Yeni çözüm süreci için başlangıç kabul gören MHP lideri Devlet Bahçeli’nin geçen yıl Meclis’te DEM Partili milletvekilleriyle tokalaşmasının üzerinden bir yıl geçti. Bu süreçte Meclis komisyonunda yürütülen barış ve demokratikleşme tartışmaları 'dinleme' aşamasını geride bırakırken, gözler artık yasal düzenlemelere çevrildi. Sürecin birinci yılında gelinen aşamayı HDP’nin eski Grup Başkanvekili İdris Baluken, bianet'e değerlendirdi.
Meclis komisyonunun kısa zamanda ‘dinleme’ faslının tamamlanıp ‘yasal düzenleme’ tartışmalarına geçmesi bekleniyor. Sürecin başarıya ulaşması noktasında toplumsallaşmanın sağlanması hemen tüm taraflarca önemseniyor. Siz bu doğrultuda atılan/atılmayan adımları göz önünde bulundurduğunuzda eksiklikleri ve yapılması gerekenleri nasıl sıralarsanız?
Geçen yıl 1 Ekim'den başlayan süreç aşağı yukarı bir yılı geride bıraktı. Bu bir yıllık süreç içerisinde Türkiye'deki ana siyasal aksın savaş siyasetinden barış siyasetine doğru evrildiği söyleyebiliriz. Bu süre içerisinde daha çok toplumu hazırlama, toplumu alıştırma veya barış siyasetini toplumsallaştırma ile ilgili bir mesai harcandı. Yetersizlikler olmasına rağmen bu konuda belli bir düzeyde desteğin açığa çıktığını ifade edebiliriz. Birçok kamuoyu araştırması da bunu gösteriyor. Fakat sürece olan güven, süreçle ilgili destek boyutuna ulaşamadı.

ÇÖZÜM SÜRECİNİN BİRİNCİ YILI
Prof. Dr. Hamit Bozarslan: Sürecin gerçekleşmemesinin bedeli sonraki yıllar için çok daha ağır olur
Burada temel handikabın, barış siyasetinin kurumsallaşmasına, yasallaşmasına ya da barışla ilgili mekanizmaların oluşturulmasına bağlı yetersizlikler üzerinden doğduğu fikrimdeyim. Önümüzdeki dönemde barış siyasetine dair güvenin oluşturulabilmesi için hızla bu eksikliklerin giderilmesine ihtiyaç var. Bunun için yapılması gereken yasal düzenlemelerle işe başlanabilir. Bu konuda Meclis'teki komisyon üzerinden ciddi bir beklenti ifade edilmişti. Toplumda da beklenti oluşmuştu. Ancak Meclis komisyonu 13’üncü toplantısını geride bırakmasına rağmen daha çok dinlemelerle yetinen ve yasal düzenlemeler konusunda da kendisini teknik konulara hapseden bir perspektif veya bir çalışma tarzı ortaya koymuş oldu. Bunun aşılması önemlidir.
"Adem-i merkeziyetçi bir sistem geliştirilmeli"
Türkiye'nin Kürt meselesinin çözmesi için çok ciddi demokratik reformlar yapmasına ihtiyaç var. Aynı zamanda da mevcut meselenin kök ana sorunlarına dair bir tartışma yürütmesine ihtiyaç var. Türkiye'deki reformizasyon ve demokratikleşme ile ilgili süreci Kürt meselesinden bağımsız olarak da acil bir ihtiyaç olarak ifade edebiliriz. Terörle Mücadele Kanunu’nda gerekli düzenlemeler, Türk Ceza Kanunu'nun antidemokratik mevzuatlarının ayıklanması, basın özgürlüğü, düşünce ifade özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması, seçim kanunu, siyasi partiler yasasında bir takım düzenlemelerin yapılması zaten uzun süredir Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu konu başlıkları olarak tartışıldı.
