* Zarf mazrufu altetmiş
Her iki mitingin de temel özelliği biçimin içeriğe galebe çalması. Gerek kürsüye çıkan konuşmacıların gerekse kalabalıktaki insanların söyledikleri bile, Parti'nin savunması gereken genel strateji, taktik ya da vizyon değil mitingin organizasyonu, biçimi ve liderin şahsiyeti üzerine yoğunlaşıyor. Görselliğin, barkovizyonla güçlendirilmesi zaten pek öksüz ve yetim olan siyasi söylemi iyice gölgede bırakıyor. Güçlü hatta kulakları rahatsız edecek yükseklikte bir ses düzeni, esas olarak söylenilenilen anlaşılmasını değil, söylenilenin daha uzaktakilere ulaştırılmasını amaçlıyor. Her iki mitingde de devasa bir görünüm verilmeye çalışılmış. Belediyenin kocaman vinçleri Erbakan, Erdoğan posterleri ile Türk bayrağının mümkün olabildiğince yüksekde sergilenmesini sağlıyor. İnsanların ellerindeki naylon ya da kumaş bayrak ve posterler belli ki tek elden çıkmış. Kürsüdeki sunucu , militan, seçmen ya da mitingi izlemeye gelen insanlara atılacak sloganları tekrar ettiriyor. Hariçten gazel okumak yasak...Bütün mitinglerde Türk bayrağı ve Atatürk portresi yasal olarak zorunlu mu? Bilhassa İslamcı partilerle hakiki solcuların ya da Kürt örgütlerinin toplantılarında bu biçimsel zorunluk, içerikle büyük ölçüde çelişiyor.
* Lidere tapma
İlan edilen saatten iki buçuk saat geç gelen Erbakan olsun, bir buçuk saat rötarlı Erdoğan olsun, ayrıca da Baykal'dan Yılmaz'a, Perinçek'den Baş'a kadar tüm partiler propaganda stratejilerini hep bizzat kendi imajları, kişilikleri üzerine, yani lider sultası, lidere tapma putu üzerine kurmuşlar. Galiba bir tek Dehap'da bu lider putu yok. Üsküdar Meydanında güneşin altında insanları iki buçuk saat bekleten Erbakan, bir Tanrı, alandakiler ise kul-köle. Erdoğan ise daha teknolojik.: Bir saatlik rötardan sonra sunucu kalabalığa dönüp, 'Sevgili Istanbullular, Genel Başkanımız şu anda şu havada gördüğünüz helikopterde sizleri izliyor...' dedi. Göklerin Kralı, aşağıdaki ahalisini izliyor!
Baykal'ın 'Hiç yanılmadığı', İsmail Cem'in 'Başbakanlığa hazır olduğu', Perinçek'in 'Bildiği, geleceği ve çözeceği' yutturmacaları da hep kişisel övgü düzeyinde. Kendi kendine kas kas kasılma!
* Yalan vergi dışı
Her iki mitingdeki liderler olsun, televizyonda izlediğimiz Parti Başkanları olsun, gerçekleri saptırmanın ve gizlemenin serbest olduğu bir ortamda akıllardan çok duygulara seslenerek kitleleri ikna etmeye çalışıyor. Mesela Erdoğan, Zeytinburnu mitinginde, yanıbaşındaki Eyüp'de kendi topladığı kalabalığın en az üç mislini toplayan Dehap'ı görmezden gelip, Pazar günkü gösteriyi Istanbul tarihinin en büyük mitingi ilan ediverdi. 1 Mayıs'ları da unutmuş anlaşılan...Ya Perinçek'in 'Barajı geçtik' yalanı? Cem Uzan ile Tansu Çiller'in gerçek dışı açıklamalarına sayfalar yetmez. Televizyon karşısında bu masalları dinleyenlerin lidere yanıt verme imkanı yok. Ancak kendi aralarında tepki verebiliyorlar ya da zap edip geçiyorlar. Mitinglere ise esas olarak o partinin militan ve taraftarları gidiyor. Onların da zaten yalana, düşe ihtiyacı var...
* Meydan, medya, sandık çelişmeleri
Somut herhangi bir proje üretmeden, dünya ve Türkiye hakkında köklü, temelli bir vizyonu olmayan, İMF, küreselleşme, Irak'a saldırı, yoksullaşma, derin devlet, ordu, laiklik gibi tayin edici konularda herhangi bir politika üretemediği için siyasetsizlikle malül partiler, bu kampanya döneminde egemen medyadan da önemli bir destek görüyor. Bu siyasetsizlik, bu lidere tapma, bu imaj merakı konusunda medyadan ve meydandan herhangi bir eleştiriye, bir sorgulamaya muhattap olmayan siyasi partiler, tıpkı bir ping pong karşılaşmasında olduğu gibi, medyaya da pek dokunmuyor. En fazla adı sanı bilinmeyen kamuoyu araştırma şirketlerine yükleniyorlar. Meydandaki kalabalık ile bu kamuoyu kuruluşlarının çalışmalarının sonuçlarını kıyaslıyorlar. Esas yapılması gereken ise 4 Kasım sabahı, son bir aylık TV haber bülten ve programlarının dökümü ile seçim sonuçlarının kıyaslanması. Hangi medya, hangi lidere kaç dakika ve/veya kaç sütün/cm ayırmış? Bu oran ile seçim sonuçları arasındaki fark ne kadar? Keza meydanlardaki insan sayısı ile seçim sonuçlarını kıyaslamak da ilginç olacaktır.
