Madonna, Courtney Love...
Ortaokul çağlarında idollerimizi Batıdan seçerdik. İnsan haftada 10 saatten fazla İngilizce dersi görüp, yüzde 90'ı ana dili Türkçe olan insanlar arasında İngilizce konuşmak zorunda kalınca, idealin bu ülke sınırları içinde olmadığı fikrine kapılıyor... Arkadaşlarımın çoğunun idolü uluslararası bir yıldız olan Madonna'ydı. Bir post feminist olarak dünyayı epeyce sarsan, pek çok teorisyenin kafasını başarıyla karıştıran bu zeki ve yaratıcı kadın, bugün hala gündemde. Sesi mükemmel değil, sanatçı yönü tartışılır, çok kötü bir oyuncu vs vs. Ama güçlü, tutarlı, kendinden emin. Hiç bir devlet büyüğü onu genç kızlara örnek gösteremez. Ama emin olun, dünyayı bir baştan bir başa onu örnek alan, onu idol kabul eden genç kadınlar kaplıyor. Benim idollerim arasında The Hole'un solisti Courtney Love başı çekiyordu. Anarşizan ruhlu, punk kız Courtney kadınların özgürleşmesi konusunda çok sert fikirlere sahipti. İyi bir müzisyendi üstelik. Yıkıcıydı, koşulsuzdu. Nirvana'nın şahane solisti Kurt Cobain'le evlendi. Kocasının intiharından sonra müthiş bir değişim yaşadı. Bugün o yıkıcı Courtney'den eser yok. Bir zamanlarki idolüm Hollywood sosyetesine karıştı.
Camille Claudel, Frances Farmer...
Popüler kültürün içermediği alanlardan idoller seçmek iyi bir yaklaşım olabilir. Dünyanın en büyük heykeltraşlarından Camille Claudel, feminizmin annesi Mary Wollstonecraft, bir fizik dehası olan Mileva Maric, dünyanın en büyük matematikçilerinden Hypatia, Hollywood'a kafa tutan Marksist feminist Frances Farmer gibi kişileri seçebilirsiniz idolleriniz olarak...Camille, neredeyse ömrünün yarısı akıl hastanesinde geçirdi, yapıtlarının üzerine Rodin imzası atıldı, sefalet içinde öldü. Mary Wollstonecraft, erişkinliğinin her anını mücadele içinde geçirdi, intiharlar, sinir krizlerinin eşiğinden döndü. Mileva Maric'in teorilerini hayırsız kocası Albert Einstein sahiplendi, Mileva hayatı çoluk çocuk peşinde, yoksulluk içinde tükendi. Hypatia, yaşadığı yüzyılın ötesindeydi, öğrencileri ona resmen tapıyorlardı, o da Hıristiyan yobazların kurbanı oldu, bedeni midye kabuklarıyla kesildi. Dünyanın en büyük matematikçilerinden biri kadın olduğu için aşağılandı, müthiş işkencelerle öldürüldü. Sinema dünyasının büyük yeteneği Frances Farmer, Marksist olduğu için dışlandı, yeteneğiyle anılmak istediği için iftiraya uğradı, en sonunda bir akıl hastanesi köşesinde lobotomi yöntemiyle benliği elinden tamamen alındı. İdol olarak görebileceğimiz bütün bu kadınlara mutlu bir hayatı çok gördü erkek egemen toplum.
Yetenekleri, yaratıcılıkları, çalışkanlıklarıyla sadece kadınlara değil, bütün insanlığa örnek olabilecek pek çok kadın, sırf cinsiyetleri yüzünden ezildiler, parçalandılar. Bu yüzyılda onları örnek aldığımızda, sonumuzun onlardan farklı olacağına inanabilir miyiz? Hayata kazandırdığımız renklerin, formüllerin, yapıtların, bize akıl hastanesinde bir oda, bir intihar mektubu ya da aşağılanma nedeni olarak dönmeyeceğini nereden bilebiliriz?
Erkek egemenliği şiddetini hala sürdürüyor, oyununu bozmaya niyetli kadınların boynuna kanlı ellerini er geç uzatıyor. Bu durumda gerçek idollerimizin kim olmasını bekliyorlar? Tansu Çiller mi, Semra Özal mı, Margaret Thatcher mı?