Türk medyasında bu ödüle en az benim kadar, hatta benden daha fazla sevinenler olduğunu biliyorum. Onların sevinci beni daha da mutlu kılıyor.
Gazeteciler, muhabirler aslında, iktidar sahiplerine, güç ve mülk sahiplerine, kamu açısından olumsuz bir tasarrufta bulunduklarında, bir bilgi gizlediklerinde, kasıtlı bir hata yaptıklarında, hadlerini bildirmekle yükümlüdür, sorumludur.
Çünkü iktidarı, güç ve mülk sahiplerini rahatsız etmeyen bir gazetecilik, kamu çıkarını, yurttaşı savunmadığı için pek bir işe yaramaz. İktidara boyun eğen, onun doğrultusunda iş yapan gazeteciler, gün gelir hizmet ettikleri iktidar tarafından ya hakarete maruz kalır ya da devre dışı bırakılır.
Medyanın krizi
Şimdi medya, sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada önemli bir güvenilirlik, inanırlık ve prestij krizi yaşıyor. Eskiden, bir bilginin doğruluğunu kanıtlamak için "Gazete yazıyor" derdik, bu deyim bugün anlamını tamamen kaybetti.
Yurttaşların çok büyük bir kesimi gazetelerde yazılanlara, radyoda duyduklarına, televizyonlarda gördüklerine artık inanmıyor. Çünkü Türk yaygın medyası, yurttaşa doğru, çok boyutlu, güvenilir, inanılır, hızlı haber vermek yerine, bağlı olduğu grubun ya da genel olarak siyasi, iktisadi, ideolojik iktidarın görüşlerini empoze etmeye çalışıyor. Gazeteler doğru haber yerine, propaganda ile dolu.
Basın özgürlüğü ödülü, gerekçe metninde de belirtildiği üzere, insanların kara gözüne kara kaşına verilmiyor. Ben son 4-5 yıl içinde iki temel konu hakkında çalışmalar yaptım. Üniversitede derslerde, toplantı, konferanslarda, radyo-televizyon programlarında ve yazılarımda en çok tekelci medya anlayışı ile savaş-medya ilişkileri üzerinde durdum. Türk medyasının ezici çoğunluğunun tekelciliğe ve savaşa karşı olduğunu biliyordum, bu ödülle bu bilgi somut olarak bir kez daha teyit edilmiş oldu.
Tekelci medya, kamu çıkarını değil, özel çıkarı tek düşünce olarak kabul ettirmeye çalışan medyaya verilen isim. Dünyada ve Türkiye'de olup bitenlere, okur, yurttaş, toplum ya da kamu çıkarı perspektifinden değil, iktidar ya da grup çıkarı açısından bakan ve yayın yapan anlayıştır tekelci medya. İşte bu yüzden bizim bütün gazetelerimiz, bütün radyo ve televizyonlarımız birbirine çok benziyor.
Toplumun değil, iktidarın sesi
Bu egemen medya, toplumun bin rengini bin sesini değil, iktidarın tek rengini ve tek sesini yaygınlaştırmaya çalışıyor. Sokağı değil, iktidarın kapalı kapılarındaki çıkarlarını övüyor. Benim medyatik gerçek dediğim bu habercilik anlayışı, doğal olarak yurttaşların günlük yaşamdaki gözlemlerine, deneyim ve bilgilerine ters düştüğü için, yani hakiki gerçekle zıtlaştığı için, ilgi toplamıyor. 65 milyonluk ülkede günlük gazeteler dev reklam ve halkla ilişkiler çabalarına rağmen 4 milyonluk toplam tirajı geçemiyor. Türk medyası kendi bacağına kurşun sıkıyor.
20 Mart 2003'de başlayan ABD'nin Irak işgali konusunda da Türk egemen medyası, en temel gazetecilik ilkelerini çiğneyerek, Arap komşumuza yönelik yasadışı ve gayri meşru savaşı desteklemek için elinden geleni yaptı. Ama çok kısa bir süre içinde bu savaşçı yayın politikaları iflas etti.
Bir çok gazete yöneticisi, bir çok köşe yazarı bugün, savaş öncesi ve savaş sırasında yazdıklarını hatırlamak bile istemiyor. Mümkün olsa arşivlerini ortadan kaldıracaklar. Ben orduya gömülü muhabirlikten, genel etik ilkelere, Amerikancı global medyanın Türkçe tercümelerinden vicdan eksikliğine kadar Türk ve Amerikan medyasının sakat, yanlış, kasıtlıca tahrifatlı yönlerini baştan beri deşmeye, teşhir etmeye çalıştım. Ben ve benim gibi düşünen insanların görüşlerini daha sonra CNN, BBC yetkilileri özeleştiri olarak yayınladı.
Bizde ise ne yazık ki galiba bir tek örnek dışında özeleştiri yapma cesareti gösterebilen gazeteci çıkmadı.
Cemiyet, tekelciliğe prim vermedi
Cemiyet, Nail Güreli döneminde başlayıp bugün de Orhan Erinç'in başkanlığında, görüşleri nedeniyle yargıyla sorun yaşayan meslektaşlarla yakinen ilgilendi. Cemiyet, bazı kurumların desteğiyle merkezi ve yerel düzeyde eğitim çalışmaları organize etti. Kıt olanaklarla Bizim Gazete'yi yaşatmaya devam ediyor. İşsiz ve emekli meslektaşlara katkıda bulunuyor. Ama bence Cemiyet, hala bir dizi temel gazetecilik ilkesini savunmaya devam ediyor.
Basın Kurultaylarında, duyurularında, günlük faaliyetlerinde bu tutumunu başarıyla sürdürdü. Tekelciliğe prim vermedi, savaş yanlısı olmadı. Türkiye Gazeteciler Cemiyetini bilmemne köy kalkındırma derneğinden farklı kılan da işte bu yönleri zaten...
Evet, Türk medyasında olumsuzluklar çok, yozlaşma var, haber tahrifatı ve haber gizleme var, ama neyse ki tüm bu olumsuzluklara karşı çıkan meslektaşlar ve bu gazetecilerin bir Cemiyeti var.
"Kamu çıkarını savunmaya devam edeceğim"
Basın Özgürlüğü ödülüne layık görülmek tabi ki bundan sonrası için bana ek sorumluluklar yüklüyor. Ben de bugün burada olan ve olamayan tüm gazetecilerle, akademisyenlerle, öğrencilerle, medya bilinci yüksek yurttaşlarla tekelci medyaya ve savaşçı medyaya karşı mücadele etmeye devam edeceğim. Kamu çıkarını savunacağım, haberciliğin, gazeteciliğin esas olarak yurttaşlar için yapılması gerektiğini bıkmadan usanmadan anlatmaya yazamaya devam edeceğim.
Hepinize teşekkürler, hepinize iyi, yani kamu yanlısı, yani gerçekten özgür gazetecilik, habercilik günleri diliyorum. (ÖG/BB)
* Ragıp Duran'ın Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Ödül Töreni'ndeki konuşması.