Toplumsal şiddetin hesabını gazetelerin "üçüncü sayfa haberleri"ne kesmek, kamunun bilme hakkını engeller ve sansüre davetiye çıkarır. Üstelik toplumsal şiddetin -ekonomik, psikolojik, sosyal, kültürel, politik- pek çok farklı nedeninin görmezden gelinmesine neden olur.
Ulusal ya da uluslararası çapta olsun, medyaya yönelik etik kodların ortak söylemi "Basın, suça, şiddete veya kamu düzenini bozmaya yönelik yayınlardan kaçınmalıdır" biçimindedir.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu tarafından 18 Kasım 1998 günü kabul edilen Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi 'yle gazetecilerin toplumsal işlevinin dürüst biçimde halktan yana olması hedeflenmiştir.
Bildirge, gazetecinin doğru davranış kurallarını sıralarken "çocuk", "cinsel saldırılar", "sarsıcı durumlar" ve "intihar olayları", başlıkları altında haberin okura sunulması sırasında dikkat edilmesi gereken "-meli, -malı"ları sıralar. Meydana gelen olay haber niteliği taşıyorsa "haber"dir. Gazeteci de gerçeğin en yakın tanığı. Kanlı fotoğrafların, şiddet içeren görüntülerin, işkence fotoğraflarının yayınlanmasında kamu yararı varsa, gerçek haberciler görevlerini yerine getirmekten çekinmemeliler.
Aslolan kamu yararıdır. Üstelik özel hayatın gizliliğinin geçersiz sayılacağı durumlar da söz konusudur.
Kızılay kan medyası
Bilimin "-meli, -malı" takılarıyla kurduğu cümleler gazetecilere, olması gerekenin resmini çizmekte. Ama habercinin ölçüsü, sahip olduğu kamusal vicdandır. Bu etik kodların dışında bağlayıcı bir uygulamanın söz konusu olması ise basın özgürlüğünü sınırlayıcı bir eylemdir.
2004 yılının son pazarında yaşanan tsunami felaketine dair basının yer verdiği fotoğraflar, uzun süre bir felaket haberinin medya tarafından nasıl sunulması gerektiğine dair pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Bazı gazeteler de "biz yüzen cesetlere yer vermedik" diyerek, eleştiri oklarından uzak kalmaya çalıştı.
Ve arkasından beklenen çığlıklar geldi: "Ne kadar duyarsız bir toplum olduk, kimse felaket bölgesi için gereken yardımı yapmıyor!"Neden sadece parasızlık mı?! En önemli besin kaynağı köşedeki simitçi olanların ülkesinde, azımsanmayacak bir kitle de balayını Maldivler'de geçiriyor ya da bir filmin galasında çıkan yangının üzerinde yarattığı stresi atmak için üst kattaki komşuya gider gibi Phuket adasına uçuyor.
Üstelik benzeri kitle, felaketin boyutlarını kavrayamadığı için tatilini yarıda kesmiyor. Bu çapta bir felaketin boyutunun idrak ettirilmesi için, felaket bölgesinden akan ve dehşeti anlatan fotoğrafların yayınlanması gerekir. Burada "kamunun bilme hakkı" söz konusudur.
Okunulurluğu ve tirajı artırmak için gerçek yerine sıra dışı, önemli yerine de sansasyonel olanı sunma eğilimi nedeniyle "üçüncü sayfa haberleri" diye nitelendirilen, "polis-adliye" haberleri, zaman zaman basının Kızılay kan medyası gibi davranmasına neden olmaktadır. Ancak tarih boyunca insanlığın içini kemiren geleneksel bir sorun olan özgürlüklerin kötüye kullanılması, medyanın sosyal sorumluluk ilkesini gözetmesiyle çözülebilir
Steril haber, pansumancı medya!
"Çırılçıplak onlarca erkeğin kolları ve bacakları farklı yönlere gelecek şekilde, un çuvalı gibi üst üste yığıldığını gösteren bir fotoğraf asla yayımlanmaz, etik kodlara aykırı" denilebilir. Ancak bu fotoğraf, Irak'taki Abu Graib Hapishanesi 'nde gerçekleşen işkencenin en önemli kanıtıysa yayımlanır.
Her vatandaşın, yaşadığı kentin, ülkenin, dünyanın ne kadar güvenli ya da tehdit altında olduğunu bilme hakkı vardır. Kadınlar İstanbul gibi bir metropolün en işlek caddelerinde kapkaç mağduru olup, saldırıya ve tacize uğruyorsa, bu o şehrin ciddi güvenlik sorunlarının bulunduğuna ve emniyet güçlerinin bu sorunları gidermede yeterli olmadığına işaret eder.
Bir şehirde LPG'li araç faciaları yaşanıyorsa, bu durum her gün ulaşımını ticari araçlarla yapan milyonlarca insanın her an havaya uçma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ihtimalini gösterir.
Üçüncü sayfa haberleri, asayişin fotoğrafını çeker. İhtimaller de diğer sayfalarda ve köşelerde sorgulanır; olması gerektiği gibi.
Saçı örgülü, önden birkaç dişi eksik bir çocukken, arkadaşlarımla top oynadığım sırada kırdığım camların sahipleri ya topumuzu keser ya da bizi annemize şikayet ederlerdi. Bu tür anlarda dilediğim tek şey, yerkürenin çekirdeğine doğru yol almaktı! Topumuzu kesenleri öldürmek değil.
Havada kan kokusu var ama o koku gazetelerden gelmiyor. Asıl korkulması gereken "şiddet vadisine" dönen televizyonlardaki kurgusal gerçekliklerdir.
Son sözle, "gerçeklik kurbağası"nı öpmek istiyorum, ideal habercilik için son bir şans!(NA/EÜ)
* Yrd. Doç. Dr. Nurdan Akıner, Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü