İlki, ne Irak'ta olup bitenlerle ilgili yeni bir nesnellik tanımlamamıza yol açacak, bu açıdan bir değişimi tetikleyecektir. Ne de ABD'nin işgali sona ermeden, "sorgusuz çuval geçirip götürmeler"in önüne geçmek mümkün görünmektedir. Tali Fahima'nın bilgisi ise bazı şeyleri tetikleyebilir.
İnsan Hakları Örgütü'nün web sitesinde, daha ana sayfadan başlayarak, kafasına çuval geçirilmiş Iraklılara rastlayabilirsiniz. Ama bütün sitede, zeminden çatıya kadar, tek bir "Tali Fahima" bile geçmemektedir.
İnsan Hakları Örgütü, uluslararası ölçekte insanların haklarına sahip çıkılması, hakların takibinin yapılması için oluşturulmuş bir örgüttür. İddiası budur. Ama 29 yaşındaki bir kadının, İsrail devleti tarafından alınıp hapse atılmış olması, bu örgüt açısından üstünde durulması gereken bir hak ihlali olarak görülmemiştir.
Fahima'yla ilgili son haberlerden biri 20 Eylül 2004'de Israel National News'da çıktı. Haberde şöyle deniyor:
"Tali Fahima'nın tutuklu bulunduğu cezaevinin gardiyanlarına göre, Fetih'in terörist lideri Muhammed Halife'ye yönelik başarılı askeri harekâta tepki gösteren Fahima, 'İtbah el Yahud!' ('Yahudileri katledin'in Arapçası) diye bağırdı.. Fahima, çok sayıda Yahudi'nin ölümünden sorumlu Fetih teröristi Zekeriya Zübeydi tarafından gerçekleştirilen terörist eylemlerle doğrudan ilişkili olduğu suçlamasıyla tutuklu bulunuyor.."
Cezaevi gardiyanlarının tanıklığına dayanan bu habere bakıp Fahima'nın bir Filistin mahallesinde büyümüş, çocukluk günlerinden itibaren İsrail vatandaşlarına, hatta dünya üzerinden Yahudi olan herkese diş bilemiş acımasız bir Fetih militanı, bir "terörist" olduğunu düşünebilirsiniz.
Biraz daha önce bir başka haber ise, 14 Eylül 2004'de Haaretz'de yayınlanmıştı. Bu haberde ise, "İsrailli Filistin destekçisi eylemci" Fahima hakkındaki tutuklama ("administrative detention") kararının ("bir İsrail hedefine yönelik terörist saldırı düzenlemek istediği" suçlaması ile) Tel Aviv mahkemesi tarafından onaylandığı bildiriliyordu. Tutukluk süresi dört ay olacaktı. Mahkemenin yargıcı "Fahima'nın İsrail hedeflerine yönelik terör saldırıları düzenlemeye kararlı olduğu ve bu yüzden kendisini cezaevinde tutmaktan başka bir seçenek olmadığı" sonucuna varmıştı. Yargıç, kararının, bir Şin Bet (İsrail iç istihbarat servisi) ajanının da dahil olduğu "güvenilir istihbarat kaynaklarına dayandığını" belirtiyordu.
Tali Fahima kimdir?
Tali Fahima, Fetih militanı bir Filistinli değil, İsrail ordusunda askerlik hizmetini yapmış, oyunu Ariel Şaron'a vermiş bir İsrail vatandaşıydı. Kısa bir süre öncesine kadar "ülkesinin terörizme karşı varoluş mücadelesi verdiğini" düşünüyordu. Ülkesinin ve "ulus"un bir parçasıydı. Bir yıl kadar önce, intihar saldırıları düzenleyen El Aksa Şehitleri Tugayı'nın lideri Zekeriya Zübeydi hakkında bir haber okumuş ve Zübeydi'yle bir şekilde yüzleşmesi ve konuşması gerektiğine karar vermişti.
