Haberin İngilizcesi için tıklayın
Bu Pazar yapılacak olan yerel seçimler öncesi, seçim atmosferini, partilerin siyasi söylemlerini ve ekonominin seçimlere olası etkilerini Chicago Illinois Üniversitesi’nden Prof. Ali Akarca ile konuştuk.
Eskiden AKP’nin seçmene ümit, muhalefet partilerinin korku verdiğini ama 2015’ten itibaren durumun tersine döndüğünü söyleyen Akarca, geçmişteki örneklerin, seçmene ümit yerine korku vermenin olumlu sonuçlar getirmediğini gösterdiği görüşünde.
Kişi başına büyümenin negatif, enflasyonun yüksek olmasının yanı sıra stratejik oy ve iktidar yıpranmasının bu seçimlerde AKP’ye oy kaybettireceğini düşünen Prof. Akarca, “İktidar avantajı bunların bir kısmını siler ama tamamını değil” görüşünü savunuyor.
Geçmiş seçimlere göre iki fark
24 Haziran 2018’deki Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilli seçiminden sonra bu seçime de partiler arası ittifaklarla giriyoruz. Geçmiş seçimlere baktığımızda genel atmosfer ve siyasi söylemler açısından ne gibi farklılıklar gözlemliyorsunuz?
Son iki seçimde ittifaklar olması dışında iki fark göze çarpıyor.
Birincisi, eskiden iktidar ümit, muhalefet ise korku verirdi seçmene. Bu sefer durum tersine döndü.
Önceki seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partililer (AKP) kişi başına geliri üç katına çıkarttıklarını ve bunu devam ettireceklerini belirtip, geçmiş performansımız gelecektekinin teminatıdır derlerdi.
Cumhuriyet Halk Partililer (CHP) ise laikliğin ve cumhuriyetin elden gitmek üzere olduğunu, insanların artık istedikleri gibi yaşayamayacaklarını anlatırlardı.
Geçmiş örneklere bakarak, seçmene ümit yerine korku vermenin bir partiye olumlu sonuçlar getirmediğini söyleyebiliriz.
Muhalefet partileri bunu fark edip 2015’den beri bu tip söylemlerini terk ettiler.
Buna karşılık Cumhur ittifakı, başkanlık sistemi referandumundan beri, artan dozda beka problemi ile karşı karşıya olduğumuz tezini işliyor.
İkinci fark ise ilk iki döneminde bunu yapmayan AKP’nin, 2015’den beri, ama özellikle bu seçimde, aşırı ölçüde seçim ekonomisi uygulamaya başlaması.
Politikacıları seçim ekonomisi uygulamaya özendiren, ekonomiyi değerlendirirken seçmenlerin, sadece son bir yıla bakmaları ve büyümeye enflasyondan çok daha fazla ağırlık vermeleri.
O yüzden seçimden önce gaza basıp, seçimden sonra fren yapmak politik bakımdan avantajlı oluyor.
Tabii seçim ekonomisi için potansiyel var demek, illa da seçim ekonomisi uygulanacak demek değil.
Çünkü seçim ekonomisi dalganmalar yaratıyor. İhtiyaç yoksa, boş yere istikrarsızlık yaratmanın manası yok. Ayrıca bu uygulamanın ortaya çıkardığı enflasyonu söndürmek, seçimden sonra acı ilaçlar almayı gerektiriyor.
O yüzden, partiler iktidarda kalmaları tehlike altında değilse seçim ekonomisi uygulamayı tercih etmiyorlar.
AKP için böyle bir durum 2015’e kadar söz konusu değildi ve seçim ekonomisi uygulamadı.
İktidarların birkaç puanla el değiştirdiği 1990’larda bu önlemler çok kullanılmıştı. Şimdi iktidar olma çıtası yüzde 50+1 olunca ve AKP’nin oyu mecliste çoğunluğu elde edecek oranın biraz altına inince önemi gene arttı.
