Unutmayalım, dünden bugüne, medya da, toplumsal hafızayı şekillendiren her vasıta da onun emrindedir. Unutmak yine de bizim günahımızdır. Bize unutturdular; bir çocuğun ağzından "sevginin dilini yakalamıştı" diye tarif edilen Fethi Binbaşımı, "kan dökmektense, başını vermeyi seçen" Talat Albayımı. Daha nice, insan Harbiyeliyi.
Ama işte Nesrin Turhan çıktı ve yazdı. Müteşekkiriz. Usta işi bir anı roman. İki yıllık ter dolu bir emeğin eseri.
Bu kitap onlarca baskı yapacak. Yıllar sonra, yapılagelen baskılarını çocuklarımız okuyacak, okumalarını tavsiye edeceğiz. Aynı, Fethi Gürcan'ın okuduktan sonra çocuklarına tavsiye ettiği İnce Memed gibi.
Dahası, sokaklarımıza, okullarımıza onların adlarını vereceğiz, eğer bu, hala adet olacaksa. Şimdi, şüphe olmasın, bu kitabın çıkmış olmasından, müesses nizamın bekçileri, saklandıkları mezarlarında, konaklarında çok endişelidirler. Dünün paşa hazretleri, bugünün militer oligarkları. Yarın, bir nihai çarpışma olunca bu ülkede, kurulacak ilk alayımızın adı "Fethi Gürcan Alayı" olacak çünkü. İspanya'nın 5. Alayı misali.
21 Mayıs. Neden?
Bu tarihi ve kitabı anlatmanın zor yanı, olan herşeyin yoğunluğunun ve bugüne muazzam izdüşümünün, insana yüklediği "hakkıyla tarif edebilme" güçlüğü. Onun için, "neden 21 Mayıs?" sorusuna karşı, Esma Hanım'ın zihnindeki cevabına sığınmak, herhalde en iyisi:
İhtilalin başarısızlığının sabahında Fethi Gürcan'ın evi:
Her yer didik didik aranıyordu.
"Evde silah var mı?"
Esma, son doğumun ardından biraz ağırlaşmış bedenini hiçe sayan hareketlerle subayları takip ediyordu. Aptal yerine konmayacaktı.
"İhtilale giden adam, silahlarını evde mi bırakacaktı?"
Arama yapan subaylardan biri, "Sen git, Avrupa'da kraliçelerin, devlet başkanlarının önünde at koştur, bu kadar kupa kazan, sonra da gel bu işlere kalkış" diye söyleniyor, diğeri lafı ağzından alıyordu: "Mesleği var, karısı var, dört çocuğu var, ne istedi bu adam?"
Şimdi ben size verilecek cevabı bilirim de hadi neyse... O Kars'taki dünyayı da gördü, Paris'i de... Viyana'da masal gibi gecelerde konuk oldu da, İstanbul'un gecekondu mahallelerindeki yaşamı sindiremedi içine...
Sevgili Okuyucu,
Siz hiç bu ülkede "İstanbul'un gecekondu mahallelerindeki yaşamı sindiremediği için içine" darbe, cunta, ihtilal - ne diyorsanız o - yapan bir asker, - bir yıldır emekli ve Maliye Müfettişi o sırada - gördünüz mü hayatınızda?
Görmediyseniz eğer, bazı ezberlerimizi bozmamızın vakti de gelmiş demektir o zaman.
"Yukarıda özü meşruiyete dayanan savunmamız hafifletici sebep bulma çabasını ifade etmez"
Çok korkmuş devletimiz tarafından asılarak öldürülmesinden bir yıldan az, 328 gün önce 2 Ağustos 1963'te Süvari Binbaşı Fethi Gürcan mahkemede son savunmasında şunları söyledi:
"Anayasa'nın klasik hürriyetleri yanında, ulusal iradenin tecellisi için adeta emrettiği sosyal ve ekonomik hakların, halk tarafından elde edilmesini sağlayacak reformlara kimler engel olmaktadır? Toprak reformu, vergi, eğitim reformu ve diğer reformlar aleyhinde çalışanlar kimlerdir?
Bunların kim olduğu hakkında Türk halkoyunda, bu arada sayın yargıçlarda inancın tam olduğundan şüphemiz yoktur. Birçok çevrelerce ısrarla propagandası yapılmasına rağmen uyutucu, aldatıcı, vaat edip unutturmaya çalışan CHP'nin yöneticileri bu gruplara dahildir."
"Kaderine bırakılmış Anadolu'da küçük topraklar büsbütün küçülürken, büyük toprakların daha da büyüdüğünü görüyoruz. Hele yaşamak, barınmak imkanından gittikçe mahrum kalan bu halk kitlelerinin büyük şehirlere akarak, hemen de yarısına yakın kısmını kaplayan gecekondu inşaatının yasaklanmasını isteyen zihniyet, Türkiye'nin davalarını anlamanın ötesinde olanların zihniyetidir.
