Emel Bezek Kafkas derneklerinde yıllardır buluştuğumuz eski bir arkadaşım. Çerkeslerin* Adige grubuna giren kabilelerinin Şapsığ boyundan, Huşt sülalesinden.1977'den beri Kuzey Kafkas derneklerinin aktif bir üyesi, hatta, toplumumuzda nadir görünen kadın yöneticilerden birisi olarak Bursa Kuzey Kafkas (yeni ismiyle Çerkes) Derneği'nde iki dönem başkanlık da yaptı.
Adıgeceyi çok iyi konuşuyor ve yazıyor, şu sıralarda da Anadili eğitmenliği yapıyor. Emel aynı zamanda sıklıkla anavatana gidip gelen de birisi. Bu gidiş gelişlerinden birisinde Adıgelerin Mefeş’uko sülalesinden olup da, 1991'de anavatana kesin dönüş gerçekleştiren Şengül üzerine bir film çekmeye karar veriyor.
Sinema eğitimi sadece iki aylık bir kursa dayanıyor olmasına rağmen, ve aslında hayatını belgelemek istediği Şengül gibi zor bir işe kalkışarak, tek başına profesyonel kamerasını yüklenip Adige Cumhuriyeti'ne doğru yola çıkıyor ve "Halkın Kızı, Mefeş’uko Şengül" isimli 80 dakikalık filmini gerçekleştiriyor.
Bu arada filmin sadece yönetmenliğini ve yapımcılığını değil, senaryo yazarlığını da üstleniyor, kamerayı kullanıyor, kurguyu kendisi yapıyor, en büyük hayalimdi diyerek anadilinde çektiği filminin Türkçe'ye çevirisini de yine kendisi gerçekleştiriyor.
Yani aslında o da, en az bize anlatmak istediği Şengül kadar yürekli ve kararlı. Aşağıdaki söyleşi ise bu yıl anavatanlarından zorla sürülüşlerinin 150. yılının yasını tutan diaspora ve anavatan Çerkeslerinin eksik tarihlerine iki kadın öyküsü üzerinden bir not olsun düşmek üzere gerçekleştirildi.
Çerkessiniz ve yakınlarda bir Çerkes kadını “Mefeş’uko Şengül” üzerine bir kısa film çektiniz. Filmden anlıyoruz ki, Şengül 1970’lerin ortalarında özellikle Ankara Kafkas Kültür Derneği’nin (şimdiki adı Ankara Çerkes Derneği) öncülüğüyle diaspora Çerkesleri arasında yaygınlaşan “anavatana dönüş” hareketinden etkilenerek, 1991'de yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) rejiminin yıkılmasından sonra doğan kaotik ortamda anavatanı Adıgey’e tek başına “dönerek yepyeni bir yaşam kuruyor. Diğer yandan Çerkes diasporasindan olup da, anavatana dönüş gerçekleştiren çok sayıda kimse var aslında, o halde siz neden Şengül’ün öyküsünü seçtiniz?
Kafkasya’ya gidişlerimde dönüş yapmış insanların orada tüm zorluklara rağmen inançla ve dirençle tutunma çabalarını, başardıkları şeyleri gördüm ve bundan çok etkilendim. Şengül yalnız bir kadın olarak dönüş yapmış olmanın fazladan getirdiği zorlukları da yaşamış biri ve ben onun genç bir kadın olarak anavatana dönme cesareti göstermesinden özellikle etkilendim.
Dönüşe karar veriyor ve bunu yalnız bir kadın olarak gerçekleştiriyor, sahip olduğu bütün birikim ve yeteneklere rağmen pek çok sorunla karşılaşmış olması onu yıldırmıyor. Sizin de belirttiğiniz gibi göçettiği dönem SSCB’nin çözüldüğü ve pek çok belirsizliğin, ekonomik güçlüklerin yaşandığı bir dönem, ama Şengül, yılmıyor, pişmanlık göstermiyor, kararlılıkla ve sımsıkı tutunuyor oradaki yaşama. Bu arada, gördüğü kadın dayanışması bu sorunları aşmasına kendisine çok yardımcı oluyor. Ayrıca Şengül sadece, oradaki hayata uyum göstermekle kalmıyor, oraya bir şeyler de katıyor filmde, kadın arkadaşlarının altını çizdiği örneklerde olduğu gibi. Bütün bunları bilince de, Şengül’ü herkes tanısın istiyorsunuz. Ayrıca tabi, anadilimle bir film yapmak gibi bir hayalim de vardı. Bu filmle onu da gerçekleştirmiş oldum.
