'İnsan hakları sınav veriyor' başlıklı yazı yukarıdaki cümlelerle sona eriyordu (İ. Kaboğlu, Radikal, 25.12.2003). Yazı, 26.02.2003'te göreve başlayan İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun (İHDK) ilk yedi aylık ilerleme döneminden sonra bir anda karşılaştığı sorunları yansıtıyordu. 2004'te sorunlara çözüm bulma bir yana, kurulun varlığı bile sorgulanmaya başladı. Bu nedenle Danışma Kurulu'nu, uluslararası gelişmeler ışığında değerlendirme gereği doğmuş bulunuyor.
'İnsan haklarına ilişkin olarak ilgili devlet kuruluşları ile sivil toplum kuruluşları arasında iletişim sağlamak ve insan haklarını kapsayan ulusal ve uluslararası konularda danışma organı olarak görev yapmak üzere, Başbakan'ın görevlendireceği bir devlet bakanına bağlı olarak', 4643 sayılı yasa ile 2001'de Paris ilkeleri ışığında İnsan Hakları Danışma Kurulu adı altında bir ulusal kurum oluşturuldu.
Paris ilkeleri nedir?
İHDK, Türkiye'de insan haklarının ilerletilmesi yolunda bir halka, daha genel olarak insan hakları mücadelesinde bir aşamadır. Bu bakımdan konuyla ilgili öne sürülen görüşler karşısında, olup bitenler üzerine şimdilik bazı özet bilgiler vermekte yarar var. BM İnsan Hakları Komisyonu tarafından Mart 1992'de hazırlanan ve 20 Aralık 1993'te BM Genel Asamblesi tarafından kabul edilen, 'İnsan Haklarının Korunması ve İlerletilmesi için Ulusal Kurumların Statüsü ve İşleyişine İlişkin İlkeler' kısaca Paris ilkeleri olarak adlandırılır. Bu ilkeler, 30 Eylül 1997'de Avrupa Konseyi tarafından üye devletlere tavsiye edilmiştir. Aşağıdaki dört başlık Paris ilkelerini belirlemektedir: 'Yetki ve Görevler', 'Oluşum ve Bağımsızlık/Çoğulculuk Güvenceleri', 'İşleyiş Tarzları', 'Yargı Benzeri Nitelikteki Yetkilere Sahip Komisyonların Statüsüne İlişkin Tamamlayıcı İlkeler.'
İHDK Yönetmeliği'nde, 'Kuruluş', 'Görevler' ve 'Çalışma Tarzı' olmak üzere üç başlık öne çıkmaktadır. (Yargı benzeri bir statüye sahip kuruluş oluşturmak, bir tercih sorunudur). Gerçekten, kurul, komisyon ve enstitü gibi çeşitli adlar alan ulusal kurumlar için ortak payda, 'danışma niteliğini taşıyan görev ve yetkiler'dir. Kendilerine bunun ötesine geçen görev ve yetkiler verilebilmekle birlikte, aslolan bunların, bağımsızlık ve çoğulculuk güvencesi ekseninde kurulmuş bulunması yanında, 'işleyiş' yönünden özerk olmasıdır.
İHDK ile Paris ilkeleri ne derecede örtüşmektedir? Yasaya göre Danışma Kurulu, 'insan hakları ile ilgili bakanlık ve kamu kurum ve kuruluşları ile meslek kuruluşları temsilcileri, insan hakları alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve bu alanda yayınları-çalışmaları bulunan kişilerden oluşur.' Dört kategoriden oluşan üyelerin saptanması ve belirlenme tarzı yönetmelikte düzenlenmiştir. Yönetmelikte Paris ilkelerinden açık sapma, bakanlık ve kamu kurumu temsilcisi olan üyelerin toplantılarda oy hakkına sahip olmalarıdır. Oysa Paris ilkeleri, resmî kurum temsilcilerinin sadece gözlemci sıfatla katılımını öngörmektedir. Paris ilkelerinden asıl sapma uygulamada görülmektedir.
Öncelikle, 'Danışma Kurulu'nun sekretarya hizmetleri İnsan Hakları Başkanlığı'nca yerine getirilir' biçimindeki emredici hükme rağmen, bu çerçevede İHDK'ya bir faks, bir bilgisayar ve bir personel verilmedi. Bu nedenle en basit sekretarya hizmetlerini bile güçlükle ve çoğu zaman gecikmeli olarak yürütebilmiştir. İkinci sapma ise, üyeleri belirlemedeki tercihten kaynaklanmaktadır.
