Özellikle yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren medya, toplumun kendisiyle karşılaşmasının temel ortamı olmaya başladıkça, medya ve iletişim sektöründe çalışanların rolü ve önemi de bütün dünyada artmaya başladı. Bu ise, çeşitli düzeylerde "işlerin yapılma tarzına" aşina olan kişilerin sektöre dahil olmaları beklentisini doğurdu.
Kuşkusuz "işlerin yapılma tarzı", medya sektörü de kapitalist üretim ilişkileri ve kapitalist üretim tarzına yerleşik olduğu için, kapitalistleşti. Ve gazetecilik ve haberciliğin iş görme pratikleri, dönemin ruhuna uygun biçimde yeni sağ ve neo-liberal politikaların belirleyiciliğinde, baştan konfigüre edilmekte.
İletişim sektörünün ve medya kurumlarının yapıları, mesleki uzmanlık ihtiyacı ile ekonomik ve politik gücü devşirme, uygulayabilme ve böylelikle ayakta kalabilme ihtiyacı çerçevesinde yeniden belirleniyor.
Dolayısıyla yeniden konfigüre edilen şey yalnızca gazeteciliğin iş görme pratikleri değil, sektörün beklentisi olan bu iş görme pratiklerini sorgusuz sualsiz benimseyerek uygulayacak bir insan yapısıdır aynı zamanda. Bu insan yapısı neo-liberal pedagojik yaklaşımla kolayca ayarlanıp düzenlenebilir.
Ama asıl soru şu: Edilmeli midir?
Neo-liberal iletişim pedagojisi
1970'lerin sonundan itibaren dünya çapında hakim bir ideoloji haline dönüşmeye başlayan neo-liberalizm, yeniden biçimlenen kültürel politikalar ve zihniyet dünyası için koşulları oluşturdu.
Zaman geçtikçe bu ideoloji, izole tüketici ve pazarın mantığı dışında bir toplumsal tahayyülü olanaksızlaştırdı. Sadece toplumsal adalet ve küresel demokrasinin gerçekleştirilebilmesiyle ilgili umutlara darbe vurmakla kalmadı; daha da önemlisi bunları yapmak amacıyla kapsamlı bir mücadele içine girecek toplumsal faili de ortadan kaldırdı.
Kamu söyleminin ve kamu politikalarının kaybolmaya ve değerinin zayıflatılmaya yön tuttuğu, yoksulluk başta gelmek üzere, ırkçılık vb... bir çok kamusal sorunun bireysel sorunlarmış gibi tasarlanmaya başlandığı, bütün kamusal meselelerin özel çıkar alanına çökertildiği, Baumann'ın deyişiyle özel olanın kamusal alanı kolonize ettiği, özel çıkarların toplumsal gereksinimlerin önüne geçirildiği ve ekonomik büyümenin sosyal adaletten daha önemli görüldüğü bir dönemdeyiz.
Neo-liberalizm bunu yaparken kuşkusuz kamu pedagojisini de yerinden etti. Yani yurttaşları dünyayı eleştirel bir tarzda okumalarına, şekillendirmelerine ve yönetime katılmalarına hazırlayan eleştirel yeterliliği, okur yazarlığı, bilgiyi ve kapasiteyi sağlayan pedagojiyi terk ettirdi. İşte bu dönemde toplumsal failin kendi eyleyici konumuna nasıl geri çağırılacağı asıl önemli sorundur.
İletişim eğitiminin neo-liberal zihniyet dünyasının pedagojisi içine çökertilmesi, tam da medya sektörünün istediği türden sinik akıl ile davranan gazetecilerin, programcıların yetiştirilmesine yol açmaktadır.
Son otuz yılda paranın politikalar ve her şey üzerinde etkisinin arttığı, şirket çıkarlarının kamu çıkarlarını geçersiz kıldığı ve kontrolsüz şirket gücünün tiranlığının artmasıyla toplamında demokrasinin güçten düşürüldüğü gelecek ufku, bütün eğitim süreçleri boyunca açık yada örtük olarak işaret edilmektedir.