Şengül’ün hakkında söylenen güzel şeyleri ben de Adıgey’e yaptığım ziyaret sırasında işitmiş, ayrıca ilk olarak ondan Seteney Shami’nin çok sevdiğim bir makalesi aracılığıyla haberlenmiştim. Şengül’ün Kayseri’nin Pedisiye köyünde yaşarken, aldığı bir kararla tek başına “dönüş” yapabilme cesareti beni de etkiledi çok. Şimdi filminizden, ailenin tek kız çocuğu iken aldığı bu zor ve idealist karara aslında annesinin de destek vermiş olduğunu, bu arada anavatanda önemli bir kadın dayanışması görerek orada yepyeni bir hayat kurmayı başardığını öğreniyorum. Belgesel başka neler söylemeye çalışıyor Mefeş’uko Şengül hakkında?
Şengül anadili Adıgeceyi ve Çerkes kültürünü çok iyi biliyor, diasporadayken de anavatandayken de ona göre yaşıyor. Anavatana döndüğünde diasporadan gelen birisi olmasına rağmen, bu dil ve kültürün merkezi anavatanında mesela dilin gündelik hayatta daha fazla kullanılması konusunda adeta bir misyoner gibi davranıyor, buna kendi hayatıyla, yaptıklarıyala örnek olmaya çalışıyor.
Şengül ayrıca çok mütevazı davranıyor bu konuda ama, bana göre Adıgeceyi çok iyi kullanan bir şair. Daha Anavatana dönüş yapmadan anadili ile okuyup-yazmaya başlamış birisi —ki 90’lı yıllarda Türkiye’de anadili ile okuyup yazan yok denecek kadar az— yaşadığı ortamı eleştiren şiirler yazmış.
Halkını çok seven, halkı için her şeyi yapabilecek biri bu arada ama, aynı zamanda çok keskin eleştirileri de var Çerkes toplumuna yönelik. Yani, onun Çerkes toplumu ve kültürüne dair konumu çok ve kolayca tekrarlanan “Biz, asalet ve nezaketin timsali Çerkesler” söyleminden çok farklı. Yaşadığımız olumsuzlukları gören, bunları hoşlanılmasa da cesaretle dillendiren ve değiştirmeye çalışan bir tavır Şengül’ünki bu yüzden de çok yürekli.
Bu vesileyle sorayım; 21 Mayıs tarihi itibariyle sürgünün 150. Yılını anmakta olan Çerkeslerin başına gelenler hakkında ancak 20 -25 yılda bir şeyler öğrenmeye başladık ya da yine Seteney Shami’nin deyişiyle “tarihimizi yeniden-öğreniyoruz”. Ancak bana öyle geliyorki bu “yeniden-öğrenme”de, hep olduğu gibi, Çerkes kadınların tarihi yine eksik kalıyor.
Üstelik adını andığım araştırmacının yanısıra Setenay Nil Doğan’ın da, bu eksikliği gidermeye yönelik bazı çalışmaları olmakla birlikte Çerkes kadınlarının sadece tarihleri değil, bugünleri de Çerkes erkeklerinin gölgesinde biliniyor, yazılıyor, öğreniliyor. Ben Şengül’e dair filminizi bu açıdan da önemli görüyorum. Siz bu çerçevede hem Şengül, hem de elbette homojen bir grup oluşturmayan Çerkes kadınlarının dünü ve bugünü için nasıl sorunlar saptıyorsunuz?
Çerkesler, Türkiye hızla mufafazakarlaşmasına rağmen kadın erkek ilişkileri açısından benim kadınlar lehine önemli saydığım kültürlerini hala koruyorlar. Mesela Anadolu’daki Çerkesler arasında “haremlik-selamlık” uygulaması yok, bilinen en eski tarihlerden bu yana kadın-erkek bir arada “düğün”[1] yapma geleneği sürüyor ve toplumsal yaşamda böyle yer almak kadına büyük bir rahatlık sağlıyor.
