‘İklim Krizini Ele Almak, Hemen’ (‘Covering Climate Now’) projesinin resmi açılışı yapıldı. Proje, The Nation ve Columbia Journalism Review adlı yayın organlarının ortak sponsorluğunda gerçekleştiriliyor. The Guardian gazetesi ve diğer bazı ortakların da katıldığı ‘İklim Krizini Ele Almak, Hemen’ projesi, medya gazetecilerini ve haber kanallarını biraraya getirerek, medyanın bir bütün olarak iklim krizini ve getirilen çözümleri kamuoyuna duyurmak için daha etkili yollar bulmasını amaçlıyor.
Aşağıda, ikonik TV habercisi gazeteci Bill Moyers’in konferansın kapanışında yaptığı konuşmanın kısaltılmış bir çevirisini bulacaksınız.
“Ünlü çevreci David Attenborough’nun kısa bir süre önce Polonya’da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nde yaptığı konuşmada dediği gibi “uygarlıklarımızın çöküşü ve doğal dünyanın büyük bölümünün olası yokoluşu” konusunu (biz medyacılar olarak) nasıl daha etkin bir şekilde ele alabileceğimiz hakkında bir özet yapmam istendi benden.
Sihirli bir değnekle gelmiyorum sizlere. Ve konu hakkında uzman da değilim. Sizler gibi bir gazeteciyim ben de, yani anlayamadığımız şeyleri anlatmak konusunda yetenek sahibi olmayı gerektiren bir mesleğin mensuplarıyız hepimiz. Anlayamadığım öyle çok şey vardı ki, yetişkinlik çağımın eğitiminde hep gazetecilik yolundan ilerledim. Konular o kadar ilginç ve şaşırtıcı, işin kendisi o kadar tatmin ediciydi ki, yarım asır boyunca hiç hız kesmeden çalıştım; ta ki iki yıl önce, 83 yaşımda, uzun bir hayatın yan etkilerinden ötürü yorulup (az veya çok) emekli oluncaya kadar. O günlerden bu yana, aynı gazetecilik ruhunu paylaşan siz arkadaşlarımla ilk kez bir araya gelme fırsatını buldum bugün, ve dostluğunuzu ne kadar özlediğimi hatırladım.
Çoğumuz, küresel ısınmayı medyada işleme konusunda yetersiz kaldığımızın farkındayız. Bağımsız gazeteciler, fotoğrafçılar ve bazı geleneksel basın ve diğer haber kanalları tarafından hazırlanan mükemmel raporlar oldu, bunlar yayınlandı. Ama sesleri en çok ve en yüksek çıkan Amerikan medyasının devleri –kurumsal yayın şebekeleri— muazzam kârlarına rağmen konuyu işlemekten kaçındılar ve utanç verici biçimde sessiz kaldılar. Üç büyük medya ağı ile Fox’un iklim değişikliği ile ilgili toplam yayın süresi 2017’de 260 dakika iken (yıllık), 2018’de sadece 142 dakikaya düştü, yani %45’lik bir azalma oldu (Media Matters’ın raporundan).
North Carolina Üniversitesi, Medya ve Gazetecilik Fakültesi’nin yayınladığı bilgiye göre, ülke çapında pek çok gazetenin kapanması veya başka gazetelerle birleşmesi sonucunda, 1,300’den fazla yerleşim yerinde halk iklim haberlerine ulaşamaz oldu. Yüzlerce başka gazete “hayalet gazete” haline geldi; değil iklim değişimi ile ilgili haberler yapmak, yerel haberleri bile verecek maddi kaynakları kalmadı. “Internetteki haber siteleri ve bazı TV yayınları yerel haberleri canlı tutmak için büyük gayretle çalışıyorlar, ama bu alternatif yayın organlarının tutunma başarısı, basılı gazetelerin yokoluş hızından daha yavaş oluyor” diyor Poynter’dan Tom Sites. Ve ne yazık ki hala ortalıkta olan haber kanallarının çoğu iklim krizini ya görmezden geliyor, ya da yanıltıcı haberler veriyor; fosil-yakıt şirketlerinin ve onların paralı sözcülerinin, ideologlarının ve politikacılarının yalan propaganda bombardımanına karşı çıkamıyor.
