demokratlar milliyetçiliği belki tam olarak telaffuz etmeseler de açıkça sağcı rüzgara boyun eğdiler hatta kimileri o sağcı rüzgarın üfürükçüsü bile oldu.
Bu değişimde kuşkusuz solun genel olarak yani hem dünyada hem de siyaseten ve ideolojik olarak zayıflaması önemli bir rol oynadı. Eskiden solun doldurduğu alanlar, artık sağın ve milliyetçilerin eline geçti.
İlhan Selçuk işte böyle bir Türkiye siyasal ve fikirsel atmosferinde MHP'li işkencecileriyle kucaklaşma zorunluluğunu hissetti ve bunu kamuya açıkladı.
Hangi Cumhuriyet?
İlhan Selçuk'u bu yolculuğa hazırlayan ortamı da kısaca hatırlamak gerekir: Cumhuriyet gazetesi. Türkiye'nin bu en eski gazetesi daha kuruluş yıllarından başlayarak çeşitli sakatlıklar ve olumsuzluklar içinde büyüdü gelişti.
Bir kere aynı zamanda bir iç çatışma dönemi de olan 'Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal'in istek ve emirleriyle kurulan gazete, ilk baştan kendi de itiraf ettiği üzere Cumhuriyet ideolojisini yani Kemalizm'i yaymayı amaçlıyordu.
Dolayısıyla bağımsız bir gazete olarak doğmadı Cumhuriyet. Dönemin koşulları hesaba katılsa bile Cumhuriyet, başlangıçtan bu yana militan bir gazete idi. Yani olgular ve gelişen gerçeklerin haber, röportaj, fotoğraf, yazı dizisi, makale olarak okurlara aktarılması değildi tayin edici olan işlev.
Cumhuriyet, Kemalizm ideolojisini vakalara, haberlere uygulayarak bu ideolojiyi aklama yüceltme ve yükseltme derneğinin yayın organı olarak işlev gördü hala da aynı yolda.
Bu yolculukta çok önemli dört beş merhale vardır ki, Cumhuriyet'in muhafazakar, sağcı, devletçi hatta faşizan tohumlarını çıplak gözle görmek mümkündür.
Gazetenin kurucusu ve ilk sahibi Yunus Nadi'nin gazeteciliği de tartışılır bir gazetecilik türüdür. Çünkü 1923'den sonra Mustafa Kemal'in yanından ayrılmayan Yunus Nadi, Cumhur Reisinin neredeyse özel kalem müdürü gibi tüm konuşma ve temaslarını yakinen izlemiş ve Mustafa Kemal'in görüşlerini, tırnaksız bir şekilde ve kendi imzasıyla başyazı olarak gazetesinde neşretmiştir.
ABD'deki medya literatürü 'embedded gazeteciliğin' (Yanlış olarak 'iliştirilmiş' tabir edilen ama aslında 'gömülmüş/yekvücut olmuş' denilmesi gereken) 2003'deki Irak operasyonuyla başladığını iddia eder. Oysa Türkiye'de henüz 1920'lerde Yunus Nadi mükemmelen (par excellence) embedded gazetecilik icraatında bulundu.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında Cumhuriyet, açıkça Nazileri destekledi. Demokrasi Cephesini savunan Sabiha ve Zekeriya Sertel'lere karşı savaş açtı. Alman belgelerinde Cumhuriyet'e Nazi propagandası yapması için maddi destek verildiği de yazıldı. Buna belki ihtiyaç bile yoktu. Çünkü Yunus Nadi'nin oğlu Nadir Nadi henüz Viyana'da iken Hitler'e olan hayranlığını Cumhuriyet'e yazdığı yazılarda açıkça zaten beyan etmişti.
Cumhuriyet gazetesinin, 1925'de Şeyh Sait ve 1938'de Seyid Rıza önderliğinde gerçekleşen Kürt isyanlarını izleme-aktarma yöntemi de bilinen, geleneksel, devletçi, resmi ideoloji perspektifiyle yapıldı.
O haber ve makalelerde solun s'sine bile rastlamak olanaksız. Yoğun bir Kürt düşmanlığı, kesif bir Türk milliyetçiliği daha o dönemlerde Cumhuriyet'in alamet-i farikası haline gelmişti.
Tek parti döneminin ajitasyon-propaganda organı olarak işlev gören Cumhuriyet, Türkiye'yi terk etmek zorunda kalan Nazım Hikmet'in fotoğrafını 'okurların tükürmesi için' yayınlaması da Cumhuriyet'in solcu mirası içinde değerlendirilemez herhalde. Daha yakın bir zamanda Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk aleyhine sürdürdükleri saldırı kampanyaları da hatırlarda.
Hangi Şef?
İşte İlhan Selçuk bu ortamda yetişmiş, hatta bu ortamın bizzat fikri liderliğini yapmış bir yazar, bir gazete sahibi. 1960'lardan bu yana 'Pencere' köşesinde bu resmi ideolojiyi, yani Kemalizm'i sol bir söylemle geliştiren ideologun son tutumu, aslında kendisini tanıyanları, 1970'lerden bu yana Cumhuriyet'te çalışmış gazetecileri ve gerçek sol okurları hiç de şaşırtmamış olsa gerek.