Kafasına koyduğunu yapan, Zübeydi ile yüz yüze gelmeyi başaran Fahima, gözaltına alınmadan önce İsrail Televizyonu'nda şunları söylüyordu:
"Bir insanın neden bunları yaptığını sormam gerekiyordu. Bunun bir nedeni var. Adamın biri bir sabah uyanıp, 'Tamam, ben şimdi bir saldırı düzenleyeceğim' demez ki.."
Fahima'nın söyledikleri bunlarla sınırlı kalmıyordu. Zübeydi'yle birkaç kez görüşmesinin ardından onu "tanıştığı için kendini şanslı saydığı kibar bir insan" olarak, bir "özgürlük savaşçısı" olarak nitelendiriyordu. İsrail ordusunun Zübeydi'ye yönelik suikast girişimlerine karşı canlı kalkan olmaya hazır olduğunu söylüyordu. Haziran 2004'de Jerusalem Post'a şunları söylemişti:
"Belirli değerlerle yetiştirilmiş 28 yaşındaki bir kadın için, bir gün bunların tümünün yanlış olduğunu anlamak kolay değil.. İşgale neden olan kim? Filistinliler mi? Hayır. İsrailliler. Ve ben kimim? Yapılanlarda sorumluluğu bulunan ve evinde oturup hiçbir şey yapmayan Bir Yahudi ve bir İsrail vatandaşı.. Zübeydi bir terörist değil. O işgale karşı savaşıyor. İntihar saldırılarını düzenleyenler de işgale karşı savaşıyorlar. Kendinizi onların yerine koyun ve ne olacağını görün. Temel hak ve özgürlükler onlara tanınmıyor.."
Ha'ir gazetesine ise Zübeydi ile görüşmeleri ile ilgili olarak, "İntihar saldırıları üzerine farklı düşüncelerde olduklarını" söylemişti. Kendisine "tank ve uçakların yokluğunda Filistinlilerin [kendi] cephaneleri olduğunu" söyleyen Zübeydi'ye, intihar saldırılarının eylemci açısından da kurbanlar açısından da zalimce olduğunu söylemişti.. Ama öte yandan, eğer durum tersine dönmüş olsaydı ve aynı koşullarda kendisi yaşamak zorunda kalsaydı, "savaşacak ilk kişi ben olurdum" da demişti.
Fahima'nın avukatı Smadar Ben-Natan, müvekkilinin Şin Bet'e bilgi vermeyi reddedince gözaltına alındığını söylüyor ve şöyle devam ediyordu: "İstihbarat servisleri onun politik olarak yanıldığını kanıtlamaya çalışıyor. Ona tarih dersleri veriyorlar, yaşanan şeyin işgal olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini tartışıyorlar; Filistinli savaşçıların özgürlük savaşçıları olarak mı yoksa terörist olarak mı tanımlanması gerektiğini tartışıyorlar."
Ben Natan ayrıca Fahima Şin Bet'le işbirliği yapmayı reddettiğinde Şin Bet'in gazetecilere onun "Zübeydi'yle yattığı"nı söylediğini de belirtiyordu. Fahima tarafından reddedilen bu "itham" İsrail basınında bir "bilgi" olarak kabul edilmiş ve kullanılmış, "bilgi"ye rağbet edilmişti.
Fahima'nın arkadaşlarından Lin Dovrat ise şöyle diyordu: "Zübeydi'yi beş kez öldürmek istediler ve başarısız oldular. Fahima ise ona ulaştı, onunla konuşmayı başardı, onunla en temel insani düzeyde bağlantı kurabildi. Sanırım bu da yetkilileri çıldırtıyor.."
Bir süre gözaltında tutulmasının ardından, 5 Eylül 2004 günü İsrail devlet yetkilileri Fahima'nın "mahkemeye çıkarılmadan tutuklanması"na karar verdi. Yetkililer bu kararı verirken, dört yıllık İntifada boyunca binlerce Filistinliye uygulanmış, İsrail vatandaşlarına ise neredeyse hiç uygulanmamış bir kanundan güç alıyorlardı. Mahkemesiz tutuklama kararının altında imzası bulunan İsrail Savunma Bakanı Şaul Mofaz, Fahima'nın "tüm İsrailliler için açık ve mevcut bir tehlike" olduğunu söylüyordu.