Ama gerçek olaylar insanları eğitir, tecrübeler öğretir… Ve iklimin altüst olmasından ötürü o kadar çok yıkıcı olaylar yaşanıyor ki, her geçen gün daha fazla Amerikalı insan bunların nedenini öğrenme, geleceğin neler getireceğini bilme ve nasıl önlemler alabileceğini anlama ihtiyacı duyuyor. Biz gazeteciler, insanlara bu tehditin büyüklüğünü kavramalarına yardım etmek için belki de son şansımızı kullanıyoruz. Gazeteci ve şimdi iklim aktivisti olan arkadaşım Bill McKibben, geçen hafta bana şöyle dedi: önümüzde bir felaket gibi yükselen yokoluş ihtimaline karşı, buna tepki veren genç insanların liderliğinde, gerçek bir “iklim direnişi” büyük bir ivme kazanıyor. Şimdi önümüzdeki mücadele, zamanın ruhunu (Zeitgeist) dramatik bir şekilde değiştirmek, ve hep birlikte kenetlenip, nihayet (iklim krizi üzerinde) odaklanmaya başlayan kamuoyunu güçlendirmek olmalıdır.
Dolayısıyla, her ne kadar elimde sihirli bir değnekle gelmediysem de buraya –öyle bir şey yoktur zaten—önümüzdeki zorlu görev ile baş etmemize yarayacak birkaç hikaye paylaşmak istiyorum sizlerle.
Küresel ısınma sorununu ilk kez ne zaman duyduğumu anlatmakla başlayayım. Bu salonda bulunan birçoğunuzun henüz doğmadığı zamanlardı. 54 yıl önce, 1965 yılının başlarında, Beyaz Ev’de duydum. Başkan Lyndon Johnson’ın (hiç istemediğim halde) basın sözcüsü olmadan önce, iç siyaseti koordine eden özel yardımcısıydım. Bir gün bilim-danışma komitesinden iki üye başkanın ofisine geldi. Bunlardan biri ünlü oşinograf (okyanus bilimcisi) Roger Revelle’di. Revelle ün kazanmıştı, zira birkaç yıl önce dünyaya salınan karbonun miktarı ne kadar çok olursa olsun, okyanusların bunu içine emecek kadar büyük hacimli olduğuna dair yaygın inancı çürütmüştü. Bu tezin doğru olmadığını söylüyordu Revelle, çünkü deniz suyunun kimyası sınırsız emilimin gerçekleşmesini engelliyordu.
Şimdi diyordu Revelle, insanlar “muazzam bir jeofiziksel tecrübe” ile karşı karşıyalar. Önümüzdeki birkaç nesil boyunca, Dünya üstünde 500 milyon yıl boyunca yavaş yavaş birikmiş olan fosil yakıtları tüketeceğiz. Bu kadar çok petrol, gaz ve kömür yakmak, atmosfere muazzam miktarlarda karbon dioksit salgılayacak, ve uzay boşluğuna dağılması istenen bu karbon dioksit, atmosfer tarafından yeryüzünde sıcaklık olarak hapsedilecek. Dünya’nın ısısı artacak, kutup buzulları eriyecek, deniz seviyeleri yükselerek dünyanın sahil bölgelerini seller altında bırakacak.
Başkan Johnson bu bilim insanlarını ciddiye aldı; Başkan Kennedy’nin yardımcısı olarak, NASA’nın Ay’a insan gönderme projesini yöneten komitenin başında bulunuyordu kendisi. Dolayısıyla, Revelle ve onun iş arkadaşlar Johnson’dan yeşil ışık aldılar, ve 1965 yılının sonbaharında, yükselen CO2 seviyelerinin insanlığın karşısında nasıl bir olası tehdit oluşturduğunu açıklayan ilk resmi raporu yayınladılar. 8 Kasım, 1965’te Lyndon Johnson bu tehlikeyi Kongre’ye bir mesajla ileten ilk Amerikan başkanı oldu.