Yasadaki 'insan hakları alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları' kaydını, mevcut üyelerin bir kısmı karşılamaktan uzak.
Bu arada, İnsan Hakları Ulusal Kurumları Avrupa Grubu üyesi olan İnsan Hakları Danışma Kurulu, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği tarafından yürütülen reform çalışmalarına danışma niteliğinde aktif olarak katılmaktadır.
Ankara uygulaması
Hukuki engelin aşılması, bir yönetmelik değişikliğine bağlıdır (hemen belirtilmelidir ki, uygulamada bakanlık temsilcilerinin tutumu, insan hakları çalışmalarına katkı getirici yönde olmuş; ayrıca kendileri karar aşamasında oy vermeye zorlanmamıştır).
İHDK'nın özerk çalışabilmesi için sekretarya hizmetlerinin görülebileceği asgarî bir ortamın sağlanması, mevcut yasal düzenleme içerisinde de mümkündür. Bu, siyasal iradeye bağlı bir sorundur. Sadece iki olayın belirtilmesi, konunun ciddiyet ve vahametini ortaya koymaya yeter. İnsan haklarından sorumlu Başbakan Yardımcısı Gül, kendisine 'Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu' iletildikten (22.10.2004) sonra henüz okuma fırsatı bulamadığını belirttiği açıklamasında, rapordaki 'işkence ile ilgili saptamaların kabul edilemez' olduğunu söylemiştir. Oysa söz konusu raporun işkence ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Sayın Bakan, raporu henüz okuyamamıştır. Raportörden bilgi almamıştır, Kurul başkanı ile temas kurmamıştır.
Rapordan bir yıl önce de benzeri bir olay yaşanmıştı. İHDK yönetmeliği, 23.11.2003'te kurulun görüşünün alınması bir yana, haberdar bile edilmeksizin değiştirilmiş ve yeni üyeler atanmıştı. Buna kurul üyeleri tepki gösterince, İnsan Hakları Başkanlığı (İHB), Başbakan yardımcısı Abdullah Gül'ü, üyelerden görüş alındığı yönünde bilgilendirmişti. Oysa önceki Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır, kurul henüz göreve başlamadan önce belirlenmiş olan üyelerden yönetmelik değişikliği konusunda görüş istemiş ve o doğrultuda 2003 yılı başında yönetmelik değişikliğini gerçekleştirmişti. 23 Kasım 2003'te yapılan yönetmelik değişikliği için üyelerden herhangi biçimde görüş alınmadığı gibi söz konusu çalışma, Danışma Kurulu'ndan gizli bir biçimde yürütülmüştü. Kısacası, Kasım 2003'te ve Ekim 2004'te Danışma Kurulu'nun bağlı olduğu Başbakan Yardımcısı'nın kurulun işleyişi ve faaliyetleri konusunda olay ve olguları yansıtmayan bilgi ve kanaate sahip olması, Danışma Kurulu'ndan değil; tam tersine, kurula danışılmamasından, hatta Kurul yönetimiyle ilişkiden sürekli kaçınılmasından ileri gelmektedir. Gerçekten, kurulun, bağlı olduğu Başbakan Yardımcısı'na ilettiği öneri ya da istem biçimindeki yazıların hiçbirine karşılık verilmemiştir.
Kurula yeni üye belirleme iradesi de tamamen idari ve siyasal organlara ait. Dolayısıyla insan hakları alanında çalışan veya bunun dışında yer alan bir örgütü ve/veya kişiyi belirleme yönündeki tercih de, idari ve siyasal uygulamaya ilişkin bir sorundur. Nitekim, Kasım 2004'te kurula 16 yeni üyenin atandığı basından öğrenilmiş, bu konuda kurula bir bilgi verilme gereği bile duyulmamıştır.
Çabaların anlamı
İHDK, hazırlamış olduğu genel ve özgül raporlarla, insan haklarına ilişkin bildirdiği görüşlerle hem kuruluş yasası ve yönetmeliğinin gereklerine uymuş hem de Paris ilkeleri ile paralellik göstermiştir. Bütün zorluklara karşın çalışmalarını yürütmeye çabası içerisinde olmuştur. Giderleri Başbakanlık bütçesinden karşılanan kurul, bu çerçevede olağan toplantılarını yapmada bile zorluklarla karşılaştı.