Tehditlerin seçmene etkisi
Cumhur İttifakının muhalefet partilerine yönelik siyasi tavrının, örneğin muhalefet partisi liderlerini yargıyla tehdit etmesinin, İçişleri Bakanı’nın belediye meclisi üyesi olan 378 kişinin "terör örgütleriyle" iltisaklı olduğunu tespit ettiklerini, bunlar seçilse dahi açığa alınacaklarını söylemesinin seçmen üzerindeki etkisinin nasıl olacağını öngörüyorsunuz?
Hatırlarsanız, 2015 seçimi öncesi yaptığımız söyleşide birçok seçmenin stratejik oy kullandığını, yani birinci tercihlerine değil de ikinci tercihlerine oy verdiklerini söylemiştim. Bunu yapmalarının bir sebebi iktidarın gücünü dengeleme arzusu.
Şayet iktidar çok güçlü olduğu ve bu gücü aşırı derecede kullanacağı izlenimi verirse, bu seçmenlerde daha çok dengeleme arzusu yaratır ve iktidar partisi aleyhine olur. Yani geri teper.
Seçmenlerin stratejik oy vermelerinin ikinci sebebi ise oylarını ülke, belediye veya il genel meclisinde temsil kazanamayacak bir partiye vererek harcamamak. Bu küçük partilerin aleyhine, iktidardaki veya muhalefetteki büyük partilerin ise lehine olur.
Ancak seçmenler, tuttukları bir adayın kazansa bile görev alamayacağına inanırlarsa, adayın kazanma şansı yüksek de olsa, oylarını başka bir kişiye kaydırabilirler veya oy vermekten vazgeçebilirler. Bu da, büyük dahi olsa, partisinin aleyhine olur.
Ekonominin AKP oylarına etkisi
Son bir yılda enflasyon, işsizlik, döviz kurları yükseldi. GSYH düştü. Bunlarla beraber tanzim satış gibi uygulamalar hayatımıza girmeye başladı. 7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde yaptığımız söyleşide “Kişi başına düşen reel gelirde meydana gelen her yüzde birlik artış iktidar partine 0.80 puan kadar oy getiriyor, enflasyonda görülen yüzde birlik artış ise 0.12 puan oy götürüyor” demiştiniz. Bu durumda AKP için bu seçimlerin öncekilere göre daha zorlayıcı olacağını söyleyebilir miyiz?
Evet, bu seçim AKP’nin, 2009 dışında, en kötü ekonomik şartlarda girdiği seçim olacak.
Bahsettiğiniz söyleşiden bu yana modelimi daha da geliştirdim ve güncelledim.
Öyle anlaşılıyor ki seçmenler koalisyonlar altında elde edilen büyüme ve enflasyonun ödülünü veya cezasını ortaklar arasında paylaştırmakta zorluk çekiyorlar. Bu yüzden koalisyon hükümetlerini değerlendirirken ekonomiye verdikleri ağırlığı azaltıyorlar,
Verdiğiniz rakamlar koalisyon-tek parti hükümeti ayrımı yapılmadan elde edilmiş katsayılar. Daha hassas bir ekonometrik ölçüm, kişi başına reel gayri safi yurtiçi hasılada meydana gelen her yüzde 1’lik büyümenin ana iktidar partisine, eğer hükümetteki yegane partiyse, bir puan ilave oy getirdiğini, enflasyonda meydana gelen her yüzde birlik artışın ise oylarında 0.15 puanlık bir düşüş yarattığını gösteriyor. Başka partilerle birlikte yönetiyorsa bu katsayılar sırasıyla 0.50 ve 0.12 oluyor.
Şimdi kişi başına büyüme negatif, enflasyon yüksek ve hükümette tek parti olduğuna göre, AKP’nin ekonomik durumdan dolayı oy kaybetmesini beklememiz gerekir.
Buna stratejik oy ve iktidar yıpranması yüzünden doğacak kayıpları da eklemek lazım. İktidar avantajı bunların bir kısmını siler ama tamamını değil.