Avrupa Birliği uyum sürecinde de bu ana başlıklar üzerinde ciddi sorunlar belirtilmişti. O nedenle hızla bir yol temizliği ve demokratikleşme ile ilgili yasal çalışmanın başlatılması bununla birlikte de Kürt meselesinin kök ana sorunlarına dair, bir tartışma zemini oluşturulmasına ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Bunun içerisinde eşit ve onurlu bir yurttaşlık tanımından tutalım da ana dili önündeki engellerin kaldırılmasına, adem-i merkeziyetçi bir idare sisteminin, yerel demokrasi modelini geliştirecek bir sistemin tartışılmasına kadar bu başlıkları genişletebiliriz.
Bu süre boyunca ‘barış ve demokrasi’ iç siyasetin öncelikli gündemi oldu. Yürütülen tartışmalar, çözüm önerileri farklı olsa da sürecin Meclis'te ilerletilmesi konusunda büyük oranda birlik sağlanmış durumda. Ancak toplum nezdinde bir güven eksikliği olduğu saha araştırmalarına da yansıdı. Toplum sürece siyasetçiler kadar sıcak bakmamamsının nedeni olarak ise CHP’ye ve toplumsal muhalefete yönelik devam eden baskılar işaret ediliyor. Siz barış ve demokrasi tartışmalarıyla paralel ilerleyen bu operasyonlara ilişkin ne söylersiniz?
Demokratikleşme başlığıyla Kürt meselesinin çözümü birbirinden ayrılmaz bir madalyonun iki yüzü olarak tanımlanabilir. Bir yerde antidemokratik ve otoriter çağrışımlar yapan uygulamaları hayata geçirirseniz öbür tarafta Kürt meselesi ile ilgili yapmış olduğunuz çalışmalarda istenen seviyede bir güven ortamı yaratamazsınız. Bu yönüyle CHP, hem son seçimde birinci parti olma vasfı taşıyor hem Cumhuriyet'in kurucu partisi olma niteliği var hem de Türkiye'de ana muhalefet işlevi görüyor. Bu pozisyonu olan bir siyasi partiye yönelik bu otoriter yaklaşımlardan, antidemokratik uygulamalardan vazgeçilmesi gerekir.
Burada mevcut iktidarın, barış siyasetinin güncel siyasi çıkarlara alet edilip edilmemesi meselesiyle; ülkenin ihtiyaç duyduğu toplumsal uzlaşmanın yaratılıp yaratılmaması meselesi üzerinde bir karar vermesi gerekiyor. Beklenti veya genel istek, demokratikleşme konusunda ilkeli, tutarlı ve herkesi kapsayan bir tavrın ortaya çıkmasıdır. Ama öte yandan bu tarz süreçlerde biliyoruz ki demokratik ve barışçıl gelişmeler kendiliğinden şekillenecek gelişmeler değildir. Belli düzeyde mücadeleye ihtiyaç duyan ciddi ortaklaşmalar bu taleplerin görünür kılındığı ve hükümet üzerinde baskı yarattığı etkinliklere ihtiyaç duyan konulardır. Bu anlamda muhalefetin mevcut müzakere sürecini, demokratikleşme açısından da elverişli bir mücadele zemini olarak kodlamasına ihtiyaç var.
CHP başta olmak üzere, DEM Parti dışında kalan bütün muhalefetin sürece yaklaşımının bu eksende yeniden ele alınması gerekir. Süreçle ilgili pozisyonu mevcut iktidarın yaklaşımları üzerinden değerlendirmek yerine burayı demokratik bir mücadele zemini olarak görüp ortak bir mücadele ile mevcut iktidarın sekter tutumlarını demokrasi ve barış yönü yörüngesine çekme doğrultusunda bir yoğunlaşma içerisine girilmesi gerektiği kanaatindeyim.
Sürecin bir aktörü de Abdullah Öcalan. ‘Barış ve Demokratik Toplum’ çağrısı ile PKK’nin feshini ve silahların bırakılmasını sağladı, süreç kapsamında sık sık çözüm önerileri de sunuyor. Komisyonun Öcalan’ı dinlemesi son toplantılarda Meclis gündemine girdi, ancak sıcak bakmayan siyasetçiler var. Sizce bu görüşmenin gerçekleşmesi süreci nereye taşır?