Çünkü neo-liberalizmin yaslandığı pedagoji, bilginin artan ticarileşmişliğine, parçasallaşmışlığına ve özelleşmişliğine dayalıdır. Bu pedagoji, bir yönlendirme dizgesi veya tekniği olarak güç ilişkilerini normalleştirir.
Bunu yaparken bir yandan da kurumsal ve yapısal belirleyicilerin yerine, failin eyleme özelliğini aşırı vurgular. Aslında bu fail, toplumsal bir fail değildir; kendi sorunlarının daha genel makro sorunlarla bağlantısını görmekten uzak, onu kişisel sorunlarmış gibi algılayan ve çözümü için de neo-liberal ahlak ve değerler çerçevesinde hareket eden bir faildir.
Dolayısıyla varolan sınıfa, cinsiyete, ırka, dine, vb...dayalı güç ilişkilerinin işleyiş mekanizmasını açığa vurabilecek, bu iktidar tarzlarının dönüşmesi için toplumsal dayanışma tarzlarına dikkat yöneltecek, neo-liberalizmin gelecek tahayyülünden farklı bir tahayyülün tasarlanabilmesini sağlayabilecek bir failden söz etmemektedir.
İletişim eğitiminde neo-liberal pedagojinin öncüllerine dayanıldığı sürece karşımıza çıkmaya devam edecek manzara ve manzaranın yeni insanı, işte budur.
Eleştirel iletişim pedagojisi
Dünyanın nasıl bir yer olduğunu, neo-liberal pedagojinin varsayımlarından farklı ele alınca karşımıza iktidarın ta kendisi çıkmaktadır. Eğer pedagojiyi iktidar- bilgi ve ideoloji arasındaki ilişkiyi aydınlatan politik ve ahlaki bir pratik olarak görmeye başlarsak, o zaman toplumsal faili neo-liberalizmden farklı bir eyleyici konumuna gerçekten yerleştirme olanağımız belirir.
Bu amaçla önce eleştirel pedagojinin hedeflediği gibi iktidarı görünür kılmak sürekli hale gelmelidir. Bu konu, özellikle iletişim eğitimi için merkezi önemdedir. Böylece hakim sınıflar tarafından üretilen hegemonik bilginin ideolojik dolaşımına meydan okunmuş olur.
Eğitim süreçlerinin eleştirel pedagojik anlayışla yeniden tasarlanmasının hegemonik bilgi üzerindeki bu etkisi, ikinci aşamada insanların bilişsel repertuarlarında da önemli alt üst oluşlar için bir olanak yaratabilir.
Bilişsel alt üst oluşlar veya ortak duyunun çerçevesinin sorgulanır hale gelmesiyle birlikte insan, sivil değerleri ticari değerlerden daha üstün tutmaya başlayabilir; özel sorunların daha geniş toplumsal koşullarla ve ortak güçlerle bağlantılı olduğunu kavrayabilir; ve kendini kamu söylemi, vizyonu ve istekleri içine yerleştirmeye çalışabilir.
Eleştirel pedagoji, işte bu noktada demokratik değişimci bir güç olarak dikkate alınmalıdır. Neo-liberalizmin ürettiği sinikliğe, ahlaki umutsuzluğa ve sosyal Darwinizme karşı çıkmanın olanağını sunar.
Eleştirel pedagoji, kamusal, bütüncül ve kapsayıcı bilginin oluşturulması anlayışına dayanır. Bizlere apaçıkmışçasına görünen şeylerin yaşantımızdaki nesnelerle kurduğumuz mekanik ilişkilerimiz tarafından nasıl da sınırlandırılmış bir bilgi olduğunu fark ettirmeyi amaçlar. Bu pedagojide, değerleri ve kimlikleri inşa eden bilgi, eğitmen ile eğitilenin ortak bir yaratısı olarak görülür. Öğrencilerin gelişmesinde, onlara sağlanan özerkliğin ve otoriteyle ilişki kurma tarzının farklılaşmasının öneminin altını çizer. Kapitalizm için işlevsel ve kişiyi aptallaştırıcı, ampirik bir tarzda uygulanması gereken reçete bilgi yerine yenileyici bilgiyi kurmaya çalışır. Yenileyici bilgi, yorumlayıcıdır, öğrencilerin ortak deneyimlerinden gelişen ve dünyaya öznel bir kavrayışla yönelten bilgidir.
