İki Günde 39 Sanık "Devrimci Karargah"dan Yargılanacak
![İki Günde 39 Sanık "Devrimci Karargah"dan Yargılanacak](https://static.bianet.org/system/uploads/1/articles/spot_image/000/129/189/original/SDP_gundem.jpg)
Değişen gerçeklik ve ben-odaklı benliklerimiz
![Değişen gerçeklik ve ben-odaklı benliklerimiz](https://static.bianet.org/yazi/2025/02/07/degisen-gerceklik-ve-ben-odakli-benliklerimiz.webp)
Artık sadece televizyonu açıp yaratılan bir gerçekliğin içine girerek “verilen” gerçeklikten kaçmıyoruz, sanal ortamda yarattığımız personalarla kendi “yeni” gerçekliklerimizi oluşturuyoruz. İzleyici koltuğundan oyuncu koltuğuna geçiş yaptık çoktan. Sanal dünya artık çevrimdışı dünyada var olamayanların dünyası değil, herkes her iki dünyada da var olmak zorunda çünkü benlikler de gerçeklikler de iç içe geçmiş durumda.
Var olmanın dayanılmaz ağırlığı: “Yapabilme” zorunluluğu
Sanal dünya, özellikle post-modern dijital çağda, insanın toplum içinde var olabilmesinin ana koşulu olan “yapabilme”sine olanak sağlar. İnsan, yapabildikleri kadar vardır. Ne kadar çok yapabiliyorsa o kadar değerlidir. Yaptığının ne olduğu veya niteliği, hangi grup içerisinde var olmaya çalıştığına veya değer görmeye çalıştığına göre değişir. Bu durum muhafazakar ve dini çevrelerde var olmak isteyen biri için kandil veya dua paylaşımları iken, muhalif bir çevrede değer görmek isteyen biri için hükümet karşıtı paylaşımlar olabilir.
Kısacası, içeriğinden ve niteliğinden bağımsız olarak her birimizin yaptığı benliğimizin tekrar üretimidir. Ancak, tüm bu yeniden üretimlerde benliği geliştirme veya değiştirme amacı yoktur. Tek amaç, diğerlerine ne kadar yapabildiğini göstermektir. Mesleklerin kimlik haline gelmesi, görüşlerin benliğin tamamını kaplaması da bu yüzdendir. Benlik meslek üzerinden sürekli yeniden üretildiğinde başka bir kimlik oluşumunun da önüne geçer. Bu durum ilk bakışta normal veya olması gereken gibi görünebilir. Ancak, insanın tek bir kimliği yoktur, benlik birçok kimliğin bir araya gelerek oluşturduğu bir olgudur ve hayat boyu (hatta günlük yaşam içerisinde) sürekli kimlikler arasında geçiş yapılır. Bir insanın kadın, anne, eş, arkadaş, mühendis gibi birçok farklı kimliği vardır.
Tajfel sosyal kimliğin (bu yazıdaki anlamıyla ise kimliğin), benliğin bir parçası olduğunu söyler ve sosyal kimliğin ait olunan grup veya gruplara ilişkin bilgimizden, buna yüklediğimiz değerden kaynaklandığını belirtir. Teknolojik, kültürel ve ekonomik olarak dünyanın geldiği noktada gerçekliği (ve benliği) yeniden yaratmak için sınırsız imkanlarımız var. En basit hali ile, sosyal medyada oluşturduğumuz bir kimliği çevrimdışı dünyada oluşturmak ne kadar mümkün? Yüzbinlerce takipçisi olan bir hesabınız olduğunda tek bir paylaşımınızı anında on binlerce insan görür, yorum yapar, beğenir veya yeniden paylaşır. Aynı büyüklükte bir kitleye çevrimdışı dünyada ulaşabilmeniz için stadyum konseri veren bir Rock yıldızı olmanız gerekir. Bunun olasılığı (veya bu şansa/koşullara sahip olma ihtimali) kim bilir kaç milyonda birdir…
Dijital çağ, bilginin dolaşımını ve ulaşılabilirliğini, insanların seslerini ve taleplerini duyurabilmelerini gözle görülür biçimde kolaylaştırdı. Bu yadsınamaz bir gerçek. Evinin odasında beste yapan birinin “keşfedilebilmesini” de sağladı, dünyanın bir ucunda haksızlığa uğrayanın adalet talebini görünür kılmasını da. Ancak, bu çağın buzdağının altına sakladığı gerçeklik bunun çok daha ötesinde. Var olabilmenin tek koşulu herhangi bir şeyi, herhangi bir şekilde yapmak olunca linç kültürünün, iftiraların, yalanların ve tüm bu personaların ortaya çıkması elbette kaçınılmaz. Çünkü, bu 'yapma' zorunluluğu beraberinde ben-odaklılığı getirir. BEN yaptım ve BEN varım. “Ben”in neye veya kime rağmen oluştuğunun ise bir önemi kalmaz.
Tüketen 'ben'
Ben-odaklı benlik ile kapitalizm arasında yakın bir ilişki vardır, hatta korelasyonel ilişki diyebiliriz buna. Neden-sonuç ilişkisi kurmak şu an pek mümkün olmasa da ben-odaklı kimliğin kapitalizmin işine geldiği ortadadır. Çok basit bir mantıkla, kapitalizmin, can damarı olan tüketim toplumunu devam ettirmek için “ihtiyaç” kavramını yeniden düzenlemesi gerekiyordu. Çünkü insanların yalnızca hayatta kalmak için ihtiyacı olanları tüketmesi pazar ekonomisini çökertir. Bu yüzden ihtiyaçlar ve istekler yeniden şekillendirildi, mutluluk ve huzur sahip olunanlarla (yani özel mülkiyetle) yeniden tanımlandı. Ne kadar değerli olduğumuz sahip olduklarımızla ölçülür hale geldi. Görene kadar ihtiyacı olduğunu bilmediği ürünlere sahip olabilmek için borçlanan toplumlar yaratıldı. Bu öyle bir incelikle yapıldı ki herkes kendi özgür iradesi ve isteği ile bu kararları verdiğine inandı. Böylece, yepyeni bir tüketim kültürü oluşmuş oldu.
Peki, ben-odaklı benliğin tüketim kültürüne katkısı ne? Tüketim kültürünün yarattığı yegâne şey sahip olunanlara atfedilen değerdir. Yani, “ben”im sahip olduklarım. “Ben”i merkeze almayan bir anlayış kapitalizmin arzuladığı insan tipini oluşturamaz. Çünkü toplumu veya insanlığı veya yaşamı merkeze alan kişi, o ürünün üretiminde harcanan kaynakları, emek sömürüsünü, artı değeri veya dünyanın %1’i zenginken hala açlıktan ölen çocukları düşünür. Merkezde bunlar vardır.
Yönünü yitirmek
Ben-odaklı benliğin tek bir altın amacı vardır: Ne kadar çok yapabildiğini herkese göstermek. Ne kadar çok bildiğini, ne kadar yetenekli olduğunu, ne kadar duyarlı olduğunu veya ne kadar ideolojisine bağlı olduğunu. Çünkü tüm bunlar onun ne kadar değerli olduğunun ölçütüdür (Yazının başından hatırlayalım: Yapmak=Değerli Olmak). Bu durumda, sanal dünyadaki paylaşımlarda (video, metin, içerik vs.) tek önemli olan alınan reaksiyondur, niteliğin hiçbir önemi yoktur.
Tüm bunları düşününce “alkışlarla yaşıyorum” toplumunun oluşması kaçınılmaz değil mi? Veya benliğin yalnızca alkış alacak biçimde yeniden üretilmesi? Veya yönünü yitirmiş bir toplum... Sosyal medyadaki takipçi sayıları dijital dünyanın özel mülkiyetidir artık. Ancak, ben-odaklı benlik bunların yalnızca zilyedidir, malik ise her zaman kapitalist sistemin kendisidir.
(DAB/Mİ)
Kayseri’de sokak köpeğine işkence: Soruşturma sürüyor
![Fotoğrafta, gece vakti aydınlatmaların ve ışıklı tabelaların olduğu kalabalık bir caddede kaldırım üzerinde uyumakta olan bir köpek görülüyor. Köpek, kıvrılmış bir şekilde dinlenirken, arka planda yürüyen insanlar ve hareketlilik dikkat çekiyor. Sokakta yaşayan bu hayvanın hemen yanı başında bir sigara izmariti fark ediliyor. Sahipsiz bir hayvanın kalabalığın arasında yalnız kalışını ve sokak yaşamının zorlu koşullarını simgeleyen bir görüntü bu. Renkler ise sıcak tonlarda, caddenin ışıkları ve kozmopolit atmosfer vurgulanmış.](https://static.bianet.org/haber/2025/02/07/kayseride-sokak-kopegine-iskence-sorusturma-suruyor.jpg)
Kayseri’nin Melikgazi ilçesinde, Eskişehir Bağları yakınlarında bir köpeğin yakılarak öldürülmesi, bölgede yaşayan hayvanseverleri derinden sarstı. Olay, bölgede gönüllü olarak hayvanlara bakan kişiler tarafından fark edilerek yetkililere bildirildi.
Olay, 15 Ocak'ta Altınoluk Mahallesi ile Eskişehir Bağları arasında, insanların sıkça kullandığı bir yol üzerinde meydana geldi. Sokakta yaşayan hayvanları düzenli olarak besleyen bir gönüllü, diğer hayvansever bir arkadaşından gelen haberle olaydan haberdar oldu. Hızla olay yerine giden gönüllü, köpeğin vahşice öldürüldüğünü ve hayatını kaybettiğini gördü.
Gece saatlerinde gerçekleşen olayın yaşandığı bölgeye yakın bir hafriyat nakliyat firması ve Bestepeler Piknik Alanı bulunuyor. Alanda güvenlik kameralarının olduğu bilinse de, MOBESE kayıtlarına ulaşılamadığı iddia ediliyor.
Yetkililerin müdahalesi ve soruşturma süreci
Olay sonrası Türkiye Hayvan Hakları Federasyonu yöneticisi Nihal Kasa devreye girdi. Tarım Bakanlığı ve diğer yetkili kurumlar bilgilendirildi. Sabah saatlerinde polis ekipleri bölgede incelemelere başladı ancak olayın faili henüz tespit edilemedi. Hayvanseverler, köpeğin ayaklarının bağlı olduğunu ve işkenceye maruz kaldığını belirterek kamera kayıtlarının incelenmesi için başvuru yaptı. Ancak kayıtların yalnızca emniyet yetkilileriyle paylaşılacağı ifade edildi.
Bölgedeki hayvanların durumu
Olayın yaşandığı bölge, çok sayıda sokakta yaşayan hayvana ev sahipliği yapıyor. Hayvanseverlere göre bölgede yaklaşık 25 köpek ve 50’ye yakın kedi bulunuyor. Ancak bazı yerel halk, bu hayvanlara karşı olumsuz bir tutum sergiliyor. Buna rağmen gönüllüler, hayvanların beslenmesi ve bakımı için büyük bir özveriyle çalışmaya devam ediyor.
Hayvanseverler, öldürülen köpeğin daha önce şiddete maruz kalmış olabileceğini ve kulaklarının kesik olduğunu dile getirdi. Olayın sorumlularının bulunup adalete teslim edilmesi için savcılığın soruşturması sürüyor.
Hayvan hakları savunucuları, Kayseri’de gönüllü bilincinin ve kısırlaştırma çalışmalarının diğer şehirlere kıyasla daha iyi durumda olduğunu, ancak yasanın yanlış uygulanmasının şehirdeki genel durumu kötüleştirdiğini dile getirdi. Özellikle kırsal bölgelerde sokakta yaşayan hayvanların sayısının hızla arttığı ve bunun temel sebebinin kısırlaştırma, bakım ve denetim eksikliği olduğu vurgulandı.
Barınak eksikliği krizi
Yasaya göre nüfusu 25.000’in üzerinde olan belediyelere barınak yapma zorunluluğu getirilmesine rağmen, birçok belediyenin bu sorumluluğu yerine getirmediği belirtildi. Melikgazi ve Kocasinan gibi büyük ilçelerde dahi barınak bulunmuyor. Bu durum, tüm yükün Büyükşehir Belediyesi’ne kalmasına neden oluyor. Mevcut barınakların kapasite yetersizliği nedeniyle hayvanların ihtiyaçları karşılanmakta zorlanıyor. Bazı belediyelerin ise topladıkları hayvanları dağlık alanlara bırakması, yasanın ruhuna tamamen aykırı bir uygulama olarak değerlendiriliyor.
Gönüllülerin karşılaştığı zorluklar
Gönüllüler, artan sokakta yaşayan hayvan popülasyonu ve şiddet olayları karşısında hem maddi hem de psikolojik olarak zorlanıyor. Belediye desteğinin yetersizliği nedeniyle kendi imkanlarıyla hayvanlara bakan gönüllüler, aynı zamanda halk arasında artan korku ve önyargılarla da mücadele etmek zorunda kalıyor.
Halkın sokakta yaşayan hayvanlara bakışı değişiyor
Eskiden hayvanlara yiyecek veren komşuların bile artık korkuya kapıldığını belirten hayvan hakları savunucuları sosyal medyada yayılan yanlış bilgilerin halkın hayvanlara karşı daha olumsuz bir tutum geliştirmesine neden olduğunu ifade etti.
Yerel yönetimlerin sorumlulukları
Hayvan hakları savunucuları, yerel yönetimlerin yasayı tam olarak uygulamadığını ve barınak yapma zorunluluğuna rağmen bu görevlerini yerine getirmediklerini söyledi. Özellikle hayvanların dağlık alanlara bırakılmasının mevcut sorunları daha da büyüttüğünü vurguladı. Ayrıca, geçmişteki hatalı uygulamaların bugünkü sorunlara zemin hazırladığını belirtti. Barınaklara götürülen uyumlu ve kısır hayvanların yerine, sokaklara daha agresif ve üreyebilen hayvanların bırakılmasının sorunları artırdığını ifade etti.
Çözüm önerileri
Hayvan hakları savunucuları sorunların çözülmesi için yasaların doğru uygulanması gerektiğini belirtti. Hayvanlara yönelik şiddet olaylarında etkili yaptırımlar uygulanması, refah seviyesi yüksek barınakların inşa edilmesi ve halkın bilinçlendirilmesinin önemine dikkat çekti.
Hayvan hakları savunucuları, bu tür olayların bir daha yaşanmaması için yetkililere çağrıda bulunuyor.
(RY/EMK)