"Roş Aşana"nın bugünü ve geçmişinde yaşananlar
Fahima şüphesiz "zina"ların en büyüğünü gerçekleştirmiş, "ulusu"nu başka bir "ulus"la, üstelik "düşman"la ilişki kurarak aldatmıştı.. Üstelik yaptığını, vatandaşlarının önüne çıkıp söyleme, hatta savunma cesaretini gösteriyordu. Ve herhalde bu kadarı İnsan Hakları Örgütü yetkililerine de fazla gelmiş, herhalde onlar da Fahima olayı hakkında, "Bu onların kendi iç işleri. Bizi ilgilendirmez" diye düşünmüşlerdi. "Ulus"la "dünya" ya da kısaca "dışarısı" arasındaki "yüksek gerilim tabakası"nda bireyin nefes alıp verebileceği hava delikleri açma işinden kendini sorumlu tutan bu "uluslararası" oluşumun, "ulusal meşruiyetin önceliği"ne boyun eğme anlarından biri yaşanmıştı.
Museviler için dünyanın yaratılışının yıldönümü olan Roş Aşana'yı Tali Fahima, "tüm İsrailliler için açık ve mevcut bir tehlike" olarak tutulduğu cezaevinde geçirdi.
"İnsanın yakınlarına karşı yaptığı hataların ancak onun affetmesi durumunda Tanrı tarafından bağışlandığı"na ve "bunun da yakınlardan yapılan hatalar için özür dilemek anlamına geldiği"ne inanan Museviler için çok özel günleri temsil eden Roş Aşana'nın bu yılki ikinci günü ise, geçmişteki bir olayın yıldönümüne denk geliyordu.
17 Eylül 1948'de, Birleşmiş Milletler arabulucusu, İsveçli diplomat Kont Folke Bernadotte ve Fransız yardımcısı, Kudüs'ün yeni İsrail devletinin kontrolündeki bölgesinde pusuya düşürülerek öldürülmüştü. Sonradan İsrail'in başbakanı olacak İzak Şamir'in yönetimindeki "Stern Çetesi" milisleri tarafından öldürülen Bernadotte, 2. Dünya Savaşı yıllarında İsveç Kızılhaçı'nın aktif yöneticisi olarak, Nazi kontrolündeki Danimarka'dan kaçan binlerce Yahudi'nin korunması için çalışmıştı.
Bernadotte, Dünya Yahudi Kongresi'nin Stokholm temsilcisiyle birlikte, toplama kamplarındaki Yahudilere 70 bin gıda kolisinin gönderilmesi kampanyasını da organize etmişti. Savaşın son günlerinde ise, içlerinde 6500 Yahudi'nin de bulunduğu binlerce tutuklunun kurtarılması için bir konvoyun Almanya'ya geçirilmesi için pazarlık ve ardından hazırlık yapmış, kendisi de bu operasyon için konvoyla Almanya'ya geçmişti.
"Yüksek gerilim tabakaları"na karşı tarihteki en büyük bireysel başkaldırıları gerçekleştirmiş, medeniyet denilen bir şey varsa onun gelişmesinde evlatları ile belki hiçbir halkın tek başına sağlayamadığı kadar katkı sağlamış bir halk, o halkın evlatları.. bugün "Roş Aşana"da büyük bir zıtlığın iki ucunda da en ön safta yer alıyorlar.
Bir tarafta bir "ulus"un "dışarısı" ile bağlarını giderek yok eden bir "yüksek gerilim tabakası"nın mühendisleri.. Bir halkın, komşusu olan bir başka halkla dayanışma ve kardeşlik içinde bir arada yaşamasına engel olan militarist bir devlet mekanizmasının temsilcileri..
Diğer tarafta, " yüksek gerilim tabakası"na, fiziksel özgürlüklerini hiçe sayarak, en beter dışlanma ve aforozu göze alarak, gerektiğinde tek başına karşı koyan evlatlar. "Teröristin koynuna girmiş", "aklını kaybetmiş" yaftalarının boynuna geçirilmesine tahammül edebilen.. İsrail vatandaşlarına yasak Cenin'de "düşman"la buluşan 29 yaşındaki bir kadın..