İvedilikle yerine getirilmesi gereken bir görüşme olarak değerlendirilmeli. Sayın Öcalan, 30 yılı aşkın bir süredir Kürt meselesinin demokratik siyasi çözümü doğrultusunda önemli bir çaba ortaya koyuyor. Açılan yolun mimarı olarak kendisini tanımlamak yanlış olmaz. Geçmişte de gerek 2013-2015 çözüm sürecinde gerekse de 1 Ekim'den itibaren başlayan bu yeni süreçte Sayın Öcalan'ın ortaya koyduğu duruş üzerinden demokratik alanın genişlediğini objektif olarak belirtebiliriz. Bu yönüyle yani Sayın Öcalan'ın hem barış siyaseti ile ilgili pozisyonu ortadayken hem de Kürt tarafı açısından baş müzakereci olarak tanımlanan bir konumu varken onunla görüşmeden bir sonuca ulaşmak mümkün değil. Benzer çatışma çözümlerinin olduğu dünyadaki örneklere baktığımız zaman müzakere masası kurulduğu zaman muhataplıkların net tanımlanması ve muhataplarla ilgili o mekanizmaların yaratılması, kanalların açık tutulmasının önemi rahatlıkla anlaşılacaktır. Bu yönüyle komisyonun İmralı ziyareti gecikmiş bir ziyaret olarak ele alınmalı ve bu konuda da komisyonda bir gündem baskısı da yaratılmalıdır.
"CHP ezberlerini bozmalı"
CHP'nin de komisyondaki pozisyonunu AKP'nin güncel uygulamaları üzerinden Demokles'in kılıcı gibi tutmasında ciddi sakıncalar vardır. Belli ulusalcı tabandan gelen baskıları göğüsleme durumu oluyor, -bu dışarıdan okunabilir-. Ancak sosyal demokrat olduğunu ifade eden ve iktidara talip olan bir partinin Kürt meselesi ve demokratikleşme ile ilgili tutumunu ilkesel bir yerden ortaya koyup buna göre siyaset üretmesinde fayda var. O nedenle CHP'nin mevcut pozisyonunu ezberleri bozan, inisiyatif alan ve bu konuda iktidarı peşinden sürükleyen bir yerden yeniden kodlamasında fayda var. Bu hem içerideki Kürt meselesi için böyledir hem de Rojava başta olmak üzere diğer parçada Kürtlerin yaşadığı sorunlarla ilgili meselede böyle olması gerekir.
"Suriye politikasını netleştirmeli"
Örneğin Rojava ile ilgili yaklaşımda da mevcut iktidarın HTŞ yönetimi ile birlikte Kürtlere karşıt pozisyonda yürütmüş olduğu siyasete karşı ana muhalefet partisi olarak CHP'nin de belli bir fikrinin ve tavrının şekillenmesine ihtiyaç vardır. Oradaki yeni yönetimin diğer halklara, diğer inançlara, diğer Suriye'deki bütün farklılıklara yaşam hakkı tanımayan ve güncelde de ciddi katliamlardan kaçınmayan yönünü hepimiz biliyoruz. Böylesi bir pozisyon varken henüz ana muhalefet partisi konumundaki ve iktidar iddiası olan bir siyasi partinin buradaki pozisyonunu net bir şekilde Türkiye halklarına, Türkiye kamuoyuna göstermemiş olmasını büyük bir eksiklik olarak değerlendirmek gerekiyor. Bir tarafta tekçi, bağnaz, dinci, farklılıklara yaşam hakkı tanımayan, kadını yok sayan, insan yaşamına ve doğaya saygısı olmayan bir anlayış var.