Akraba evliliğinin gelenek tarafından hiç hoş karşılanmaması da sosyal yaşama engelsiz ve rahat katılımını sağlıyor. Çerkes gelenekleri, Türkiye’nin en muhafazakar bölgelerinde bile genç kızların kendi başlarına bir dünyasının olmasına, misafir kabul etmesine, düğünlere ve eğlencelere arkadaşları ile gitmesine izin veriyor, yukarda da söylediğim gibi kendisine güveniliyor ve erkeklerle kaç göç içinde olması beklenmiyor.
Çerkes kadınları bu ortamlarda eş seçimlerini yapabiliyorlar. Bütün bunlar kadına bir özgürlük alanı yaratıyor. Öte yandan toplumumuzda Türkiye’de kadınların varoluşuna, hak ve özgürlüklerine önemli darbeler vuran töre cinayeti, berdel, erken evlilik, istemediği birisi ile zorla evlendirme gibi gelenekler yok. Bunlar bizim için çok olumlu şeyler. Fakat bizim Xabze dediğimiz bütün bu kurallar 150 yıl önce, Kafkasyadaki feodal yaşam tarzımızdan getirdiğimiz kurallar ve günümüz modern şehir hayatında uygulanmaya çalışılıyor.
Oysa bana göre kadın-erkek eşitliği, kamusal hayatta, iş hayatında ve devlet yönetim kadrolarında sayımız oranında karar verici, yönetici gibi konumlarda bulunabilmektir ki bu konuda Türkiye’deki diğer kadınlardan daha iyi durumda değiliz. Hatta belki daha gerideyiz. Hiç kadın milletvekilimiz yok mesela…Ayrıca, biz Çerkes kadınları kendi sosyal yaşamımızda Thamade[2] olamıyoruz.
Derneklerimizin başkanları bir kaç örnek dışında hep erkek, yönetim kurulları da ağırlıklı olarak erkeklerden oluşuyor. Aile içinde olanaklar önce erkek çocuğu için kullanılıyor vs. Bu durum ne yazık ki halen Kafkasya’da da savunuluyor ve uygulanıyor.
Erkek çocuğunu kendine güvenen başı dik bir birey olması için bütün olanakların onun için kullanılması, kız kardeşlerin ikinci planda olması gerektiği düşünülüyor. Evlendikten sonra da kadının bilgisi, yetenekleri, kapasitesi çok daha ileri olsa da hep geride durması gerektiği düşülüyor. Yani kadın erkek eşitliği açısından bizim de almamız gereken hayli yol var.
Biz Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) adına Türkiye’deki Çerkeslerin profilini, kimlik kodlarını ortaya çıkarmaya yönelik bir araştırma yapıyoruz. Henüz çok başlarındayız ama, kadına yönelik aile içi şiddetin de istisnai olduğuna dair epeyce şey işittik. Bunun doğrulanması zor olmakla birlikte, başka işittiklerimiz de var.
Örneğin karısına şiddet uygulayan erkeğin güçlü bir figür olan anne tarafından bizzat cezalandırıldığına, hatta bazen köydeki erkeklerin böyle şiddet uygulayan erkekleri içlerine almadıklarına, diyelim kahvehaneye gelmesine izin vermedikleri onu yalnız bıraktıklarına dair şeyler işittik. Bu konuda siz ne söyleyebilirsiniz?
Benim gördüğüm kadarıyla bu hiç konuşulmayan bir konu Çerkesler arasında. Kadına şiddet uygulayan kişilere sizin ifade ettiğiniz gibi bir cezalandırma yöntemi ben duymadım. Ancak Çerkeslerde suç işleyenlere toplumdan tecrit etme, onlarla konuşmama, düğün ve cenazesine gitmeme gibi cezalar verildiğini biliyorum.