Uluslararası İnsan Hakları Örgütü'nün önceliklerine geri dönecek olursak, örgütün web sitesinde, "Irak'ta gazetecilerin kaçırılması"nın bir "savaş suçu" olduğunun altı çiziliyor. Ama sitenin herhangi bir yerinde "Simona Torretta" ismine rastlanmıyor. Fahima ile aynı yaşta olan İtalyan kadın Torretta bir gazeteci değil gerçi, ama kaçırılmış olması herhalde "savaş suçu" sayılabilir.
Simona Torretta: "İtalya'da kalamam"
Simona Torretta, Irak'a uygulanan ambargoya karşı çıkan ve orada yaşayan insanlara yardım götürmeyi amaçlayan bir grupla ilk kez 1996'da Irak'a gitmişti. Mart 2003'de, büyük bombardıman başladıktan sonra bir kez daha Irak'a "dönmeye" karar verdiğini açıkladığında ise arkadaşları "Sen çıldırmışsın!" demişlerdi.
Bağdat düştükten sonra da Torretta orada kalmış, halka ilaç ve su temin etmek için çalışmaya başlamıştı. Direnişçiler yabancıları hedef almaya başladıktan ve çoğu gazeteci ve insani yardım çalışanı ülkeyi terk ettikten sonra Torretta bir kez daha Irak'a "dönüyordu". Bir belgesel film yapımcısına söylediği, şu basit cümleydi: "İtalya'da kalamam."
7 Eylül 2004 günü Torretta, İtalyan arkadaşı Simona Pari ve Iraklı arkadaşları Raad Ali Abdül Aziz ile Mahnuz Bassam, Bağdat'ta hem yaşadıkları hem de çalıştıkları evden alınıp kaçırıldılar. Kaçıranlar, yüzleri örtülü tipler değil, yüzleri tamamen açık, tıraşlı, takım elbiseli kişilerdi. Direnişçiler tarafından gerçekleştirilen kaçırılma olaylarında görüldüğü gibi, üç - dört kişi değil, 20 kişi birden gelip kaçırmıştı. Gün ortasında, belli ki yakalanma korkusu olmadan gelmişlerdi. Kaçırılma olayı, asker ve araç kaynayan "Yeşil Hat"tan sadece birkaç blok ötede gerçekleşiyordu. Olay sırasında Irak polisi ya da Amerikan askerlerinin müdahalesi yaşanmamıştı. Newsweek'in bildirdiğine göre olaydan 15 dakika sonra bir Amerikan askeri konvoyu evin bir blok ötesinden geçmişti. Kaçıranlar, kalaşnikof taşımıyordu. Otomatik tüfekler, pompalı tüfekler, susturucu takılmış ve sersemletici ("stunner") tabancalarla gelmişlerdi. Olayın tanıkları, saldırganlardan bazılarının üzerinde Irak Ulusal Muhafız üniforması olduğunu söylüyordu. Bu üniformalılar, "Allavi için çalışıyoruz" da demişlerdi.
Irak'ın önde gelen Sünni cemaatinden Şeyh Abdül Selam el Kubeysi, Torretta ve Pari'yi olaydan bir gün önce ziyaret etmişti. "Korkmuşlardı" diyordu. "Birinin onları tehdit ettiğini söylediler.."
"Tehditlerin arkasında kim olabilir?" diye sorulduğunda ise Kubeysi, "Yabancı istihbarat örgütlerinden şüpheleniyoruz" diyordu. Bu sözler, birçok rehinenin serbest bırakılmasında ilişkilerini kullanarak etkin olan bir adamdan geldiğinden, çok hafife alınabilir sözler değildi.