Başkan Johnson, bizlerden bu raporu gerek hükümet içinde, gerekse kamuoyuna yönelik olarak duyurmamızı istedi; üstelik raporda çevre kirliliğini azaltmaya yönelik “ekonomik teşvikler” ve çevreyi kirletenlere karşı ilave vergiler getirilmesine vurgu yapıldığı halde!
Bunlar 1965 yılında oldu, neredeyse 60 yıl önce! Daha o zamandan gelecek açıkça görünüyordu önümüzde.
Ama biz gerekeni o zaman yapamadık. Bir yıl sonra, Vietnam Savaşı’nın yoğun gündemine boğulmuş olan Başkan Johnson’ın dikkati dağıldı. Hükümetin bütçesi başka önceliklere tahsis edildi. Amerikan ulusu hızla kutuplaştı. Böylece, küresel ısınma ile ilk yüzleşme şansımızda yarı yolda kaldık. Bizim –ve bizden sonra gelen yönetimlerin-- iklim konusunda harekete geçme başarısızlığı, bugünkü krizin (metastaz yaparak) daha da büyümesine ve yayılmasına yol açtı; şimdi gazetecilerin bir ölüm-kalım savaşı gibi, ki öyle, ele alması ve anlatması gereken bir noktaya geldik.
Şimdi, bu zorlu mücadele ile yüzleşmemize yardımcı olacağını ümit ettiğim, ikinci bir hikâyeye geçeceğim.
Bu, Murrow ekibi hakkındaki hikâyemdir: Edward R. Murrow ve onun İkinci Dünya Savaşı’nın arifesinde Avrupa’daki CBS Radyosu için işe aldığı (o zamanlar henüz adları bilinmeyen) genç adamlarla ilgili hikâyem.
O zamanlar Texas’ın Marshall kentinde yaşayan altı yaşında bir çocuktum. Anne-babam, özellikle Franklin Roosevelt’in konuşmalarını dinleyebilmek için eve elden düşme bir radyo satın almışlardı. Ben de Cumartesi günleri yayınlanan dizi tiyatro programlarını –özellikle “Green Hornet”i-- izliyordum radyodan. Murrow Ekibi ile böyle tanıştık ailecek, her akşam CBS’teki haber bültenlerini dinlerken. Haberlerde anlatılan olayları o zamanlar pek anlayamasam da, anne-babamın koltuklarının önünde yere otururdum ve hep birlikte radyoya kulak verirdik her akşam.
Oturma odamızın bir köşesindeki lekeli kahverengi konsol radyosundan gelen sesleri bugün bile hala duyabiliyor, bu seslerin kafamda yarattığı resimleri hala canlandırabiliyorum. O zamanlar tanınmayan ama sonra gazetecilik tarihine isimleri altın harflerle yazılan bu radyo habercileri şunlardı: başta Murrow ve Eric Sevareid, William L Shirer, Larry LeSeuer, Charles Collingwood, Howard K Smith, William Randall Downs, Richard C. Hottelet, Winston Burdett, Cecil Brown, Thomas Grandin, ve aralarındaki tek kadın Mary Marvin Breckinridge. Onlar hakkında daha fazla bilgi için, Stanley Cloud ve Lynne Olson tarafından yazılan The Murrow Boys: Pioneers on the Front Lines of Broadcast Journalism (“Murrow Ekibi: Radyo Gazeteciliğinin Öncüleri”) adlı harika kitabı okuyabilirsiniz.
