BİANET'E GELENLER - KASIM 2025
İletişim Yayınları'ndan 10 yeni kitap okuyucuyla buluştu

İletişim Yayınları'ndan bianet'e gelen 10 yeni kitabı sizlerle paylaşıyoruz.
Anneannemin Söylemediği Şarkılar, Şenol’un kişisel geçmişine ve aile ilişkilerine yöneldiği metinlerle başlıyor. Yazar bu bölümde annesi, anneannesi ve hayatındaki diğer kadın figürleri ele alırken duygusal bir yüzleşme ve anlama çabasına yer veriyor.
Kitap ilerledikçe bugünün gündelik yaşamına ve toplumsal gözlemlerine geçiliyor. Şenol, kendi bakış açısından dikkatini çeken kişi ve olayları yorumlayarak kayıt altına alıyor. Metinler, kimi zaman neşeli ya da hüzünlü, kimi zaman daha eleştirel ya da yumuşak bir tonla kaleme alınmış kısa denemelerden oluşuyor. Yazar, bu çeşitlilik içinde bireysel ve toplumsal hallere dair gözlemlerini aktarıyor.
Nobel Ebebiyat Ödülü sahibi Steinbeck’ten İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde bir direniş ve umut romanı. Küçük ve barışçıl bir Avrupa kasabası düşman birlikleri tarafından ansızın ve şaşırtıcı bir kolaylıkla işgal edilir. Özgürlüğüne düşkün kasaba sakinleri ise boyun eğmemeye kararlıdırlar.
Melike Koçak bu kitapta, kimi zaman belirsizleşen, kimi zaman sessizliğe yönelen anlatılar kuruyor. Öyküler, doğrudan görünene değil, daha çok sezilen ya da ima edilen duygu ve durumlara odaklanıyor. Yazar, net bir başlangıç ya da son çizmek yerine, anlatının boşluklarında gelişen bir akış tercih ediyor. Bu yaklaşım, okurun metne kendi yorumuyla dahil olmasına imkân tanıyor.
Çıplak Kalabiliriz, günümüzün alışkanlıklarını ve kabullerini sorgulayan, bu kabullerin gündelik yaşam üzerindeki etkilerini tartışmaya açan öykülerden oluşuyor.
Bir tarihsel dönemin sona ermekte, yenisininse büyük çalkantılar içinde doğmakta olduğu bir dönemeçte tarihçi geçmişe ve gelecek ihtimallerine dair neler söyleyebilir? İleriye dönük iyimserliğin çözüldüğü, geçmişe dönük nostaljik ilginin güç kazandığı günümüzde, tarihçinin oynayabileceği yaratıcı rol üzerine düşünen Oktay Özel, “tarih” kadar tarihçi ve tarihyazımını da tarihselleştirmenin gerekliliği üzerinde duruyor. Türkiye’deki siyasi iklimin akademi ve tarihçilik üzerindeki otoritesinin yarattığı sorunları, dönemsel gelişmelerin etkisinde kalan tarihçinin karşılaştığı zorlukları merkezine alan Dün Sancısı’nın yeni makalelerle genişletilmiş bu baskısı, gündemin dayatmalarına karşı yapılan etik ve akademik tartışmaları bir araya getiriyor.
Feminist teori bazen salt kadınlar ve erkekler arasındaki farkları/eşitsizlikleri tespit etmek olarak ele alınır; bu teorinin yalnızca kadınlar hakkında olduğu ve kadınları ilgilendirdiği farz edilir. Oysa feminist teori canlıdır, “gerçek” hayata uygulanabilir; aynı zamanda hayata başka türlü görülmesi mümkün olmayan bir bakış açısı kazandırır. Gözümüzün önünde olanı, yani gündelik hayatı kavramsal olarak okumamızı mümkün kılar. Bu kitapta da bu anlayıştan yola çıkarak politika, epistemoloji, mekân, ataerki, kesişimsellik, queer, erkeklik, performatiflik, duygulanım, insan-sonrası ve yeni materyalizm kavramlarının feminist teoriyle ilişkileri ve feminist teorinin bu kavramları ve bu kavramlarla düşünmeyi nasıl mümkün kıldığı mercek altına alınıyor.