Osmanlıya geldikten sonra birkaç kuşak mahkemelere gitmeden sorunlarını kendi aralarında kendi geleneklerine göre çözmüşler. Ancak kanımca kadına yönelik ev içi şiddetin konuşulmaması bence hiç olmadığı anlamına gelmiyor ve bu konunun araştırılması gerekiyor.
Ben sizin de katıldığınız ve KAFFED’in girişimiyle dernekler etrafında toplanmış Çerkes kadınlarını biraraya getirecek şekilde düzenlenen iki günlük bir atölye çalışmasında, Türkiye’nin değişik coğrafyalarından, farklı Çerkes kabilelerinden gelen, farklı yaşlardan ve mesleklerden kadınlar olarak durumumuzu tartışmış ve neler yapmamız gerektiğini konuşmuştuk.
Ancak ne yazık ki, bu çalışmadaki önerilerin hayata geçirilmesi için henüz somut adımlar atamadık. Yani diasporadaki durumumuzu biliyoruz ve eleştiriyoruz peki ama, sizce sürgünün 150. Yılında genel olarak Çerkes kadınlarının anavatandaki konumları nasıl?
Kafkasya’ya ilk gidişimde bazı şeyler beni çok etkilemişti, Mesela Çeçenistan savaşı sırasında, kadınlar ve çocuklar belirli aralıklarla gruplar halinde getirilip Nalçik Kentinde en lüks otellerde misafir ediliyorlardı. Kadın ve çocuklara böyle değer verilmesine çok sevinmiştim. Adıge Cumhuriyetinde sanatçılara ve belli meslek gruplarına her yıl ödüller ve takdir belgeleri verilir.
Bu ödül törenlerinden birinde Devlet Başkanının kendisinden kadın erkek büyüklerin karşısında ellerini önde kavuşturmuş bir şekilde saygıyla durduğunu görmüştüm. Kadınların dışarda sokakta, o uçsuz-bucaksız parklarda gece-gündüz hiç rahatsız edilmeden dolaşmaları dikkatimi çekmişti.
Ancak daha sonra farkettim ki, Kafkasyalı kadınlar yönetim kadrolarında bizden daha da az yer alıyorlar. Mesela, benim dernek başkanı olduğum bir dönemde Maykop’a gittiğimde, bunu öğrenen kadınlar duruma çok şaşırdılar. Hatta “seni dinliyorlar mı? istediklerini yapabiliyor musun?” diye sormak ihtiyacı hissettiler. Yani, anavatanda da kadın erkek eşitliği anlaminda alınacak epey yol var.
Filminize dönelim yeniden, nerelerde gösterildi ve nasıl tepkiler aldınız?
LHEPKIM YİPŞAŞ Adığe Cumhuriyeti Başkenti Maykop'ta Ç’ERAŞE Tembot Enstitüsünde gösterildi. Maykop’taki gösterimde yapılması gereken herşey yapıldı. Adıge Cumhuriyeti Televizyonu gösterime çekim yaptı. Ayrıca film ile ilgili bir program yapıldı. Yine devlet radyosu film hakkında özel bir program yaptı. Anavatanda seyircilerin çoğunluğu kadındı.
Yani film hakkında güzel şeyler yazıldı ve çizildi. Fakat anavatanda biraz rahatsızlık yarattığı duyumlarını da aldım. Sanırım filmde Şengül’ün anavatana döndükten sonra orada yaşadığı zorluklar, tutunma çabalarına yer verilmesi bir rahatsızlık yarattı yani, “kol kırılıp yen içinde kalmalıydı”.
Türkiye’de ise Bursa-İstanbul-Ankara-Kayseri-Adana-Samsun Derneklerinde gösterildi. Uçan Süpürge 16.Uluslararası Kadın Yönetmenler Film Festivalinde yer aldı ve ilgi gördü. Öyle sanıyorumki, genel olarak Şengül’ün hikayesi diasporadaki Çerkeslerin yüreğine dokunuyor. Anavatana ilgiyi arttırıyor ve ‘biz neden başaramayalım ve dönmeyelim’ duygusunu çoğaltıyor.
Daha önce başka film çekmiş miydiniz?