Bu muhabirler, “sahte savaş” denen oyunun oynandığı 1939-40 arası tüm Avrupa’ya yayılmışlardı. Tıpkı günümüzdeki küresel ısınma felaketinin adeta bir “ağır çekimle” yaklaşması gibi, o tarihlerde de dünya savaşı yaklaşıyordu. Murrow ekibinin habercileri Nazi tehditini görüyor, ve Büyük Buhran’dan yorgun ve yoksun düşmüş Amerikan halkının dikkatini bu tehlikeye çekmeye çalışıyorlardı.
1939 yılının Eylül ayında, Avrupa’nın alevler içinde yanmasına sadece saatler kalmışken, New York’taki CBS’nin başındaki kodamanlar Murrow ve Shirer’e Londra, Paris ve Hamburg’daki gece klüplerinden dans müziği yayınlanan bir eğlence programı yapma talimatını verdiler. Cloud ve Olson o günü şöyle anlatıyorlar:
“Londra’daki Murrow, Berlin’deki Shirer’e telefonda çemkirerek, ‘Adamlar Avrupa’dan çok fazla tatsız haber geldiğini, biraz da iyi haberler duymak istediklerini söylüyor’ diyordu. Tam da Almanya Polonya’nın ırzına geçmek üzereyken, radyoda yayınlanmasını istedikleri show’un adı “Avrupa Dansları” olmalıymış!.. Ama Murrow sonunda kararını verir: “New York’taki o… çocuklarının canı cehenneme. Belki işimizi kaybedeceğiz ama bunu yapmayacağız!”
Ve yapmadılar. Patronlarına kafa tuttular, ve CBS radyosundan 20. yüzyılın en müthiş haberlerinden birini yayınladılar, Polonya’nın işgalini.
Ama New York’taki kodamanlar hala direniyordu. Hitler 1939’un son aylarından 1940’ın ilkbaharına kadar Fransa, ve ‘Low Countries’ denen Hollanda, Belçika ve Lüksemburg sınırlarına dayandı. Ordularının Panzerleri kendinden emin, her an vurmaya hazır bekliyordu. Gazeteci Shirer öfkeden köpürüyordu, “Aman yarabbi! Bu yaşlı kıta savaşın eşiğine gelmiş… ama bizim haber kanallarımız günde beş dakika bile olsun buradan haber geçmeye hala isteksiz!” Tıpkı günümüzde haber ağları ve kablolu yayınların küresel ısınmadan söz etmeye isteksiz olduğu ve bu konuyu hemen hemen hiç işlemediği gibi.
Zaman içinde Ed Murrow ile bizzat tanıştım, ve onun Fred Friendly ile savaştan sonra yaptıkları belgesel dizisinde kıdemli muhabir olarak görev aldım. Murrow ekibinden Eric Sevareid gazeteciler için bir ‘mentor’ (akıl hocası) haline geldi; CBS’in ‘Akşam Kuşağı Haberleri’nde yorumcu/sunucu olarak yer aldı, ben de Sevareid’den önce ve sonra aynı pozisyonda çalıştım. Howard K. Smith ile sık sık yazıştık ve birbirimizle kitaplar değiş-tokuş ettik. Charles Collingwood ile, Batı 57. Sokak’ta, bizim ofisin yakınındaki küçük Fransız kahvesinde buluşup sohbetler ettik. Bu adamlar geçmişin ayrıntılarından nadiren söz ederlerdi. Ama bir gazeteci olarak, onların bıraktıkları mirasa olan borcumu ve ülkemiz için yaptıkları hizmetleri asla unutmayacağım.
Ben uzun kariyer yaşamım boyunca onlar gibi, ve şimdi sizlerin geçirileceğiniz
gibi bir sınavdan geçirilmedim hiç. Bizim küresel ısınma ile ilgili kendi “sahte savaşımız” sona ermiştir artık. “Sıcak savaş” buradadır, başlamıştır.