2002 vs bugün
2002’deki gibi bir kırılma söz konusu olabilir mi?
İlk önce 2002’de Türkiye’de, 1994 Temiz Eller soruşturması sonrasında İtalya’da ve 2015 borç krizi sonrasında Yunanistan’da gerçekleşen tipte kırılmaların son derece nadir olduğunu belirteyim. Yüzyılda bir veya iki defa oluyor.
Seçmenlerin büyük bir kısmı kendi ekonomik çıkarlarını ve dünya görüşlerini temsil eden bir partiyi tutup, oylarını gene bir önceki seçimde tercih ettikleri partilere vermeye devam etme eğilimi gösteriyorlar.
Ancak seçmenlerin menfaatleri ve dünyaya bakışları değişir ama partileri buna ayak uyduramazsa veya tuttukları parti değişip artık kendilerini temsil etmeyen bir duruma düşerse, seçmenler partilerini terk edebiliyorlar.
Partilerinin kronik olarak yolsuzluklara bulaşmaları ve kötü idare göstermeleri de taraftarlarını bıktırıp, partiden ayrılmaya yöneltebiliyor. Büyük çapta ve temelli bir terkin olması için bu şartlardan en az birinin gerçekleşmesi gerekli ama yeterli değil.
Bir de ortada seçmenlerin yolsuz olmayacağına ve iyi bir idare göstereceğine inandıkları ve kendi ideolojilerine yakın bir alternatifin olması lazım.
AKP ve alternatif arayışı
Şu anda bu şartların oluşmadığını söylüyorsunuz herhalde.
Evet, bir kırılma olacağını sanmıyorum. 2002 seçiminden önceki 14 yıl içinde Türk seçmeni tüm partileri değişik koalisyon kombinasyonları içinde denemişti. Her biri altında en az bir ekonomik kriz ve bir yolsuzluk skandalı yaşanmıştı. 14 yılın altısında (1988, 1989, 1991, 1994, 1999 ve 2001) kişi basına GSYH düşmüş, Susurluk, Örtülü Ödenek gibi skandallar patlamıştı. Şimdiki durum öyle değil. AKP’nin 17 yıllık iktidarı esnasında bir tek 2008-2009 krizi ve şimdi içinde olduğumuz kriz var.
Peki, AKP değişti mi? Evet, epeyce değişti. Parti, ilk iki döneminde kendine büyük ekonomik ve politik başarılar sağlayan ilkelerinden oldukça sapmış vaziyette. Bence partinin oy kaybı ve ekonomideki bozulma bu yüzden.
Pazar ekonomisi, serbest ticaret, ademi merkeziyetçilik, Avrupa Birliği’ne (AB) uyum, seçimle gelenin seçimle gitmesi, atanmışların seçilmişlere hükmedememesi, parti içi demokrasi gibi prensiplerden bahsediyorum.
Şimdi devletin Varlık Fonu var. Özelleştirilmesi planlanan şirketler oraya devrediliyor. Hükümet faizlere karışıyor, tanzim satışları yapıyor, özel şirketleri döviz satmaya, işlerine adam almaya zorluyor. Süpermarketlerin raflarında yöresel mallar için ayrılacak yerin oranını bile tespit etmek istiyor. Adeta devletçi bir partiden daha devletçi davranıyor.
AB ile ilişkiler dondurulmuş vaziyette. İçişleri bakanı yargı kararı olmaksızın belediye başkanlarını görevden alıyor ve seçimden sonra da almaya devam edeceğini açıklıyor.
Bu durum devam ederse, partiye Anavatan Partisi'nden (ANAP) ve Doğru Yol Partisi'nden (DYP) gelen veya merkez-sağ çizgide olan taraftarlarını bir alternatif arayışına itecektir. Böyle bir alternatif çıkıncaya kadar en az bir kısmının sandığa gitmeyerek veya diğer sağ partilerinden birine oy vererek hayal kırıklıklarını belirtmeye çalışacaklarını varsayabiliriz. (EKN)