Evet. Bir arkadaşımla beraber, Güney Marmara’da sekiz Çerkes köyünde derleme çalışmaları yaptık. Ayrıca Kabartay-Balkar Cumhuriyetinde ve Adığe Cumhuriyetinde de çekimler yaparak Gidenler, Kalanlar, Yitenler isimli bir film yaptık. Bu film savaş sonrasında yaşanan sürgün hikayelerini, Osmanlıya geliş ve tutunma çabalarını, bugünkü durumumuzu, örgütlülüğe ve anavatana dair duruşumuz ve düşüncelerimizi anlatıyor.
Başka bir film projeniz de var mı ve varsa bu ne hakkında olacak?
Evet var, Şapsığlar ile ilgili bir film yapmak istiyorum. Şapsığlar Adığe boylarından bir tanesi. Sürgünde en fazla sayıda, hatta neredeyse diğer Adığe boylarının tamamı kadar bir sayıda sürülmüşler. Karadeniz kıyılarında yaşadıkları için ve savaş en acımasız bir şekliyle orada sonuçlandığı için çok az bir nüfus anavatanda kalmış.
Şu anda Karadeniz Kıyı Boyu Şapsığ Bölgesinde 10.000 kadar Şapsığ yaşıyor. Hiç bir statüleri yok. Sadece bir dernekle temsil ediliyorlar ve hızla asimile oluyorlar. Türkiyenin farklı bölgelerinde yaşayan Şapsığ’ları ve Karadeniz Kıyı Boyunda yaşayan Şapsığ’ları bu filmde buluşturmak istiyorum.
Yukarıda sözünü ettiğim birlikte katıldığımız toplantıda, benim bildiğim kadarıyla Çerkes toplumunda sadece erkekler tarafından yapılan bir seslenişle hohu[3] okumuştunuz ve ben Türkçesini işittiğimde bunun, erkeklerinkinden farklı bir tonu, anlatısı olduğunu farketmiştim. Benim hissettiğim fark sizce neden kaynaklanmış olabilir. Bugün hem genel durumumuz hem de kadınlar için hohu okusanız ne derdiniz?
Toplantı kadınlarla ilgili olduğu için yaptığım hohu da kadınlarla ilgiliydi. Sizin daha önce duyduklarınız ve bugün de geleneksel olarak söylenen sözler feodal yaşam tarzına uygun dilekler. Kadınlar için söylenenler ise kadının ev içindeki görevleri, itaatkar olması üzerine. Benim yaptığım hohu ise kadınların yetenekleri ve isteklerini öne çıkarıyor ve günümüz yaşam tarzına uyarlanmış bir hohu.
Genel durum üzerine yaptığım hohu.
Ти ошъогу къаргъоу
Тич1ылъэхэр шъухъант1эу
Дунаеу тызытетыр
Хэгъэгоу тызэрисыр мамырэу
Мамырныгъэм фэбанэу
Огъуи, гъабли, зауи къафэмык1оу
Ц1ыф лъэпкъхэр зэгуры1оу
Пк1э зэфыти1эу
Тидэхагъэ зэдэтыугощэу
Нэ джагъо къытхэмыплъэу
Жьэ джагъо къытхэмыхьау
Нэ ш1ук1э тызэплъыжьэу
Гук1аерэ гукъаорэ зэфытимыэу
Тызэдэ1ужьэу
Тижъыхэр дгъаш1оу
Тиныбжьык1эхэр ш1у тлъэгъоу
Типк1э инэу
Тикъарыу ордэу
Тызэкъотэу тызэготэу
Егъаш1эм тытхъэу тэрэпсэу
Gökyüzümüz berrak
Yer yüzümüz yeşil olsun
Üzerinde durduğumuz dünya
İçinde yaşadığımız ülke barış içinde olsun
Barış için çalışsın
Kuraklık, kıtlık, savaş olmasın
Halklar birbirini anlasın
Birbirine değer versin
Güzelliklerimizi paylaşalım
Kem gözler bize bakmasın
Kötü sözler aramıza girmesin
Birbirimize iyilikle bakalım
Birbirimize kızgınlığımız kırgınlığımız olmasın
Birbirimizi dinleyelim
Yaşlılarımızı sayalım
Gençlerimizi sevelim
Değerimiz büyük
Gücümüz sonsuz olsun
Utancımız olmadan
Yanyana dayanışma içinde
Sonsuza kadar mutlulukla yaşayalım.