Meslektaşım ve ortak-yazar arkadaşım Glenn Scherer, küresel iklim alt-üst olmasını sürekli vur-kaç yapan bir sürücüye benzetiyor: yani kimliği belirsiz, öldürücü ve kimliğinin saptanması için bıkıp usanmadan soruşturma yürütülmesi gereken bir suçlu. Arada uzun sürelerle eylemsizlik görülüyor, kendisinden haber alınmıyor. Derken birden öğreniyoruz ki Houston şehri seller altında kalmış, Paradise cayır cayır yanıyor. San Juan fırtınada havalara uçmuş, ve New York metrosunu tuzlu sular basmış. Haber kanalları kalın yağmurluklar giyinmiş habercilerini kameraların önüne getiriyor, veya arkadaki tepeler alevler altındayken haberciler polis bariyerinin gerisinden durumu izleyicilere aktarıyor. Ama verdikleri haberlerde “küresel ısınma” veya “iklim alt-üst oluşu” sözlerini nadiren duyuyoruz. CO2 (karbon dioksit) seviyelerindeki yükseliş, artan kuraklıklar, bunların yan zararları, neden-sonuç ilişkileri, ve politikacıların fosil yakıt şirketlerinden elde ettikleri çıkarlar? Bunlardan söz eden var mı? Hayır, unutun bunları. Haber kanallarının patronları, bu haberler işimize yaramıyor, reyting yapmıyor, diyorlar.
Ama geçtiğimiz Ekim ayında, bilimsel açıdan oldukça tutucu olan Birleşmiş Milletler’in düzenlediği ‘Hükümetler-arası İklim Değişikliği Oturumu’nda şu saptama yapıldı: küresel çapta sera gazları salınımını (emisyonunu) 2010 seviyesinin %45 oranında aşağı çekmek, ve 2050 yılına kadar net sıfır seviyesine indirmek için gerekli önlemleri almak ve çok ciddi değişimler yapmak için önümüzde sadece 12 yıl var. (Tom Engelhardt, TomDispatch.com sitesinde insanlığın artık intihar nöbetinde olduğunu anlatıyor.)
Bazılarınız yakında dünyanın en uzak köşelerine seyahat ederek, oralardan bu ‘Büyük Alt-üst Oluş’un haberlerini yapacaksınız. Mesela, palmiye yağı üretici şirketlerinin karbon dioksidin hapsedilmesinde hayati önem taşıyan ormanları yok ettiği Endonezya’ya gideceksiniz. Başkan Bolsonaro hükümetinin ülkenin yerli doğal kaynaklarını endüstriyel işletime açma (ve Dünya’nın ciğerlerini tehlikeye atma) planları yaptığı Amazonia’ya gideceksiniz. Başkan Mondi’nin bir yandan kendine çevreci süsü verip, diğer yandan yıkıcı yapılaşmalara yol verdiği Hindistan’a gideceksiniz. Başkan Xi’nin dünya tarihinde görülen en büyük ulaşım altyapısını oluşturacak olan ve dünya sistemleri için bir felakete yol açacak “Belt and Road” (Karayolu Kuşağı) inşaatına giriştiği Çin’e gideceksiniz. Eriyen buzulların haberini yapmak için Kuzey ve Güney kutuplarına, yükselen okyanus sularının yutacağı Afrika’nın sahil şehirlerine, Pasifik’teki atollere (mercan adaları), Miami’nin yoksul semtlerine gideceksiniz. Bu yıl ilkbahar ürünlerinin mahvolduğu, çiftçilerin çaresizlik ve acı içinde kaldığı Nebraska, Iowa, Kansas ve Missouri eyaletlerine gideceksiniz.
Ve gerçekleri yalan haber diyerek aşağılayan, tabiatın gerçeklerini inkar eden, ve yaklaşan felaketi Mesih’in geri döneceğinin işareti diye nitelendiren teokratik (ilahiyatçı) bir düşünceyi benimseyen ABD hükümetinin çılgınlığını –evet, çılgınlığını diyorum—rapor etmek üzere Washington’a gidecek bazılarınız.
