Seçimden önceki son günde yayınlanan yazımda ise "yasaklara ve kendimize" dair bir şeyler yazdım. Aynı konuyu Radikal 2'de Ahmet İnsel'in de başka bir açıdan ele aldığını gördüm.
Sonra yazımın başka ortamlara aktarıldığını ve konu olduğunu fark ettim. Doğrudan seçimle ilgisi olmasa da "seçimlerimiz" konusunda bir yaklaşım öneriyordum.
Bu hafta o yazının devamı sayılabilecek bir yazı yazmak istiyorum. Aslında bu da bir anlamda "tarihe not düşmek" anlamına gelecek. Ama "Sezar'ın hakkını Sezar'a vermek gerekir". Doğrusu bu yazının asıl "ısmarlayan"ı biamag'ın editörü sevgili Erhan'dır. "Abi seçimle ilgili bir değerlendirme yazısı yazar mısın" dedi. Ben yazıyorum; iyi yapıp yapmadığıma o karar verecek!..
* * *
Önce kendimi değerlendirerek başlayayım:
Seçim öncesi Bodrum'daydım ve yalnız seçim için oradan kalkıp 12 saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra İstanbul'a geldim ve kayıtlı olduğum 1. bölgede oyumu kullandım.
Bunu çıkış noktasına, ardındaki düşünce biçimine ve adayın kimliğine bakmaksızın sevgili Mehmet Ufuk Uras'a oy atmak için yaptım. Benim gibi "seçimini" böyle oluşturanların kararıyla Uras yeterli oyu almış oldu ve milletvekili olarak Meclise girdi. Bir anlamda ilk adımda "başarılı" olduk.
Artık o benim de seçtiğim bir "vekil"im. Dolayısıyla vekilimin ne yaptığını izlemek, ne yapacağına ilişkin önerilerde bulunmak ona oy veren diğerleriyle birlikte benim de hem hakkım, hem görevim. Bizim işimiz görece kolay sayılır, çünkü gerçekten bir "vekil" atamış olduk.
Bakalım bu ikinci aşamada ne kadar başarılı olacağız. Onun başarısı ile bizim başarımızın koşut olacağını düşünüyorum. Kim bilir, belki böylelikle "temsili demokrasi"ye bir yeni yaklaşım ve uygulama getirme şansımız olur ve bu konuda bir örnek yaratırız. Bunun için neler yapılması gerektiğini sanırım onunla ve onu destekleyenlerle de konuşmamız, tartışmamız gerekiyor.
* * *
İkinci olarak seçimi ve seçimin sonuçlarını değerlendirmek istiyorum.
Seçim öncesi propaganda dönemi bence toplumun ve adayların düzeyine uygun bir düzlemde yaşandı. Herkes görüşünü ve tercihini "en basit" düzeyde ifade etti. Kime neden taraf olduğunu ortaya koydu. Aslında çok gergin olmayan bu süreçte en zor durumda olan "başbakan"dı.
Özellikle son günlerde gerginliği had safhaya çıktı ve "Kasımpaşalı kimliği"ne en yakın bir rolde bizlerin önüne çıktı. Aslında durumu "en zor olan" oydu. "Halet-i ruhiye"sini hemen dışarı vuran bir karaktere sahip olması da bu izlenime neden oldu. Çünkü başka türlüsünü yapamıyor.
Ama zaaflarından en iyi şekilde yararlanması gerektiği ona çok iyi öğretildiği için bu özelliğini de "oy"a çevirebildi.
Sonunda gerçekten seçimin "en başarılı" aktörü Recep Tayyip Erdoğan'dı. Seçimden sonraki tutum ve davranışlarıyla da bunu ortaya koydu, "siyaseti ve siyaset yapmayı" öğrendiğini herkese gösterdi.
* * *
Başarısız olanlara değinmiyorum.
İkinci başarı Demokratik Sol Parti'nin (DSP) seçim sırasında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içinde yer alarak meclise "vekillerini" sokmasıydı. Ama o vekillerin, asıllarının kim olduğu ve kimin vekili oldukları belli olmadığı için gelecek 5 yılda işleri oldukça zor. Bunu da unutmamak gerekir.
Kanımca seçilenlerin arasındaki "başarı" sıralamasında üçüncü sırada yer alan gerçek anlamda "bağımlı veya bağımsız" olup olmadıklarına bakmaksızın "bağımsız aday"ların ve onları bu yönde örgütleyen Demokratik Toplum Partisi'nindi (DTP).
Yalnız İstanbul 2. bölgede değil, diğer aday gösterdikleri yerlerdeki kısa süreli çalışmaları ve aslında "yalnız taraftarlarla seçimin kazanılabileceği" düşüncesine sahip olmaları, başka bir deyişle yeterince "örgütlü olmamaları" umulan oranda temsili sağlayamasa da onlar da "başarılı" oldular.
Seçilenlerin "kimin vekili" oldukları konusunda bir kaygıları yok ama, gelecek dönemde "onları orya gönderen asıllarını düşündükleri kadar ülkenin tümünün temsil edildiği bir mecliste bulunduklarını, dolayısıyla onları da dikkate almak zorunda olduklarını" da unutmamaları gerektiğini düşünüyorum.
* * *
Bence seçimin en başarılı kesimi oy atan "seçmen"leriydi. Gerçekten onlardan ummadığım bir başarı sergilediler. Bir kez daha "halk neylerse doğru eyler" sözünü haklı çıkardılar.