Çünkü koleksiyonlar ortada: İlhan Selçuk şimdiye kadar hiçbir yazısında gerçek anlamda solcu olmadı. Solun bazı değerlerini zaman zaman yazmış savunmuş olsa da, Selçuk esas olarak Kemalizm'le Marksizm'i birleştirmek ya da aynı şeymiş gibi göstermek için yoğun çaba harcamış bir yazar.
9 Mart döneminde (1971), bizzat içinde bulunduğu cunta grubu üzerinden darbeciliği övmüş, Türk Silahlı Kuvvetlerinin en keskin savunucusu olmuş, Ermeni meselesi, Kürt sorunu gibi kilit siyasal konularda hep sağcı/devletçi bir tutum takındı.
Selçuk, Ziverbey Köşkü'nde maruz kaldığı işkenceleri ise kendisini mağdur bir solcu olarak tanıtmak için vesile olarak kullandı, derin devletin çeşitli kesimleri arasındaki güç ve iktidar mücadelesinin kurbanı olduğunu kabul etmedi.
Gazete yöneticisi/sahibi olarak da emek/sermaye ilişkisinde hiçbir zaman emekten yana olmamış, görüşleriyle uyuşmadığı muhabir ve yazarları çeşitli oyunlarla gazeteden uzaklaştırmayı başardı.
Solcu bir gazetecinin esas olarak topluma, kamuya, okura, yurttaşa güvenmesi ve dayanması gerekirken, Selçuk, Türkeş ve Bahçeli gibi faşist siyasi liderler, Doğan ve Ciner gibi medya patronlarında medet umdu. Faşistlerin yönetimindeki bir sendikanın desteğiyle Avrasya tarzı milliyetçiliği yaygınlaştırmaya çalıştı.
Tüm bu nedenlerle İlhan Selçuk dönek değildir. Çünkü dönek olmak için önce solcu olmak gerekir. Asalında Marksist terminolojiden alınmış bir sıfat olan 'Dönek', solun temel değerlerine ihanet edip, sağın temel değerlerini benimseyen ya da daha dar anlamda, örgütsel düzeyde Komünist Parti'ye ihanet edip sağcılığı tercih eden, sonra da Marksizm'e saldıran insanlar için kullanılır, kullanılması gerekir.
Hangi Sol?
Solun temel bir dizi değeri var: Emek/Sermaye çelişkisinde emekten yana olup sermayeye karşı mücadele etmek; milliyetçiliğe karşı enternasyonalizmi savunmak; birey/toplum çelişkisinde toplumu ön plana çıkarmak; bireysele karşı kolektifi, paraya ve rekabete karşı dayanışmayı, zengine karşı yoksulu savunmak; özel çıkara karşı kamu çıkarını savunmak; yasaklara karşı özgürlüğü müdafaa etmek vs...
Selçuk'un 80 yıla yaklaşan kişisel, mesleki ve siyasal yaşamöyküsüne baktığımızda, her aşamada ve her kategoride Selçuk'u sağda görüyoruz.
Kuşkusuz değerlerin hızla yıpratıldığı, daha doğrusu her şeyin yani dünyanın, insanın, toplumun, tanımların çok hızlı değiştiği bir dünyada sol da değişmek zorunda. Yani solun, solculuğun kendini değişimlere uydurması mutlaka gerekiyor.
Sol, solculuk sabit, değişmez bir Tanrı kelamı, fikriyatı değil. Ama solun yukarıda özetlemeye ve saymaya çalıştığım temel değerleri vazgeçilmez, olmazsa olmaz değerler, sağcı/milliyetçi rüzgarlar estiğinde fırtınalar koptuğunda bu değerleri muhafaza edemezsek hepimiz sağın, milliyetçiliğin pençesine çok kolay bir şekilde düşebiliriz.
Sol, kendi değerlerini koruyup geliştiremez, dönemin koşullarına uyarlayamazsa sağcılaşır.
İnsanlık var olduğundan bu yana ezen/ezilen, sömüren/sömürülen, yöneten/yönetilen, yoksul/zengin çelişkisi var. Patron da işçi de blue-jean giyince bu uzlaşmaz çelişkiler ortadan kalkmıyor. Sağla sol da, zaten bu çelişkiler karşısında takındığımız tutumla vücut buluyor.
İlhan Selçuk'un işkencecileriyle barışma itirafında trajik bir nokta daha var: O uzlaştıkları sadece İlhan Selçuk'a işkence yapmadı.
O anlayış, belki de yüzyıllardır, Spartaküs'den Pir Sultan'a, Jean Jaures'den Victor Jara'ya binlerce insanı katletti. Varsın İlhan Selçuk kendi işkencecileriyle kucaklaşsın, sol gelenek ne işkenceyle ne de faşizmle uzlaşabilir. (RD/BA/EÜ)