Ancak kurul yönetimi ve üyeleri, Türkiye'de ilk sayılabilecek bir insan hakları birimini kurumsallaştırabilmek amacıyla tercihlerini zorluklara katlanma yönünde yapmışlardır. İktidar mekânı ile yurttaş mekânı arasında yeralan karma yapılı İHDK, insan hakları ve demokratikleşme hedefinde daha somut işlevler görebilirdi. Sivil toplum örgütleri (STÖ) ile diyaloga önem verdiklerini dile getiren hükümet üyeleri, STÖ'leri de içine alan İHDK ile yasayla belirlenmiş olan resmi ilişkiden kaçınmışlardır. İnsan hakları reformları, uzman ve özerk bir birim olan İHDK'da tartışılarak daha güçlü bir meşruiyet zeminine oturabilir; uygulamada daha etkin sonuçlar alınabilirdi...
Kuşkusuz, resmi mekânlar dışında ortak bir insan hakları kültürünün oluşturulması yönünde önemli bir mesafe alınmıştır. İfade özgürlüğünün zor yoluyla ve kaba güçle bastırılması karşısında takınılan ortak tavır, bu gözlemi doğrular. Kurula, usule ilişkin etik gerekçeyle yöneltilen eleştiri ne derecede geçerli? Şu soru, yanıtı da içeriyor: Bir bilgisayarı dahi bulunmayan kurulu sadece usul hatası yönünden eleştirmek, mevcut yasa ve yönetmeliğin hükümleri ile bunları uygulamaya koyuş tarzı karşısında ne anlama gelmektedir?
Hangi umut?
İHDK'nın 2005 gündemi ile Türkiye'nin insan hakları gündemi aynı. İnsan hakları açısından söz konusu gündemi AB ile müzakere süreci belirleyeceğine göre, İHDK'nın gündemi aynı zamanda AB'ninkiyle örtüşür.
2004'te insan hakları yönünden ulusal dinamikler yeterince kullanılsaydı, 17 Aralık kararı Türkiye lehine nüanslı olacaktı. Kuşkusuz, insan hakları alanına ilişkin 2005 uygulamaları, 3 Ekim'e giden yolda belirleyici olacaktır. Mekân ve zaman bakımından gündem çakışması açıktır. Bu sürece İHDK'nın katkısı, büyük ölçüde siyasal iradeye bağlı bulunmaktadır. Zira İHDK'yı mevzuat düzleminde Paris ilkelerine uyumlu kılmak zor değildir.
Asıl olan uygulamadaki sorunların giderilmesidir. Bu da zor olmayan önlemlerle mümkündür, kuşkusuz siyasal irade çözüm yönünde ortaya konulursa...
Hangi bürokrat?
İHDK Başkanlık Divanı, 28 Aralık 2004 günü, şubatın ilk haftasında yapılması gereken ve 4 Şubat olarak kararlaştırılan toplantı gündemini hazırlamış, bunu bir çağrı yazısı ile birlikte üyelere ulaştırmak amacıyla İnsan Hakları Başkanlığı'na iletmiştir. Bu gereğin yerine getirilmesi bir yana, iki hafta sonra Başbakanlık müsteşar yardımcısı imzasıyla, üyelere ve üye olmayan birçok kişi ve kuruluşa elektronik posta yoluyla toplantının ileri bir tarihe ertelendiği yolunda bir duyuru yapıldı.
Bu arada, 14 üyenin görev süresinin 5 Şubat'ta sona ereceği belirtildi. Böylece, yönetmeliğin, toplantıya (şubatın ilk haftası) ve görev süresine (üç yıl) ilişkin hükümleri (mad. 6) ihlal edilmiş; yetki gaspı yoluyla Kurul çökertilmiştir. (Bu durum, bir yazı ile Sn. Abdullah Gül'e gereği için resmen bildirilmiştir).
Sonuç olarak, sayın Başbakan'ın bürokrasi engelinden sıkça yakındığı bir dönemde, yasa ile oluşturulan ve hükümetler ötesi bir özellik taşıyan, ayrıca Avrupa ölçeğinde muhatap alınan İHDK'yı çökertmesi, Başbakan'ın sözlerini doğrulayıcı mı, yoksa engelin algılanış biçimini ortaya koyması anlamına mı gelmektedir? (YS)