Yargıtay 8. Ceza Dairesi 19.3.2004 gün ve 357-2457 sayılı ilamıyla mahkûmiyet hükmü onanmıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca bu karara itiraz edilmiştir.
11.06.2004 gün ve 183264 sayı ile; TCK'nın 312/2. madde ve fıkrasında yapılan değişiklik ve bu bağlamda farklı kararlar ve görüşler dikkate alınarak, değişikliğin suçun yasal öğelerine yansımasının bir kez de Yüksek Ceza Genel Kurulu tarafından tartışılıp değerlendirilmesini isteyen Başsavcılık; kimi duraksamalar aşılarak istikrarlı bir uygulamaya yön ve yol verilmesi gereksinimi doğduğu görüşüyle karara itiraz etmiştir. Başsavcılık mahkumiyet hükmünün bozulmasını istemektedir.
Başsavcılık itiraz tebliğnamesinde; suçlanan yazıda "Cumhuriyetimizin temelini oluşturan devrim yasalarını dinsizlikle suçlayıp, dinsel bağnazlığın ve ortaçağ dogmatizminin karanlığını aydınlığa çeviren çağdaş, modern ve demokratik toplum ile ulusallaşmayı yaratıp yaşatmaya olan etkin rolünün yanında din, vicdan ve ibadet özgürlüğünü de güvence altına alan laiklik ilkesine, bu ilkeyi getirenlere ve savunanlara ağır, haksız ve incitici saldırılarda bulunduğu konusunda" kuşkusu olmadığını belirtmektedir.
Buna rağmen, "suçun maddi unsurunun değerlendirilmesinde yasa maddesinde yapılan değişiklik sonucu olarak dikkate alınması gereken, kamu düzeni için açık ve yakın tehlike ile şiddete çağrı ve önerisi mevcut bulunmadığı görüşüyle suçun yasal unsurlarının oluşmadığı" görüşündedir.
Hatta Yargıtay 8. Ceza Dairesinin birçok kararında, TCK'nın 312'nci maddesinde tanımlanan suçun yasal unsurlarının irdelenmesinde, "açık ve yakın tehlikenin yanında şiddeti çağrıştırması gerektiği ifade edilip belirsizlik giderilmiş ve suçun yasal tipe uydurulmasında önemli bir adım atılmıştır."
İşte bu gerekçelerle itiraz yasa yoluna başvurularak 8'inci Ceza Dairesi'nin 19.03.2004 tarih 357-2457 sayılı yerel mahkemenin mahkûmiyet kararının onanmasına dair kararının kaldırılarak, sanığın mahkûmiyetine ilişkin mahkeme kararının bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
İtiraz Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda incelenmiştir. Genel Kurul kararında birçok bilimsel mütalaaya ye TCY'nın 312'nci maddesinde yapılan değişikliklere geniş olarak yer vermiştir. Hatta 1 Nisan 2005 tarihinde yürürlüğe girecek olan 5237 sayılı yeni TCY'nın aynı tür suçu düzenleyen 216. maddesinde; suç oluşumunu biraz daha zorlaştırdığı ve "tehlikenin açık ve yakın olması" gereğinin kabul edildiğine yer verilmiştir.
Genel kurul bu durumu kararında olumlu düzenleme olarak görmektedir. YCGK kararına göre; "Anılan düzenlemenin, toplumun ulaştığı sosyal ve kültürel olgunluk düzeyi ve bireyin layık olduğu ifade hürriyeti itibarıyla, yürürlük tarihi beklenilmeden, günümüzün TCY'nın 312/2. maddesi uygulamasına da yansıtılması gerektiği kabul edilmelidir."
Dolayısıyla sıralanan bu ilkelerin, yeni 5237 sayılı TCY'nın yürürlüğe girmesinden sonra da geçerli olacağını tartışmasız kabul eden YCGK kararında "ifade özgürlüğü"nü şöyle değerlendirmektedir:
"İfade hürriyeti kapsamının genişletildiği uygar dünyada, bir sosyolojik gerçeği hatırlamakta da yarar vardır; söyleyeni hapsedilmekle dillendirilmesinden vazgeçilen hiçbir düşünceye tarihin tanıklığı olmamıştır. Aksine, en zararlı düşünceler dahi, söyleyeni mahkum edildiğinde, ya merak saiki ya da acıma duygularıyla yandaş bulmuş veya çoğu kez illegalite karanlığına inerek kontrolsüz bir gelişime kavuşmuştur. Açıkça söylenebilenler ise, karşı görüşün yenilgisiyle etkisizleşmiş, demokrasilerin çoğulculuğu ortamında zararlılık ölçüsünü yitirmiştir.
Dava konusu yazının toplumun vazgeçilmez değerleri düzeyine ulaşmış laikliği zedelemeye bu itibarla yetmeyeceği, kendi içindeki yetersizlik, ölçüsüzlük ve ifade zafiyeti nedeniyle yandaş bulamayacağı açıktır. Yazarının, savunur göründüğü Dinin Kutsal Kitabı'nda; "oku, Rabbinin adıyla oku" ayetiyle zıtlaşan bir düşünceyi dile getirmesi nedeniyle kendi okuyucu kitlesince de kabul görmeyeceği ve reddedileceği düşünülmelidir. Zorunlu eğitimin üç yıl daha artırılmasının okumayı emreden Tanrı buyruğuyla neden zıtlaşır görüldüğü o okuyucu kitlelerince sorulabilecek ve savunulan fikrin hatalı olduğu açığa çıkartılabilecektir.
Böyle bir fikir müsademesi yaratmak ve görüşün geçersizliğini ortaya koymak yerine, zorlamalı bir kabulle, yazarına verilebilecek bir mahkûmiyetin, o fikre eğilimi artırabileceği ve "kamu düzeni"ni daha ziyade zedeleyebilecek bir sonuç yaratabileceği düşünülmelidir. Artık bundan böyle, halkın ve o halkı oluşturan laik demokrasi sevdalılarının, benimsemediği fikirler karşısında, şiddet ve kavga içgüdüsüne kapılacağı görüşü terk edilmeli ve farklılıkların kavgasızlığı deneyerek, hoşgörü duygularını artırmalarına ve karşı söylemle yekdiğerini iknaya yönelmelerine olanak sağlanmak suretiyle, birlikteliğe dayalı bir "kamu düzeni" yaratılmalıdır.
Bu bağlamda, yakın tarihimiz hatırlanmalı, birbirleriyle ölümcül düzeyde ideoloji kavgası yapanların, şiddetten arındıklarında aynı siyasi koalisyonda, demokratik uygarlıkla millete hizmet verebildikleri göz önüne getirilmelidir." (Sürecek)(Fİ/EÖ/EÜ)