İzmir'den avukat Süleyman Çetintulum, üç "şehit ailesi" ve bir de oğlunu ölüm orucunda kaybeden aileyle görüştü. Her iki grubun genç ölümleri nasıl yaşadığını, "travma"yla başa çıkma yollarını gözledi, iki grubu karşılaştırdı.
Travmayı hafifleten...
Çalışmaya göre; olağandışı ölüm olarak değerlendirilen "Şehitlik" ve "ölüm orucu" kaybı ailelerde travmaya yol açıyor. Aile, travmayı taşımak için "onur", "şeref", "daha iyi yaşam" ya da "şehitlik" kavramlarına sığınıyor.
Devletin, olağandışı ölüme maruz kalmış ailelerin bir kısmını"değerli" , bir kısmını da "hain-terörist" yetiştiren olarak görmesi travmayı hafifletiyor ya da ağırlaştırıyor.
Her iki durumda da, en çok anneler ailenin duygusal yükünü taşıyor ve kayıptan kendini sorumlu tutuyor. Hukuk mücadelesi ve tazminatın; acıların hafiflemesine yardımcı olduğu gözleniyor.
"Şehit" ailelerinde, suçlunun cezalandırılması rahatlatıcı yol oynayacakken, ölüm orucu kaybında, kamu vicdanında mahkumiyet yeterli görülüyor.
Savaşta oğullarını kaybedenler
Süleyman Çetintulum'un oğullarını savaş bölgesinde kaybeden ailelerle ilgili gözlem ve bulguları şöyle:
* Aileler, kimlik kartlarındaki "dul ve yetim" tanımlamasından rahatsızlık duyuyorlar. Bir anne ya da babanın, oğulun "yetim"i olması gerçeğini kabulde zorlanılıyor.
* Toplumun yaklaşımı, askeri törenler, madalya benzeri simgeler, "şehit aileleri"ni rahatlatıyor.
* Aile oğlunun "şehit" olduğunu düşündükçe de acı hafifliyor.
* Evine tabut içinde dönen oğulu bir kez daha görmek için tabutun açılması aileleri çok sarsıyor.
* Mektuplar, evlerdeki "şehit oğul" için düzenlenen köşeler, dernek binalarındaki fotoğraflar aileyi acıları artırıyor.
* "Şehit" ailesinin özlük hakları tartışmalı ve problemlidir. Aileler, devletin özlük hakları konusunda kendilerini oyaladığını düşünüyor.
* Ailelerde devlete küskünlük gözleniyor; resmi söylemleriyle özel konuşmaları farklılık gösteriyor.
* Şehitlerin yoksul ve eğitimsiz kesimlerden gelmesi, aileler arasında "zengin", "sivil-askeri bürokrat" kesimlerin yokluğu sorular yaratıyor.
124. günde ölüm
Çetintulum'un görüştüğü ailenin oğlu, 1997 yılında cezaevine girdi. Bir örgüt davası nedeniyle 12.5 yıl hapse mahkum oldu. F tipi cezaevlerini protesto amacıyla başlayan açlık grevlerine katıldı. 124. gün hayatını kaybetti. Aile köyde yaşıyor.
Aile, devletin ölüm oruçlarına müdahalesi sırasında hastaneye kaldırılan oğullarının, Pazar günü olması nedeniyle hastanede sorumlu doktor bulunmadığı için B vitamini verilmediğini, vermek istedikleri B vitaminin kabul edilmediğini anlatıyor. Dolayısıyla, ölümde kasıt ve ihmal olduğunu iddia ediyor. Aile, ölüm orucu sürecinde mücadeleye destek vermiş.
Çetintulum'un bu aileye ilişkin gözlem ve yorumları şöyle:
* Aile oğulun mücadelesini destekliyor, baba oğluyla gurur duyuyor.
* Aile ilişkileri ölüm sonrası çok daha sıkılaşmış, yalnızca anne olaydan kendini sorumlu hissediyor.
* Tabip Odası, İnsan Hakları derneği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın hukuki ve tıbbi desteği aile üyelerini rahatlatıyor.
* Oğulun kaybı sonrası bilinen ya da bilinmeyen arkadaşların ziyaretleri acıları kısmen azaltıyor.
* Anne ve babanın dini inançları "sabır" getiriyor.
* Ölene "terörist denmesi değil ama, toplumun yaklaşımı aileyi üzüyor.
* Mektup ve fotoğraflar aileyi hem rahatlatıyor hem de "onun gözleri", "onun sözleri" acıyı artırıyor.
Ne yapmalı?
Avukat Cetintulum, aktardığı tabloyla bağlantılı olarak da şu önerileri getiriyor:
* Olağandışı ölümlerin yakınları için kişisel psikolojik destek çok önemli görünüyor. Kimi durumlarda, ek olarak grup terapisi de düşünülmelidir.
* Devlet, sivil toplum ve üniversiteler, ailelere verilecek psikolojik destek programında ortak hareket etmelidir.
* Sadece, psikolojik değil, olayın sosyal boyutuyla da ele alınacağı merkezlerin kurulması gerekli görünüyor.
* Sorumluların yargılanması, tazminat gibi yolların denenmesinde ailelere sosyal destek sunulmalıdır.
* Bu görevin sadece Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nda olması bu kuruma da haksızlıktır. Benzeri kurumlar artmalıdır. (NU)