Bugünkü tutumla gecekonduların artmasının kaçınılmazlığını anlamayanları ve onların getirdiği problem karşısında anlayışsız olanları, özellikle bu konulara derinden bakanları tarih önünde itham edenleri, tarih önünde en büyük vatan haini olarak gösteriyoruz.
Çünkü inanıyoruz ki, temel reformlar, bu ve diğer konuların önüne geçtiği takdirde meselelerimiz çözülecektir. Daha açık bir ifadeyle, netice yerine sebeple uğraşıldığı takdirde çözülecektir.
Anayasa'nın sosyal devlet prensibini, sosyal adalet ilkesinde buluyoruz. Daha doğrusu bu ilkenin geri kalmış bir ülke olduğumuz için, sosyal adalet için kalkınmak prensibinde kristalleştiğini görüyoruz. Oysa, kamu hizmetleri ve kalkınmayı sağlayacak olan vergiler geniş halk kitlesine yüklenmiştir. Şimdi Anayasa'nın bazı maddelerinden söz edelim:
Madde 61: Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür.
Yalnız bu madde bile açıkça göstermektedir ki, Parlamento ve hükümet Anayasa'ya karşı tutumdadır.
Ekonomik ve sosyal münasebetler bakımından Parlamento'nun ve onun sorumlu hükümetinin, Türk ulusunun bağımsızlığı bir yana, uluslararası hukuka dahi aykırı olan Kromit olayındaki tutumu hayrete şayandır. Olay, bir dava konusu iken, yerli bir firmanın bir Amerikan firmasına olan borcuna ait bir anlaşmazlığı, mahkemelerde halletmek yerine Parlamento'da karar aldırıp ödemesi, zaten adil vergileme altında bulunmayan halka yüklemesi, utanılacak bir olay değil de nedir?
Amerikalıların yardım yaptıkları memleketlerden özel alacaklarını tahsil edebilmek için çıkardıkları bir kanuna dayanılarak yapılmış bir Amerikan talebi karşısında Türk hükümetinin bir talebi olmuş mudur?
Olay sırasında bazı şikayetlere karşılık böyle bir tutum açıklanmadığına göre itiraz yok sayıyoruz. Ve iddia ediyoruz ki kapitülasyonların ekonomik ve politik sonuç olarak milli bağımsızlığımızı ve haysiyetimizi nasıl darbelediğini bilen bizler, bugün burada bu yöneticilerin nereden nereye geldiklerini büyük üzüntüyle gördük.
Bütün bunların altında nüfuz ticareti, soygunlar, akraba kayırmaları yatmakta ve ekonomik, politik münasebetleriyle, basınıyla, diğer müesseseleriyle halkın gerçek iradesinin dışında hatta karşısında kalınmaktadır."
"Şimdi soruyoruz: bu şartlar altında 27 Mayıs öncesi statükoyu korumak, hatta restore etmek rolünde olan başbakan ile Parlamento, büyük halktan yana mı, yoksa onun karşısında mı?"
Ya da: "Maveraünnehir nereye akar?"
Fethi Gürcan'ın sorusu budur.
Paşa hazretlerinin de, devletinin de cevabı yoktur.
Bizim cevabımız ise:
"Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine."
"Yukarıda özü meşruiyete dayanan savunmamız hafifletici sebep bulma çabasını ifade etmez. Onlar haklılığımız, daha doğrusu meşruluğumuzun kısa ifadeleridir. Bu nedenle tarihi mahkemeden, tarihi beraat kararını istiyoruz. Fakat asıl beraatı, tarihin hükmüne bırakıyoruz."
27 Haziran 1964
Ankara Cebeci Asri Mezarlığı:
"Esma bir ara başını çevirip, mezarın hemen yakınındaki gecekondulara baktı... Ölüsü bile çileli insanlardan ayrılmıyordu... Defin işlemi tamamlandığında, Fethi Gürcan'ın yakınları, gecekonduların önünden geçen at arabasının sesine doğru döndüler... Beyaz beygir huysuzlandı, uzun uzun kişnedi, birkaç kez şaha kalkarak toprak yolu tepeledi... Kim bilir, belki de sakatlandığı ya da yaşlandığı için arabaya koşulan süvari ya da yarış atlarından biriydi... Onu kokusundan tanımış, ölümüne kendince ağıt yakmıştı..."
Bütün devrimcilerin ruhu göke akar. Fethi Gürcan'da bir Haziran sabahında şaha kalkan bir at olur. Deniz Gezmiş'te, Ankara Cezaevinin duvarından bir Mayıs sabahında kanatlanmış güvercin. (BB/YS)
Yayınevi: Doğan Kitapçılık
Dizisi: Anı Roman Dizisi
Yazarı: Nesrin Turhan