* Erbakan'la Erdoğan
AKP belli ki, Refah'ın en az yüzde 80'ini almış üstelik de en militan, en genç, en dinamik kesimini örgütlemiş. Ama AKP, hem Bağcılar teşkilatı ile geçirdiğimiz yarım günde, hem de Zeytinburnu mitinginde ortaya çıktığı üzere sıkıntılı bir parti: Merkez sağız diyorlar, İslamcı referansları silip atmışlar, ama uygulama, ama tabanın talepleri bunun tam tersini gösteriyor. Ne var ki 28 Şubat'a açıkça cephe almaktan çekinenlerin bu iki yüzlülüğü şimdiden su yüzüne çıkıyor.
Erbakan, SSCB'nin son dönemindeki Kremlin hakimlerine benzemiş artık. Yani tükenmiş. Tükenmişliğin getirdiği bir saldırganlık var. Ama AKP'ye oranla, bir ihtimal marjinelleşmenin ve tabanı kaybetmenin verdiği boşluk yüzünden daha radikal, daha siyasi ve daha net. Saadet mitinglerinde Mehter Marşı, Fetih Marşı filan çalınıyor hala. AKP'de ise Hafif Batı Türk-İslam Müziği havasında bir şeyler...Birazcık da askeri.
Saadet'in tabanı sakallı takkeli yaşlı ya da orta yaşlı yurttaşlar. Kadınların hepsi başörtülü. AKP'nin erkekleri takım elbiseli. Başörtülü kadınlar ise adeta övünüyor: Bizim bazı milletvekili adaylarımızın bile başı açık...Yalnız Saadet Partisi, tıpkı ÖDP gibi, Şanar Yurdatapan'la Abdurrahman Dilipak'ın girişimine kürsülerini 5 dakika da olsa bu ikiliye vererek destek verirken, AKP'den red cevabı geliyor. Keza DEHAP da Yurdatapan-Dilipak ikilisinin talebini geri çeviriyor.
* Mitingler iyi ama...
Galiba Yunanistan dışında Avrupa'da bu tür siyasi mitingler artık tarihe karıştı. Batı'da adaylar, seçmenlerle kapalı toplantı salonlarında ya da birebir temasa geçip bir araya geliyor. Bizdeki mitingler tipik bir Akdeniz alışkanlığı. Anonim olmak gerek. Tabana 'yüz vermemek' lazım. Maksat gövde gösterisi...Hafif şenlik havasında, hele hava iyi olursa, hanım bey, çoluk çocuk gezmeye gitmiş oluyor. Oy vermeyi tasarladığı lideri bizzat görmüş oluyor. Tabi ki açık havada düzenlenen bu kadar büyük toplantılarda seçmen-yurttaşın görüşlerini, isteklerini, itiraz ve taleplerini aktarması, duyurması mümkün değil. Hele başarısız lideri protesto etmesi hiç mümkün değil. Üstelik bu mitingler artık sadece ve esas olarak medya için düzenleniyor. Dikkat ettim benim elimde ne TV kamerası ne de fotograf makinesi olduğu için, TV ve foto muhabirlerine oranla organizatörlerden daha az ilgi gördüm. Hatta bir yurttaş, Marc Sémo'ya 'Sen ne biçim gazetecisin, fotograf makinen bile yok!' dedi. Medyada görsel üstünlüğün acı tezahürü...
* Geçmiş bir kaç örnek
1973 yılında Fransa'da Giscard d'Estaing ile François Mitterrand arasındaki Başkanlık seçimini hatırlıyorum. Çok sıkı bir sağ/sol kavgasıydı. 1999-2000 döneminde, ABD'de, Bush-Gore seçimi de, muhafazakar sağ ile liberal- merkez arasında ciddi bir ideolojik-siyasi kapışmaya sahne olmuştu. Her iki örnekde de eğitim, sağlık, bütçe, belediye gibi somut sorunlar ayrıntılı bir şekilde tartışılmıştı. Seçmenin açık seçik bir tercih yapması için neredeyse tüm veriler kampanya sırasında kamuoyuna iletilmişti. Siyasetin medyatik hale getirilmesi siyasetsizliği güçlendiriyor Türkiye'de ve her yerde. Bugün Türkiye'de seçim giren partileri, ciddi bir şekilde tahlil edip, ortak ve temel bir kaç tayin edici tema bulmak mümkün mü? Nedir bu seçimlerin ana kozu, sorusuna her parti birbirinden çok farklı yanıtlar vermeye çalışıyor: AB?, İMF? Demokrasi? Ekonomi? Hukuk? Sağ/Sol? Herhalde hiç biri ya da hepsi...Yine medyanın büyük sorumluluk taşıdığı kollektif belleğin zayıflatılmış olması nedeniyle, 4-5 sene öncesinde seçmene kök söktüren liderler bugün ne büyük rahatlıkla yurttaş karşısına çıkabiliyor?
Yurttaşlık Bilgisi kitaplarında, demokrasi, halkın kendi kendini idare etmesidir diye tanımlanır. Aynı kitaplarda da Cumhuriyet (Res Publica- Kamusal Şey) kamu çıkarlarının üstün olduğu yurttaş rejimi olarak bilinir ama...Ne biri ne de öteki olmazsa, dört yılda bir sandık başına gitmek, yurttaş açısından ne menem bir demokarsi, ne tür bir Cumhuriyet ki?
Bir cevap Fransız protest şarkıcı Renaud'dan (*):
"Onlara oy verdiğimiz her seferinde
'Ne Tanrı, Ne efendi!' çığlığını susturuyorduk içimizde
Tanrı olmuşlardı onlar artık, gülüp geçerlerdi bu söze
Ve işte böylece, bir kez daha koydular bize'' (RD/EK)
-------------------------------------
(*)Renaud'nun 1991 tarihli Marchand de Cailloux (Taş Taciri ) albümünden "Milletvekili Tangosu'' parçası