Kaçırılma olayından birkaç hafta sonra, kendine "El Zevahiri'nin Destekçileri" adını veren bir "grup" tarafından iki İtalyan kadının öldürüldüğü "açıklaması" yapılıyordu. 22 Eylül'de ise bu kez Irak'taki İslami Cihad'ın iki kadını öldürdüğü açıklaması yaptığı bildiriliyordu.
İtalya'da "gizli servislerle ilgili parlamento komisyonu"nun başkanlığını yapan Enzo Bianco ise, istihbarat örgütü yetkililerine göre bu iddiaların "tamamen asılsız" olduğunu söylüyordu. Kaçırılanların akibeti belli değildi.
"Silahların çatışması"nda neden silahsızlar asıl hedef?
Dünyanın bugününde Fahima ve Torretta olayları, dününde Bernadotte olayı, ısrarla bazı sorulara yol açıyor: Silahların çatıştığı bir dünyada silahlar sadece bir oyunun "kârlı oyuncakları" olmasaydı, "silahlı çatışmalar" bir tür oyun olmasaydı, silahsız bunca kadın ve erkek öldürülür, hapsedilir, kaçırılır, yıldırılmak istenir miydi? Silahlıların çatıştığının varsayıldığı bir dünyada, bu varsayım doğru olsa, silahsızlar bu kadar hedef olur muydu?
29 yaşındaki İtalyan kadın Simona Torretta, bir eylül günü Bağdat'taki bir evden arkadaşları ile birlikte, 20 silahlı adam tarafından kaçırılır mıydı?
Birleşmiş Milletler arabulucusu Bernadotte, 1948 yılının bir eylül günü, "Stern Gang" milisleri tarafından vurulup öldürülür müydü?
İsrail ordusunda askerlik yaptıktan, oyunu Ariel Şaron'a verdikten ve yıllarca İsrail devleti tarafından "terörizme karşı varolma mücadelesi verildiği"ne inandıktan sonra bir soru soran, peş peşe gelen sorulara cevap arayan 29 yaşındaki Yahudi kadın Tali Fahima, "İsrail için büyük bir tehlike" olarak damgalanıp hapse atılır mıydı?
Ya da, 1999'da Yugoslavya'ya yönelik NATO bombardımanında neden sadece 14 tank imha edilirken, 372 endüstri tesisi yerle bir edilmişti? Neden sivil bir hedef olan Sırp televizyonu hedef alınmış, üstlerinde bir çakı bile olmayan 16 televizyon çalışanı öldürülmüştü. Öte yandan, Strazburg'daki İnsan Hakları Mahkemesi, 2001'in Aralık günlerinde neden bu 16 kişinin öldürülmesinin "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ihlali olmadığı" kararına varmıştı?
Yaşananlar, bazı oluşumların adlarının başında "uluslararası" kelimesi bulunmasının, "ulusal" gerilim tabakalarının içinde hapsolmuş bireyin meşruiyetlerinin savunulması açısından çok anlamlı olmadığını gösteriyor.
Bütün mesele, "ulus" ile "dışarısı" arasındaki hava deliklerinin kim tarafından, ne için açıldığı mı? "Ulus"un hangi bileşenleri için açıldığı mı? "Ulus ötesi" devletler, dışarısını temsil eden oluşumlar ve "ulus"u temsil eden devletler tarafından çeşitli anlaşmalarla beraber geliştirilen bu "delikler mimarisi"nde kimin söz hakkı var, kimin yok?
İsrail'in Filistinlileri küçük bölgelere hapseden ve "içerdekiler"in hayatını olağanüstü zorlaştıran duvarının yapımında kullanılan çimentoyu Filistin şirketlerinin temin etmesi, iki taraf açısından da bir meşruiyeti, onaylanmış "hava delikleri"ni temsil ederken.. Ya da ABD'de casusluk zanlıları ve "terör korkusu yatırımcıları" en üst düzeyde stratejik planlamanın başına oturtulurken.. İki genç kadının "ulus"un dışında, "sadece dünya"da varolma kararı neden baskınlara uğruyor? (ŞA/BB)
Sıradaki öykü: Yugoslavya'yı dize getiren '99 NATO bombardımanı ve "bombaların gerçek hedefi neydi?"