Bunu da kadınlar için söylerdim;
Мы бзылъфыгъэмэ яунагъо зыми фэмыныкъоy
Чыжьэк1э бгъаплъэмэ шъыпкъэ гурыоу
Офыш1э к1омэ дэй зэш1о1эк1эу
Дэй хэбгъэхьэмэ дахэ хэк1ып1эу
Узырэ бзаджэрэ къафэмык1оу
Бзаджэр 1эк1ыб яфэхъоу
Гухэк1рэ гук1аерэ ямы1эу
Тыдэк1и абэмэ зыфаер зэригъотыл1эжьэу
Исабиймэ ягухахъо илъэгъоу
Жъыфал1э олъ1эфэ орэтхъ
Мы бзылъфыгъэмэ яунагъо зыми фэмыныкъоy
Чыжьэк1э бгъаплъэмэ шъыпкъэ гурыоу
Офыш1э к1омэ дэй зэш1о1эк1эу
Дэй хэбгъэхьэмэ дахэ хэк1ып1эу
Узырэ бзаджэрэ къафэмык1оу
Бзаджэр 1эк1ыб яфэхъоу
Гухэк1рэ гук1аерэ ямы1эу
Тыдэк1и абэмэ зыфаер зэригъотыл1эжьэу
Исабиймэ ягухахъо илъэгъоу
Жъыфал1э олъ1эфэ орэтхъ
Kadınlar, aileleri hiçbir ihtiyaca düşmeden,
Geleceğe baktığında doğruyu görerek,
Yaptığı işlerde sorun çözerek,
Kötülükleri güzelliğe dönüştürerek,
Hastalık ve kötülüklerden korunarak,
Kötülükler hep arkalarında kalarak,
Kırgınlık ve umutsuzluk yaşamadan
Nereye dönse istediğine ulaşarak
Çocuklarının güzel günlerini görerek
Yaşlanıp ölene kadar mutlu yaşasınlar. (SA/BA)
* Çerkes sözcüğü Kuzey Kafkas kökenli —ancak Türkik olmayan— halkların bütünü için ve altında Abaza, Abhaz, Adige (Kabardey, Şapsığ, Abzeh), Ubıh, Asetin, Çeçen gibi etnik ya da kültürel olarak akraba veya birbirine yakın halkları anlatmak için yıllardır kullanılırken, son 30 yılda bir tür mikro-milliyetçiliklerle ortaya çıkan ayrı örgütlenmeler çerçevesinde sadece Adigeler için kullanılmaya başlanmış durumda. Bu satırların yazarı ise, Çerkes sözcüğü etnik anlamda sadece Adigeleri işaret ediyor olmasına rağmen, bir üst kimlik olarak aralarında ayrım yapılmaksızın ötekileştirilen bütün Kafkas halklarını ifade edecek şekilde kullanmayı tercih ediyor ve politik olarak gerekli sayıyor.
[1] Burada Adığe dilindeki Cegu karşılığı olarak Türkçe’de “düğün” denilen eğlenceler, kızlı-erkekli birarada açık ya da kapalı havada, büyüklerin gençleri rahat davranabilmeleri için çoğunlukla yanlız bıraktığı ortamlarda gerçekleştirilen ancak belirli bir düzeni ve davranış kodları bulunan, geleneksel dansların, oyunların oynandığı, şarkıların söylendiği buluşmalar kastediliyor (SA)
[2] Adigeler, yaşına ve statüsüne bağlı olmaksızın doğal toplum önderi olan, saygın kişiye.Thamade diyorlar ve toplantılarda, düğünlerde, toplulukla ilgili kararlar alınmasında onun sözüne itibar ediyorlar. Ancak bu doğal önderliği hep erkekler üstleniyor.
[3] HOHU yemek davetlerinde ve toplantılarda yemek davetlerinde ve toplantılarda thamatenin ve onun söz verdiği kişilerin yaptığı konuşmalar için kullanılıyor ve bunlar erkekler tarafından yapılan iyi dilek konuşmaları.