Düşünürün doğumunun yüzüncü yılına bir selam sayılabilecek olan bu kitapta Barış Ünlü, Frantz Fanon’un bir biyografisini veya el kitabını değil, geniş ufuklu bir eleştirel okumasını sunuyor. Fanon’un sömürgeciliği, ırkçılığı, kapitalizmi, sosyalizmi kuşatan geniş ufkuna keskin bir bakış sunuyor.
Kitapta, gündelik hayatın sıradan ya da gözden kaçan unsurları –çalışmayan alarmlar, ilaçlanması gereken böcekler, düzensiz zeminler, ansızın değişen manzaralar, yorumlanamayan rüyalar, biriken çöpler, küçük kazalar, asit yağmurları, akvaryumlar ve kent yaşamının içinde varlığını sürdüren hayvanlar– farklı öykülerin çıkış noktası olarak kullanılıyor. Geçici Manzara, Hakan Bıçakcı’nın çoğu “tuhaf” olarak nitelendirilebilecek, günümüz atmosferine temas eden yeni öykülerinden oluşuyor.
İslâmi muhafazakâr dalganın 1980 Darbesi’nden sonra görünürleşmesi, İslâm’ın Türkiye siyasal hayatında 1980 sonrası bir olguymuş gibi anlaşılmasında büyük pay sahibidir. Ancak bir uyanışı veya dalgayı anlamak onun örgütlenmesini, toplumsal tabanını, öne çıkan figürlerini ve düşünsel köklerini takip etmeyi gerektirir. Mehmet Güldal, Milliyetçi Muhafazakâr Neslin Çatısı: İlim Yayma Cemiyeti (1951-1981) kitabında bu takibi yapıyor. İlim Yayma Cemiyeti’nin ortaya çıkmasını mümkün kılan tarihsel kesiti tartışırken, dindar/muhafazakâr nesil yetiştirme idealinin, reaksiyoner modernist anlayışının, öncü ve öncül şahsiyetlerinin teferruatlı tahlilini yapıyor. Böylelikle cemiyetin milliyetçi muhafazakâr bir çatı hüviyetini tespit ediyor.
Robespierre’in ne devrimci bir aziz ne de kana susamış bir canavar olarak tarif edildiği Ölümcül Saflık – Robespierre ve Fransız Devrimi, devrimi ve Robespierre’i şekillendiren koşul ve çelişkileri güçlü bir biçimde resmetmekle kalmıyor, aynı zamanda iktidar, şiddet, demokrasi ve cumhuriyet fikri üzerine de canlı bir tartışma olanağı sunuyor.
Ozan Doğan, Türkiye’de hem Alevilerin hem Romanların az bilinen bir topluluğunun, Roman Alevilerin gerçekliğine ışık tutuyor. Roman Aleviler, katmerli bir dışlamanın, başka bir deyişle bizzat dışlananlar arasında da dışlanmanın çarpıcı bir örneği: “Her grubun günah keçisi” onlar. İçlerinden birine “Ne vatandaşız ne Müslümanız ne Aleviyiz. Kimsenin umurunda değiliz” dedirten bir tahakküme tabiler.
Uşak örneğinde yapılan saha çalışmasına dayanan kitap, yaşantı ve ritüellerini tasvir ettiği topluluğun içindeki farklı grupların özelliklerine de eğiliyor (demirciler, elekçiler, sepetçiler, abdallar). Ve Roman Alevilerin maruz kaldıkları dışlanmayla baş etme stratejilerini, var olma mücadelelerini de göz ardı etmiyor.
(VC)