Bunu basit bir "popülizm" çerçevesinde söylemiyorum. Murat Belge'nin salı günkü yazısında da anımsattığı A. Lincoln'ün sözünün ben de "doğru" olduğunu düşünüyorum: Gerçekten de "halkın bir bölümünü her zaman, halkın bütününü bir zaman yanıltabilir, kandırabilirsiniz; ama bütün halkı her zaman kandıramazsınız."
Halk eninde sonunda "doğru"yu bulur ve gösterir. Tıpkı bir akar su gibi o akacağı yolu her zaman bilir. İşte bu nedenle halkı "en başarılı" sayıyorum.
Nedenlerimi sorarsanız, şunlar:
* Halk seçimlerde karar verirken "tek bir nedene" göre karar vermediğini ortaya koymuştur. Bizdeki partiler genellikle bunun farkında değiller. O nedenle halka giderken herkes derdini kendi tarafından ele alıp anlatmakta, oysa halk yaşamın içinde karşı karşıya olduğu her şeye bakarak kararını vermektedir. Sonuçların "şaşkınlık" yaratmasının en büyük nedeni budur.
* Halk temsili demokrasilerde en azından meclis anlamında "asıl belirleyici" olduğunun kendisi olacağını gösterdiği için de başarılıdır. Hangi yöntemi getirirseniz getirin, o temsil gücünü ortaya koyabilmektedir. Yüksek oranda bir katılımla, oy verenlerin büyük çoğunluğunun mecliste temsilini onlar sağlamıştır. Halk barajların anlamsızlığını, ilkinde değilse ikincisinde bunun aşılabileceğini ortaya koymuştur.
* Dışarıdan yapılacak "müdahalalerin" öyle internette, örtülü veya post-modern filan olamayacağını ve bu yapılacak ise açıkça ve doğrudan yapılması gerektiğini, ancak o zaman bunu kabul etmek zorunda kalacağını göstermiştir. Bu bağlamda toplumda yaratılan suni gerginliklerle "demokrasinin kesintiye uğrayabileceği" yolundaki tehditlere pabuç bırakmayacağını bir kere daha işaret etmiştir.
* Halk, temsili demokrasilerde "sağ ve sol"un ve "muhalefet"in olmazsa olmaz olduğunu ve bunun "sol tarafının" ve gerçek bir "muhalefet"in şu anda mevcut olmadığını ve "CHP'nin sol tarafta yer alan bir parti olamayacağını ortaya koymuştur.
* Seçim tercihi göz önüne alındığında halk, kim olduğunu da en iyi şekilde ortaya koymuştur: Buna göre en azından şimdiki durumda halkın çoğunluğu "sınıf atlama düşlerini hâlâ koruyan, beş parmağın beşinin bir olamayacağını savunan, daima kendi bireysel/grupsal basit gündelik çıkarını önceleyen, dolayısıyla hemen yanındakinin kendisiyle "eşit" olmadığını ve bunun doğruluğunu düşünen, durum değişikliklerine hemen 'eyvallah' demeyen, bu anlamda muhafazakâr, milli ve dini değerleri savunan, inançlı ve "kapitalist" bir düzenden yanadır.
* Kadınların bu temsiliyette daha yüksek oranda ama "erkeklerin belirlediği" kadarıyla temsilinin gerektiğini de halk ortaya koymuştur. Kadınların her şeye karşın bir "güç" olduğunun ve bunun anlaşılması gerektiğinin işaretini vermişlerdir.
* Seçim ve sonuçları kanımca sola da yeni şeyler "öğretmiş olma" bakımından da başarılı sayılmalıdır. Bunlardan en önemlisi "donuk teorik yaklaşımlardan" daha çok, somut ve yaşamın içindeki birlikteliklerle, doğrudan halka ve kendisinden olmayanlara yaklaşarak başarılı olabileceğidir. "Sol en azından kendi dışındakilerle buluşmalı, işbirliği ve ortak çaba içinde bulunmalı, teori üretip, o teoriye yandaş aramak yerine bunları gerçekleştirebilirse, daha etkin olabilir" demiştir. Gerçekten de eğer sol parlamenter sistem içinde varolmayı hedefliyorsa, parti binalarında değil, sokakta ve diğerleriyle el eleyken politika yapılabileceğini öğrenmelidir.
Kanımca bunların tümü birer kazanım ve seçimin olumlu sonuçlarıdır ve halkın "doğru" işler yaptığını ve "doğru" davrandığını ortaya koymaktadır.
Seçimi "kimin" kazandığı konusunda ise yalnız şunları söyleyebilirim: bianet'te özellikle Mustafa Sönmez'in ve Ertuğrul Kürkçü'nün de işaret ettiği gibi, sermayenin giderek daha çok ve yaygın küreselleşmesiyle giden bu kapitalist düzenle "bütünleşme" sürecinde büyük bir başarı sağlanmıştır.
Bu süreç bu seçim sonuçlarıyla yeni ve büyük oranda bir halk desteği bulmuştur. Bunun ortaya çıkması seçimin asıl "galibini" de işaret etmektedir.
Diğer yandan seçim sonuçta her iki kişiden birinin iktidardan yana olduğunu ortaya koymuştur. Ama aynı zamanda ötekinin de en azından bu iktidara "itiraz" ettiğini göstermiştir. Eğer itiraz edenler gerçekten "iktidar" olmak istiyorlarsa, onları daha iyi anlamaları ve onlara kendilerini daha iyi anlatmaları gerekmektedir.(MS/EÜ)