Bazı insanlarla tanışırsınız. Gözlerinde çocukluklarını taşıyan insanlarla mesela. Göz çevrelerinde kırışıklıklar baş göstermiş olabilir, saçlarına kırlar düşmüş olabilir ama gözlerinde çocuklukları iliklenip kalmıştır onların. Ali Haydar Fırat da o insanlardan birisi.
Kendisi, henüz on yaşında bile değilken, Türkçe bilmeden çıktığı köyün bağlı olduğu şehrin milletvekili adayı şimdi. CHP Muş 2. Sıra milletvekili adayı Fırat ile hayatının özeti olan mücadeleyi, Muş’u, anadil sorununu, Kürt sorununu, CHP’yi, HDP’yi ve hayatı konuştuk.
Çocukluğunuzdan bahsederek başlayalım.
Muş’un Varto’ya bağlı, dağlık, ulaşımın çok zor olduğu köylerinden birisinde doğdum. Okula erken başladım. Köy okuluna öğretmenler düzenli gelmiyordu, beş sınıf bir aradaydı. Dolayısıyla çok iyi eğitim alamadım. Elbette bir de dil meselesi vardı. Türkçe’yi bilmiyorduk. Ve öğrenmek çok zor bir meseleydi. Bir taraftan dil öğrenmeye, bir taraftan diğer şeyleri öğrenmeye çalışıyorduk. Köy Alevi köyüydü. Üst sınıftaki öğrencilere zorla dualar ezberletiyorlardı, onlar da ezberleyemiyordu ve bu yüzden dayak yediklerini hatırlıyorum. Öğretmenler gelmemeye başladı bir süre sonra. Sadece gelip karne verip gidiyorlardı, sürekli rapor alıyorlardı. Ki bu süreç hâlâ değişmedi Türkiye’de.
Kırılma noktası olarak anlamlandırabileceğiniz bir şey yaşadınız mı çocukluğunuzda?
Üçüncü sınıftan sonra Malatya’ya gittim, hayatımın en zor dönemiydi. Ben hep şöyle düşünüyordum: “Herkes Zazaca konuşuyor, okula gidince Türkçe öğreniyorlar.” Malatya’ya gidip bunun böyle olmadığını öğrenince çok şaşırmıştım. Anne babamdan, köyden, köpeğimden, içinde bulunduğum tüm o habitattan o yaşta ayrılmak çok üzücüydü. İki yılım orada geçti. Anadilimin farklı olduğunun, Alevi olduğumun farkına orada vardım. Abim, Alevi olduğumu kimseye söylemememi tembihlemişti. Bir gün ilkokul öğretmenimden bir tokat yemiştim şımardığımda, “Herkes oynayabilir, şımarabilir ama senin böyle bir hakkın yok. Senin tek şansın okumak. Başka bir yolu yok kurtulmanın. O yüzden herkesten çok okumak, çalışmak zorundasın” demişti. O sözü dinledim aslında ben hep. O benim için bir kırılma anı oldu. Fakat o iki yıl çok zor geçti.
İlkokul sonrasında neler yaşadınız?
Ortaokulda köye döndüm. Köyümüzde ortaokul yoktu. Başka bir okula gitmek zorundaydık. Üç kilometre aşağıda bir köy vardı, oraya gidiyorduk ortaokul için. Bozuk yollarda, iki metreye yakın karların içerisinde gidip geldik. Öğretmenlerimiz yine yoktu, pek çok dersin öğretmeni gelmiyordu. Bazı dersleri ben çalışıp arkadaşlarıma anlatıyordum öğretmen gibi.
Lisede ise Ankara’ya, Tuzluçayır Lisesi’ne geldim. Tuzluçayır, solun çok örgütlü olduğu bir liseydi. Oradan çıkan kimsenin üniversiteyi kazanamayacağı gibi bir algı vardı. Ama benim gibi daha alt gelir gruplarından gelenlerin daha çok çalıştığını, daha çok okuduğunu ve iyi yerler kazandığını gördüm. Yaşamımın üniversiteye kadar olan kısmı mücadeleyle geçti.
Üniversite yaşantınız nasıldı?
Üniversiteye başladığımda çok ciddi maddi sıkıntılar baş gösterdi. Burslar alıyordum ve devamı için derslerde başarılı olmamı gerektiren burslardı. Çok çalıştım, derslerimde iyiydim, iyi bir dereceyle de bitirdim okulu. Akademide kalmak istiyordum. Kimlik meselelerini ve Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal atmosferi üniversitede daha iyi analiz ediyorsun. Ben kimliğimden kaynaklı olarak devlet kadrosunda kendime yer bulamayacağımı biliyordum. Çünkü aynı durumda olan insanların akademiye alınmadığını görüyordum.
Siyasetin içerisinde olmaya nasıl karar verdiniz?
Kendime benim durumumda olan insanlar için mücadele edeceğim sözünü vermiştim. Bunun yolunun da siyasetten geçtiğine karar verdim. İlk olarak Murat Karayalçın’la çalışmaya başladım. Bu esnada yüksek lisans ve doktoramı bitirdim. Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra partide büyük bir değişim olabileceğini, partinin daha sol bir yapıya kavuşabileceğine inandığım için CHP’de gönüllü olarak danışmanlık yapmaya başladım.
“CHP ve HDP sayesinde insanlar nefes alabiliyor”
Değişti mi peki Kılıçdaroğlu sonrasında CHP’de bir şeyler?
Çok şey değişti. Görülmeyen şeyler görülmeye başlandı. Örneğin Kürtler, Aleviler, LGBTİ’ler, Romanlar. Kimlik ve etnisite eksenli görülmeyen şeyler sınıf temelli görülmeye başlandı. Kemal Bey’den önce kendi içinde iktidar mücadelesi veriyordu CHP. Kemal Bey’den sonra bu değişti. Tabandan gelen sesler dinlenmeye başladı. Daha genç, kendini solda tanımlayan insanlar milletvekili olmaya başladı.
Ve doğduğunuz yerden, Muş’tan, milletvekili adayı gösterildiniz. Neler hissettiniz?
Geçen hafta Muş’a gittim ve seçim çalışmalarında bulundum. Benim için asıl duygusal olan köyüme gitmemdi. Oradaki insanların bana sarılıp ağlaması, beni sahiplenmesi… Yapılamayan, edilemeyen, bir türlü başarılamayan bir şeyin kendi içlerinden çıkmış birisi tarafından az çok başarılmış olması onlarda güzel yankılandı. Evet, seçilme şansım az olabilir ama aday olmam bile o insanlar için sembolik değeri olan bir şey.
İzlenimleriniz nedir Muş’a dair?
İnsanlar Muş’ta ağır bir yoksulluk içindeler. İş imkanları yok ve hayat pratikleri yeme içme ihtiyaçlarını karşılamak üzerine kurulu. Ki bu da ağır bir trajedi baktığınızda. Mevsimlik işçi olarak başka şehirlere gidiyorlar. Orada da çoğu zaman kötü muamelelerle karşılaşıyorlar. Muş’ta on bin çocuk madde bağımlısı. Kürt sorunu dışında da pek çok sorun var orada. “Biz Kürt olduğumuz için devlet bizi sevmiyor. O yüzden de çocuklarımızı tedavi etmiyorlar” gibi bir görüş var ve bu devletle olan duygusal bağı kesiyor. Hastanelerde pek çok kadronun boş olduğunu görüyorsunuz. Oranın bir sürgün coğrafyası olmaktan çıkarılması gerekiyor.
Siyaseten bakarsanız?
Zor bir coğrafya orası siyaset yapma anlamında. Ağır bir muhafazakârlık baskısı var. Bunun dışında Kürt sorunu ciddi bir şekilde kendisini gösteriyor. İnsanlar AKP iktidarının barışı tutsaklaştırdığını görüyor ve hissediyor. Seksen öncesi solun, sol hareketlerin merkezi konumundaki illerin devlet destekli muhafazakarlıkla kuşatılması insanları içinden çıkılması zor bir psikoloji içerisine sokmuş. Orada CHP ve HDP dışında seküler bir parti yok. Belki de insanlar bu iki parti sayesinde biraz olsun nefes alabiliyor. Görevimizin Gezi’nin ruhunu oralara taşımak olduğunu düşünüyorum
“Anadili korkutucu bir şey olarak gösteriyorlar”
Çocukluğunuzla kıyaslarsanız neler söyleyebilirsiniz Muş için?
Maalesef hâlâ bir şeylerin değişmediğini görüyorsunuz. Muş’un hemen hemen her yerinde zamanın akmadığını, yalnızca tüketildiğini görüyorsunuz. Genel anlamda bir mutsuzluk hakim bölgeye. Benim iyi Türkçe konuşmasına şaşırıyorlardı ve Ben Zazaca konuşmaya başladığımda “Sen Zazaca’yı nasıl öğredin?” diye soruyorlardı. Ben Türkçe’yi sonradan öğrendim aslında, Zazaca benim anadilim. Bu zorlukların başkaları tarafından yaşanmasını istemiyorum. Aslında metodolojik olan bir sorunun ağırlaştırılıp siyasallaştırılmasıdır bu. Geniş halk kitleleri baskı altında orada.
İki Dil Bir Bavul’un senaryo danışmanlığını yaptınız. Ki sizin hayatınızdan izler taşıyordu. O film bir şeyler değiştirdi mi dersiniz?
Biz üniversitedeyken Özgür Doğan ve Orhan Eskiköy bizim yaşadıklarımıza ilişkin bir film çekmek istediklerini söylemişlerdi. Ben de orada senaryo danışmanlığı yaptım. O kadar küçük meseleler sizde o kadar büyük yaralara neden oluyor ki… Film, yaşananları çok naif bir şekilde anlattı ve algı değişikliği yaratan bir film oldu. Bizim yaşadığımız hayatın ne büyük zorluklar içerdiğini anlamaya çalıştı izleyenler. Ve Kürt meselesinin ne kadar da insani bir şey olduğunu gördüler aslında. Dilerim daha fazla bu tarz filmler yapılır. Ki yapılıyor da. Bir Kürt sinemasından bahsedebiliriz bugün.
CHP Kürt sorunu ve anadil konusunda nerede duruyor?
CHP’nin bu konuda kafası net. Toplumsal bir uzlaşıyla ve hukukun tüm olanaklarını kullanarak mecliste çözülebileceğine inanıyoruz. İnsanlar çok ağır bedeller ödedi. Sadece faili meçhulleri düşünseniz bile nasıl korkunç bir devlet politikasını olduğunu görüyorsunuz. Ve hâlâ olağanüstü halden çıkılmış değil. Yasal olarak bunu kaldırmış olabilirsiniz ama bütün devlet aygıtlarıyla orada bir denetim sürecini işletiyorsanız, bu sizin çözüme inancınız olmadığını gösterir. Devlet aklının tutsaklaştırdığı bir siyaset var. Anadili korkutucu bir şey olarak gösteriyor ve görüyorlar. Ben bu baskılara uğramış birisiyim. Ve artık o bölgenin demokrasiye, özgürlüğe, eşitliklere ulaşması gerekiyor. Devletin eşitlik temennisiyle hiçbir hizmet götürmediği bir coğrafyadan bahsediyoruz. Burada yaşamın yeniden inşa edilmesi gerekiyor.
Sizce çözüm sadece devlet ekseninde mi olmalı?
Kürtlerin, Alevilerin bugüne dek neler yaşadıklarını biz açık bir şekilde Türkiye’nin geri kalanına anlatmazsak toplumsal bir uzlaşma söz konusu olmaz. Toplumsal empatiyi bu noktada çok önemsiyorum. Sadece devlet eliyle bir çözümün olması yeterli değil. Sadece Kürt sorununda da değil bu. Örneğin eskiden Ermeni bağlarının olduğu yerleri gezdik. Bütün dağlar Ermeni bağlarıymış. Şimdi o Ermeni bağları yok edilmiş ve AKP orada TOKİ yapımına başlamış. Bir kültür üzerine, insanların büyük acılar yaşadığı bir alan üzerine siz götürüp toplu konut yapıyorsunuz. Bu zalimliktir, o zulmü yeniden yaşatmaktır. Halbuki iade edilebilirdi Ermenilere, restore edilebilirdi.
“Bu ülkenin trajedileri ancak solun iktidarı ile atlatılabilir”
Seçimlere dair görüşünüz ne yönde?
Ben umutluyum. Hem CHP’den hem de solun büyüyeceğinden umutluyum. HDP’nin barajı geçeceğini düşünüyorum ve geçmesini de kişisel olarak istiyorum. Yüzde on barajının siyasi bir tavır olduğunu, Kürt hareketine ve Türkiye’deki sosyalist harekete karşı bir engelleme olduğunu ve ahlaki olmadığını düşünüyorum. Bir halkın oy hakkını gasp etmek ya da oylarını çalmak için gösterdikleri mücadelenin ahlaksızlığına tanık oluyoruz aslında.
İnsanlar yaşadıklarınızı bir başarı hikayesi olarak tanımlıyor? Nasıl yorumluyorsunuz bunu?
Benimkisi aslında kişisel bir başarı öyküsü değil. Benimkisi ancak şöyle bir kişisel başarı olabilir. İçinden geldiğim toplumu dönüştürebilirsem, oradaki hayatı farklılaştırabilirsem asıl o zaman bir başarıdan söz edilebilir. Benim yaşadığım trajedilerin düzeltilmesi gerektiğini, bu düzenin yıkılması gerektiğini düşünüyorum. Dönüp geriye baktığımda meselenin bir yere gelmek olmadığını görüyorum. Mesele yaşadıklarınızın ne kadar insani olduğudur ya da ne kadar insanileştirilebildiğidir. Ben çok da insani olmayan koşullardan geçtim. Ama bu insana mücadele azmi katıyor. Bu yüzden benim gibi hayatların değişmesi için mücadele ediyorum. Benim kişisel trajedilerim memleket trajedileri ile bütünleşmiş durumda. Hem kişisel olarak hem ülke olarak bu trajedileri ancak solun iktidarı ile atlatabiliriz. Umutluyum solun iktidarının gerçek anlamda kurulacağına inanıyorum. (İD/ÇT)
* Fotoğraf: Egemen Aldoğan