Çılgınlık! Hurafe! Yıkım ve ölüm.
Bu durumu doğru olarak aktarabilir miyiz? Herşeyi anlatabilir miyiz? Söylenmeyenleri söyleyebilir, insanlara değişimin mümkün olduğu ilhamını verebilir miyiz?
Gazetecilik ne işe yarar? Gerçekten soruyorum, yaklaşan savaş felaketine dünyanın uyanmasını sağlamak değildi de neydi gazetecilerin görevi savaş sırasında?
Şimdi iyi bir haber vereyim: David Wallace-Wells’in yeni yayınladığı müthiş kitabı The Uninhabitable Earth (“Üzerinde Yaşanmaz Dünya”) hakkında The New York Times gazetesi bir rapor yayınlayarak, “dünyamıza yaptığımız acımasız, dayanılmaz kötülüğü anlatıyor” diye yazmış; ümit verici. David Wallace-Wells şöyle diyor: “Kirli enerjiyi, küresel gaz emisyonlarını (salımını), ve atmosferi karbondan temizlemek için ihtiyacımız olan tüm araçlara sahibiz. Bunların çözümü mümkün ve elimizin altında.” Ve ekliyor David Wallace-Wells: “Gerekli olan şey sorumluluğun kabul edilmesi.”
Gazeteciler olarak bizim sorumluluğumuz ise, gerçekleri insanlara anlatmak.
Keşke sizlerle beraber gidebilseydim bunları anlatmak için. Kuşatılmış haber odalarımıza, düşürülmüş mevkilerimize ve gerçeklerin karşısında dikilen egemen güçlere rağmen, bugünler gazetecilik için çok heyecan verici zamanlar. Bu projenin --‘İklim Krizini Ele Almak, Hemen’ (‘Covering Climate Now’)— günahlarımızın affedilmesi için bir başlangıç olabileceğini düşünüyorum, gerçekten.
Uzun yaşamım boyunca bazı şeylerin hemen değişebildiğini gördüm. Örneğin, Birmingham bombalamasından sonra. Selma yürüyüşlerinden* sonra. Örneğin Vietnam, Nixon ve Watergate. Berlin Duvarı. Sarkaç aniden bir uçtan öbür uça savrulabilir. Kamuoyu fikrini değiştirebilir.
Şimdi yine Murrow Ekibi’ne gelelim. 1940’ın sonlarıydı. Blitz (Hitler ordularının yıldırım savaşı) başlamış, Londra bombardımanların altında yerle yeksan ediliyordu. O yılın Eylül ayında Gallup araştırma şirketinin yaptığı bir anket, kuşatma altındaki Britanya’ya ABD yardımı götürülmesini Amerikan halkının sadece %16’sının desteklediğini ortaya koymuştu. Gazeteciler Olson ve Cloud, “Bir ay sonra, bombalar Londra’nın tepesine inerken, Murrow ekibinin Amerikalıların oturma odasına yaptığı yayınlar sayesinde, Amerikan halkının %52’si İngiltere’ye daha fazla yardım yapılmasını ister hale gelmişti” diye anlatıyor.
Amerikan vatandaşları faşizmin yenilmesi için ileri doğru bir adım atmış ve Murrow ekibinin bunda büyük bir rolü olmuştu. Elbette bu gazeteciler, faşizmin geriletilmesinde rol oynayan insanların sadece bir bölümüydü. Onların önemini abartmak istemiyorum. Ama oradaydılar ve doğru tarafta, doğru zamanda ve doğru bir şekilde yer almışlardı –haberlerin en önemlisini, yani özgürlük savaşını anlatarak, hayatı savunarak…
Biz gazeteciler için gerçeğin haberini yapmak, gücümüzün ahlâki temelini oluşturur. İklim krizi ile ilgili gerçekleri, çarelerini ve çözümleri söylemek, yazmak bulaşıcı olabilir. Ve bizim bugün buradaki buluşmamız Amerikan gazeteciliğinde bir dönüm noktasını oluşturabilir.