Diğer tarafta da diğer bütün halklar için Suriye'deki bu karışıklıkta sigorta güvencesi gören bir model var. Burada mevcut siyasetin yetersizliğini eleştirmek tek başına DEM Parti'ye, Kürtlere, Türkiye'nin demokratlarına, düşmemeli. Türkiye'nin bütün muhalefet dinamikleri bu anlamda iktidarı mevcut süreci de göz önünde bulundurarak dış politikadaki bu yanlışlardan da vazgeçilecek şekilde bir pozisyon almaları gerektiği kanaatindeyim. Umarım önümüzdeki dönem komisyonda İmralı görüşmesi başta olmak üzere bu yönlü yapılacak tartışmalarda demokrasi ve barışçıl gelecek kriterleri baz alınarak siyasi tutum ortaya konur.
İktidarın ana muhalefet partisine yönelik operasyonları devam ederken DEM Parti ile diyaloğunu sürdürmesi tartışmanın bir başka yönü. Meclis resepsiyonundan yansıyan görüntüler aslında geçtiğimiz yılın bir tekrarı olmasına rağmen çok tartışıldı, anlık kareler üzerinden büyük okumalar yapıldı. Siz aynı zamanda Meclis deneyimi olan bir siyasetçi olarak nasıl yorumluyorsunuz bu görüntüleri?
DEM Parti, Kürt siyasi hareketinin ve Türkiye'deki devrimci demokrat hareketin mirasını taşıyan bir misyona sahip. Bu mirasın sorumluluğunun ne kadar ağır olduğunu hepimiz biliyoruz. Oradaki arkadaşlar bu göreve talip olurken deyim yerindeyse ateşten gömleği giyerek büyük fedakârlıklar gösteren arkadaşlardır. Tartışılan fotoğraf karelerinde olan arkadaşlarımın her biri de bu yönüyle cezaevi süreçleri dâhil olmak üzere fedakârca çalışan ve bu anlamda kendilerini emek boyutuyla kanıtlama ihtiyacı olmayan arkadaşlardır. Orada yapılan şey bir resepsiyona icabettir. Bu icabet doğrultusunda da aslında siyaset kurumunun normalde sahip olması gereken diyalog ve nezaket kurallarının işletilmesidir.
Türkiye'de uzun süredir siyaset kutuplaştıran, karşıtlaştıran, hani bir yönüyle düşmanlaştıran bir noktadan anormal bir yörüngeye çekildiği için normal olarak sağlanan ilişkiler de bu anormallik içerisinde farklı değerlendirilebiliyor. Bu yönüyle, rutin bir davete icabet ve oradaki diyalog üzerinden ortaya çıkan anlık fotoğraflara bakarak bütün bir mücadele geçmişinin yok sayılması, oradaki her bir arkadaşın emeğinin biraz acımasız bir şekilde sorguya tabi tutuluyor olmasını ben talihsizlik olarak değerlendiriyorum. Bundan sıyrılmak lazım, bu olgunluğa erişmek lazım. Kürt siyasi hareketi ve Türkiye'deki devrimci demokrasi damarı artık Türkiye'yi yönetebilecek bir iddiayı taşıyor ve bu iddia sahibi konumda da her kesimle iletişimden çekinmeyen bir özgüvenle hareket ediyor diyebiliriz.
"Halkın duyguları da hesaba katılmalı"
Tabii şunu belki bir parantez olarak ifade etmek gerekir. Yani siyasi temsiliyeti olan arkadaşların halkın mücadele pratiği, dünya görüşü, düşünce ve ideolojisini temsil etmeleri kadar duygularını da önemseme ve halkın duygularını gözeterek o duygulara tercüman olma gibi misyonları da vardır. Dün Meclis zeminde ortaya çıkan mesajlardaki içerikle resepsiyonda çıkan görüntüler arasındaki çelişki sanırım böyle bir tartışma başlatmıştı. Temsiliyet boyutu olan arkadaşların bu tarz normal sayılabilecek iletişimler geliştirirken halkın duygularını da önemsemeleri ve deyim yerindeyse kuyumcu terazisinde her şeyi değerlendirerek ona göre davranmaları gerekir. Bu kadar köklü bir sorunun bu kadar yakıcı bir meselenin böyle bir fotoğrafın anlık kareleri üzerinden tartışılıyor olmasına çok fazla mahal ve zemin sunmamak gerektiği kanaatindeyim.
(AB)