Bu bilginin oluşumu için eleştirel düşünümsellik bir pratik olarak olmazsa olmaz kabul edilmektedir. Eleştirel düşünümsellik şeylerle insanlar arasındaki ilişkilerin güce dayalı seyrini görmesi ve çözmesi için sadece öğrenciye kazandırılması gereken bir varolma tarzı değildir.
Eleştirel düşünümsellik aynı zamanda öğretenin de neyi neden ve nasıl yaptığını fark etmesini ve sürekli gözden geçirmesini sağlayan kendi kendisiyle bir mesafelenme yeteneği olarak vazgeçilmez görülüyor.
Eleştirel düşünümsellik ile öğretenin eğitim mekanında kendi otoritesini yadsıması değil, ancak otoritesinin kaynağının konumundan değil, kişi olarak kendi deneyiminden geldiğini fark etmesi beklenir.
Diyalog, süreç ve değiş tokuşun öne çıktığı bu anlayışta, neo-liberal anlayıştan farklı olarak, öğrencinin kendi deneyimiyle bağlantılı konumunun kısmiliği, çelişkili doğası ve farklı konumların olanağı açıkça tartışılmalıdır. Öğrencilerin deneyimleri, belirli sorunlarla bağlantılandırılmalı ve bu sorunların kamusal niteliğine dikkat çekilmeli.
Bütün parametreleriyle eleştirel pedagoji, iletişim akademisinin iddia ettiği ancak gerçekleştirmekten hala uzak olduğu yeni insanı yaratma olanağı sunuyor.
Çözülmesi zor gerilim
Eğer medya eğitiminde eleştirel ve sorgulayıcı düşünceye değer verilecekse, sinik akılla veya mutsuz bilinçle hareket eden iletişimciler değil de kendisini değişimci bir güç olarak ya da toplumsal fail olarak algılayabilen iletişimciler yetiştirmek isteniyorsa, eleştirel pedagojiye dikkat yöneltmemiz gerekli.
İletişim eğitiminde eleştirel pedagojinin sağlayabileceği açılımlar, iletişim fakültelerindeki müfredatın içeriğini uygulama/kuram, ekonomi politik/kültürel çalışmalar gibi ikiliklerin ötesinde yeniden gözden geçirmeyi gerektiriyor.
İletişim eğitimindeki eleştirel düşünümsellik, öğrenciye mutsuz bilinçlilik içinde mevcut medya sektörünün dişlisi olmak ile sektörün dışında kalmaktan farklı bir üçüncü konumu önerecek hale getirilmeli. Bu ise iletişimciye başka türlü bir varolma tarzını öneren yeni bir ufka işaret etmek demektir.
Bu ufuk, geleceğin medya profesyonellerini, anlam üreticilerini, "dünya bilgisi" emekçilerini, yeni toplumsal tahayyüllerin oluşturulabilmesi için son derece sorumlu bir konuma yerleştirmektedir. Sorumluluk, umudu politikaya aşıladıkça hem farklı bir gelecek hem de farklı bir politikanın olanaklılığı iddia edilebilir hale gelir.
Alain Badiou 'nun güzel deyişiyle: "Bir eğitim projesi olarak umut, olanaklı olanın devralınandan nasıl olup da daha büyük olduğunu gösterebilmektir. Yani 'her şey değil ama başka bir şey olanaklıdır'ı göstermektir". (ÇD/EÜ)
* Doç. Dr. Çiler Dursun, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi