Pek çok mürekkep yalamış geniş görüşlü insanın paylaştığı, doğruluğundan hiç tereddüt duymadığı, ama söylerken, yine de, sanki ıssız ve karanlık bir mezarlıktan geçiyormuşçasına tedirginlik duyduğu fikirlerden biri de, olasıdır ki, "Marksizmin en pozitivist gelenekten gelen yanlışı"nın, "siyasi bilinçlenmeyi, iktisadi konuma indirgemesi" olduğudur. Ne de olsa "Sınıflara otomatik olarak siyasi bilinç atfedemeyiz." Marksizmin pozitivist bir gelenekten geldiği, Marksizm hakkında yazılan bir alay kitap ve makalede paylaşılan, öyle ki artık sorgusuz sualsiz kabul edilen bir fikr-i mutlak olmuştur. Tıpkı bunun gibi, ama hiçbir entelektüel çabayı gerektirmeyen, bir o kadar kolay ve yaygın şekilde edinilebilen bir başka genel geçer fikir de "bir insanın ezilen olduğu için otomatik olarak solcu olmadığı"dır. Bu öylesine basit bir tespittir ki, insanın bunu kavraması için allame-i cihan olması hiç de gerekmez. Böylelikle çok bilme hali ile hiç bilmeyi gerektirmeyen saf gözlem yeteneği bir araya gelerek, ortaya çıktığı o uğursuz günlerden beri, defterini dürmek için her saygın ve saygı kazanmak isteyen alimin çaba sarf ettiği marksizm bir çırpıda, zahmetsizce tarihin çöp sepetine atılabilir. Fakat neden bu kadar aşikar ve masum bir tespit marksizmin sonu olsun ki? Hem ayrıca Marksizm bu gözlem ve mantığı karşılayamayacak kadar derme çatma bir fikir ise artık bir kenara bırakılması daha hayırlı olmaz mı?
Aslında burada sorunumuz, genel bir bağlamda yaklaşacak olursak, o malum temel soruya kadar gider. Bilinç mi maddeyi belirler, yoksa madde mi bilinci, çünkü iktisadi koşullar diyerek soyut ifadesini ortaya koyduğumuz şey, insanların maddi, nesnel, gerçek olan yaşam koşullarından başka bir şey değildir. Doğrusu, maddenin bilinci belirlediği, mevcut bilimsel ve sosyal bilgi birikimimizle artık bir belit olarak kabul edilmesi gerekilen aşikarlığı ulaşmış olmasına rağmen, "eğer geometrik belitler, insanların çıkarlarına aykırı olsalardı, onları çürütmek için binlerce yıldır uğraşılıyor olurdu" deyişini andırırcasına, bu "basit" gerçeğe karşı hala direniliyor.
Bilimin, din ve felsefe ile olan süreğen mücadelesi, özünde, bilim insanları (tıpkı tarihin akışını kendi faaliyetleri ile belirleyen bireyler gibi) bilincinde olmasalar ve hatta tam tersi yönde uğraşmaya çalışsalar da, bu gerçeğin kendini sürekli olarak ortaya koyması sebebiyle bir alevlenip bir durulmaktadır. Örneğin pek çok evrim bilimci, diğer pek çok yarı okumuş aydının önyargılarından farksız bir varsayımla, önce beyin gelişiminin gerçekleştiğini, böylece insanın akıl ve bilinç yordamı ile evrimini hızlandırdığını ispatlamaya çalışmışlardır. Oysa ki fosil kanıtlar, tam tersini, önce ellerin, yani insanın maddi dünya ile ilişkisini kuran gerçek maddi aracın geliştiğini, buna bağlı olarak, beyinin, yani akıl ve bilincin geliştiğini göstermektedir. Doğrusu maddi gerçekliğin bilinci belirlediği gerçeğini kabul edemeyecek pek çok "pozitif bilimci" ve onlardan kat be kat fazla sosyal bilimci olduğunun malum olmasına rağmen, bu gerçeğin kabullenilmemesinin, Marksizm bir tarafa, belki "bilim" yapmayı değil ama bilimsel olmayı engelleyeceği aşikar olduğu için, bu genel doğrudan şüphelenmek, artık bilimin ve marksizmin alanının dışında sürdürülebilecek "boş" bir tartışmadır.
Peki ama, maddenin bilinci belirlediği bilimsel bir gerçek olmasına rağmen, bazen koca koca insan kitlelerinin gerçek, hatta anlık somut çıkarlarına aykırı hareket edebildikleri görülmüyor mu? Üstelik, kalabalıklar bir yana, bireylerin, neredeyse hiçbir zaman bu "pozitif" paralelliği tutturamadıklarını görmüyormuyuz? Evet, bu gözlemler, temel doğruyla çelişiyor gibi görünüyorlar. Bu durumda Marksizm çelişkili görünümün "bilimsel" tarafını alıp, gerisinin de ona uyması gerektiğini fanatikçe savunmasının sonucunda tarihe gömülmeyi hak etmiş olsa gerektir. İnsan böylesine derme çatma bir fikrin nasıl olup da bu kadar insanı peşinden sürüklemiş olduğunu anlayamıyor. Üstelik, Marx'ı, kendi zeka ve kavrayışına güvensizliğinin sonucu başkalarından öğrenenlerden farklı olarak bizzat Marx'tan okuyanlar fark etmiştir ki, Marx, işçi sınıfının kapitalizm koşullarında, cehalete, düşük ahlaka, yozlaşmaya, insanlıktan çıkmaya mecbur olduğunu pek çok yerde belirtir. Yani, Marx'ın kendisi, marksizmin en pozitivist gelenekten gelen yanlışına yabancıdır. Marksizm diye önümüze konulan şeyin Marx ile ilgisinin olmaması, önümüzdeki sorunu düşünme zorluğundan bizi alıkoymamalı.
Evet, bireyler kendi somut durumlarının bilincine yanılsamalı olarak ulaşabilirler ve hatta hiç ulaşamayabilirler. Hatta daha da ileri giderek diyebiliriz ki, bireyler çoğunlukla bunu başaramazlar. Bunun temel sebebi bireylerin yetersizliklerinin yanı sıra bilincine varılması gerekilen nesnel dünyanın ve gerçekleşen olayların iç bağlantılarının oldukça karmaşık biçimde kendilerini göstermeleridir. Bu öylesi bir karmaşıklık halini alabilir ki, her gün gözlenen bazı süreçleri kavrayabilmek ve gerçekten bilinçli bir biçimde anlatabilmek için akademik eğitim görmüş akıl küpü bir bilim adamı dahi kendini paralasa, bu günün sosyal bilimlerinin örneklendirebileceği gibi, başarı sağlayamayabilir. Öte yandan, bilincine varılması gerekilen maddi dünyanın karmaşıklığı karşısında bireysel yetersizlikler, bireyler bir araya geldikçe ve bir arada öğrenmeyi ve davranmayı geliştirdikçe, azalsa gerekir. Bir arada gözleyen ve bir arada davranan bireylerin birliğinde, gerek maddi dünyanın her bir bireyle ilişkisindeki rastlantısallıklar, gerekse bireylerin birbirlerinden rastlantısal farklılıkları silinir. Karmaşadan geriye, bireylerin oluşturduğu toplulukla maddi dünya arasındaki genel ortalama ilişki kalır. Bireyden topluluğa ve topluluktan kitleye, maddi dünyanın bilincinin yükselerek artması gerekir. Bu gereklilik gerçekleşmiyorsa, bunun nedeni mantığımızdaki yanlıştan çok, sadece bireyler yığını olan bir kalabalığa "sınıf" adını yakıştırıyor olmamızdan ileri gelebilir. Bireyler ancak birbirleriyle ilişki içinde gözlemliyor, gözlemlerini paylaşıyor, kendi eylem ve davranışlarını bu değerlendirme sürecine dahil edebiliyorlarsa, bir araya tesadüfen gelmiş bireyler olmaktan çıkıp sınıf haline gelebilirler.
Demek ki, bireylerin basitçe bir araya gelmeleri onları sınıf yapmaz. Zaten, bireyler, aynı toplumda ve hatta aynı dünyada yaşamakla bile basitçe bir aradadırlar. Bu belirsiz birlik bile, aslına bakılırsa, tıpkı, herhangi bir tehlike olasılığı karşısında, sanki tümünün tek bir gözü ve aklı varmışçasına hep bir arada sakınan, yüz binlerce "bilinçsiz" bireysel balıktan oluşan bir sürü gibi, ortak bir bilinç yaratabilir. Bu ortak bilinçten, ezilmelerinin sonucu olarak değil ama, tefekkür ve imanla solcu olanların şüphesi olabilir, ancak Wall Street Journal'in temsil ettiği dünyanın patronlarının hiç şüphesi yoktur. Lanetlenmiş tabiri ile "burjuva bilinci"ne ermek için, salt kapitalist olmanın yetmediğini, gözlemek, anlamak gerektiğini "bildikleri" için olsa gerek, yaptırdıkları ankete göre, dünya nüfusunun %89'u kapitalizme güvenmediğini ortaya koymaktadır.
Denilebilir ki, yaşamak için emeğini satmak zorunda olanlar ile küresel kriz sayesinde bu duruma geleceklerinden şüphelenenlerin sayısı da bundan fazla değildir. Sürü olarak bile tanımlayamayacağımız kadar birbirinden bağımsız parçalardan oluşan dünya toplumu, bu "bilinçsiz" haliyle bile tehlikenin farkındadır. Bir de, şu ya da bu miktarda bilinçsiz bireyin, sınıf bilinci ya da sınıf politikası ile değil, ama salt bir araya gelmesini ele alalım. Eğer bu bir araya gelme, az veya çok ortak bir amaç için ise, bu bir araya gelme, kendisini oluşturan bireylerin şu veya bu düzeyde birbirleri ile iletişim ve etkileşim halinde olmaları koşulu ile, içinde bulundukları maddi duruma, birden değil ama zaman içinde giderek paralelleşen bir bilinç yaratacaktır. Bundan kasıtlı olmayan bir şüphe taşıyan biri varsa, örneğin amigo taraftar gruplarına ve genel olarak futbol taraftarlığına baksın.
Amacı şu ya da bu nedenle sahiplendikleri takımın gerek nesnel gerek öznel planda yüceltilmesi olan taraftarlığın, her ikisine de çeşitli düzeylerde hizmet eden birliktelikler yarattığını, ve konumuzla ilgili olarak da, giderek artan kitlesel bir "bilinç" geliştiğini söyleyebiliriz. Burada, mevcut siyasal sistemin, futbol taraftarlığını, toplumun kendi nesnel koşullarının bilincine varmasından alıkoymak için bir araç olarak kullandığı, oysa ki, bu bilinçlenmeyi esas alan bir birliğe engel olmaya çalışacağı tezi, doğru olmakla beraber, konumuzla ilgili değildir. Bizi ilgilendiren şey, bir araya gelen insanların, maddi koşullarını kavrayıp kavrayamayacakları sorunudur, yoksa salt bu bir araya gelmeleriyle bile sınıf mücadelesinin sertleşeceği gerçeği değil.
Artık, diyebiliriz ki, her ne kadar bireyler kendi bireysel nesnel durumlarını, ancak, kendi aralarında karşılaştırılamayacak kadar kusurlu biçimlerde ve sakınılamaz yanılsamalarla birlikte bilince taşıyabilirlerse de, salt basitçe bir araya gelmekle bile bu kusurlarını hafifletebilirler. Doğrudur, kitleler, durduk yere ve kendiliğinden bir bilinç geliştirebilirler ve geliştirmektedirler, ancak bunun "sınıf bilinci" haline gelmesi için bazı şartlar gerekir. Diyebiliriz ki, bireylerin kitlesel olarak bu bir araya gelişi, eğer her biri için az ya da çok paylaşılan, somut ve tanımlanabilir sorunların çözümünü bulmak için ise, ve ön yargılardan ve sabit fikirlerden uzak özgür bir gözlem, tartışma ve eylem birlikteliği sağlanabilirse, bu birlik, ne kadar kusurlu ve geri bir noktadan başlarsa başlasın, söz konusu niteliğini kaybetmediği sürece, sürünün "sınıf"a evrilmesi ile sonuçlanmak zorundadır. Kitleler, eğer engelsizce bir araya gelerek, ortak sorunlarını gözlemleyip tartışabiliyor ve çözüm geliştirmeye çabalıyorlarsa, sürü olmaktan toplum olmaya, kitle olmaktan sınıf olmaya evrilebilirler. Bu anlamdaki bir sınıfın henüz "doğru" bilinç geliştiremeden yenilgiye uğradığını kaydetmiş olsa da tarih, sınıf halinde "örgütlenmiş" bir kitlenin "bilinç" geliştiremediğini henüz kaydetmemiştir. Üstelik ağır yenilgi ve kayıplarına rağmen, ve arasına yeni ve kitlesel, hatta ulusal çapta katılımlarla beraber, örgütsüz ve "bilinç"siz bırakılmış olmasıyla birlikte, dünya işçi sınıfının şu anki durumuna bakarak tarihsel sonuçlara varmak, tarihi bir kenara koyarak düşünmek olacaktır. Ancak, ele aldığı en temel terimler olan maddi dünya, bilinç, sınıf ve Marksizm gibi kavramları bile umursamazca ele alan bir anlayışın tarih karşısında sorumluluk duygusu ile konuşması beklenmemelidir. (MA/İP)