Peki ama elimizde bir sihirli değnek yoksa, ne yapabiliriz? Kamu hizmetine baş koymuş, misyon edinmiş insanlar olarak aramızda işbirliği yapabilir, elbirliği edebiliriz. Kaynaklarımızı paylaşmak için ortaklıklar kurabiliriz. Medya patronlarını ve yatırımcılarını halkların yararına ve çıkarına hizmet etmeye zorlayabiliriz. Manzarayı tüm yönleriyle bir bütün olarak aklımızda tutup, Kuzey Kutbunda eriyen buz kütlelerinin Amerika’nın Orta-batısında felaketlere yol açabileceğini okuyucularımıza, seyircilerimize ve dinleyicilerimize anlatabilir, tüm bu olaylar arasındaki bağlantıları kurabilmelerine yardımcı olabiliriz. Onları bekleyen tehlikeyi yeniden ve yeniden hatırlamak için hergün çocuklarımızın, torunlarımızın fotoğraflarına bakıyoruz. Ve yalancılara, inkârcılara ve hiçbir şey yapmayan işe yaramazlara defolun diyoruz! İnkârcılıkla hiçbir yere varılmaz.
Bazılarınızın bildiği gibi, bağımsız gazeteciliği desteklemeye kendini vakfetmiş, kâr amacı taşımayan, küçük bir kuruluş olan ‘Schumann Media Center’ın (Schumann Medya Merkezi) başkanıyım ben. Merkezimiz, 1961’de Montclair/New Jersey’de toplum-sever bir aile olan Schumann çiftinin kurduğu ‘Florence ve John Schumann Vakfı’nın bir devamı olarak, güçlü demokratik değerlerle yetişmiş çocukları tarafından kuruldu. Vakfın, benim ulusal televizyonda yaptığım gazeteciliği desteklemesi sonucunda güçlerimizi birleştirdik, ve ben Vakfın ve şimdiki Merkezin başkanı oldum. Aile tüm maddi varlığını merkezimize bağışladı, ve mütevazı da olsa artık yeterli kaynaklara sahibiz.
‘Schumann Media Center’ olarak, The Columbia Journalism Review ve The Nation’ın başlattığı Covering Climate Now projesine 1 milyon dolar bağışlıyoruz. Böylece projenin ilk yılını başarıyla tamamlamasını umuyoruz. Başka vakıfların ve bireysel hayırseverlerin de bu davaya katkıda bulunmalarını bekliyor ve bulunacaklarına inanıyorum.
Düşünmek ve konuşmakla geçen güzel bir gün oldu bugün. Şimdi harekete geçme zamanı. ‘Schumann Media Center’daki arkadaşlarımla birlikte sizlere –gazeteleri, radyo istasyonlarını, yerel haber kanallarını ve büyük medya şirketlerini temsil eden siz gazetecilere başarılar diliyorum. Hepinize ihtiyacımız var, sizler olmadan olmaz…
Bill Moyers bir radyo gazetecisidir. 37 Emmy ödülü, dokuz Peabody ödülü kazanmıştır. National Academy of Television/Ulusal Televizyon Akademisi’nin Ömür Boyu Başarı ödülünün sahibidir. ‘Schumann Media Center’ın başkanıdır.
Bill Moyers emektar çevre aktivisti, gazeteci Glenn Scherer’e yaptığı araştırmalar ve kendi konuşması için verdiği fikirler için müteşekkirdir. Değerli çalışmalarına MongaBay.org sitesinden ulaşabilirsiniz.
*1965 yılında Alabama’nın Selma kentinden eyalet başkentine giden 87 kilometrelik yolda, tarihe geçen üç protesto yürüyüşü yapıldı. Martin Luther King öncülüğündeki bu yürüyüşler kamuoyunu ateşledi ve A.B.D. Başkanı Johnson’un Oy Hakkı Kanunu’nu çıkarmasını sağladı.