25 Eylül günü Hyde Park'ın sokakları, gündüz on ikiden gece ikiye kadar, eşşiz ezgilerile yıkandı... Yolu semte düşen yirmi bin insanla beraber. Cinsiyetine, teninin rengine, siyasal görüşüne, dini tercihine, geldiği memlekete bakmaksızın gerçekleşti bu ayin. Cazın benzersiz dokunuşlarıyla okşanan bu topluluk, kimi zaman buz pateni pistinden bozma konser alanında, kimi zaman ise Chicago Üniversitesi'nin müze, derslik ve kilise işlevi gören taş duvarları arasında, hep beraber baştan çıkarıcı ritmlere eşlik etti. O gün Hyde Park, sadece bir caz festivaliyle anılmayacak kadar büyük ve kutsaldı. O gün Hyde Park, insanlığın festivaline ev sahipliği yaptı.
Gün, 2009 yılında aramızdan ayrılan festivalin kurucusu James Wagner'ın arkadaşlarının enstrümanlarından yayılan melodilerle başladı. Her biri en az altmışını devirmiş bu değerli müzisyenlerin oluşturduğu grup, hep birlikte Davis'ten, Ellington'dan ve Coltrane'den parçalar seslendirdi. Bir de bu performansa Maggie Brown'un kadife sesi eklenmesin mi!
Dinletinin büyüsüne kapılan kimilerine sandalyeler dar gelmiş olmalıydı ki konser alanı, ansızın bir dans platformuna dönüşüverdi. Her adım, damla damla şarap oldu, yüreklere aktı, yanakları allandırdı. Konser alanındaki yüzlerce kişi, Şikago'nun soğuğunu, kalplerinden fışkıran yıllanmış aşkları ile yendi.
Gece, gündüzü kıskanmış olmalı, eylül ayına aldırış etmeksizin soğudu, sokaklar buz kesti. İnsanlar, en yakındaki binanın, bir kilisenin duvarları arasına sığındı. Ne tesadüf ki bu duvarlar, o esnada Orbert Davis'in trompetinden çıkan yırtıcı notalar ile kutsanmaktaydı. Toplanan binlerce insan, Davis ve dörtlüsünün bu büyülü vaazını dikkatle dinledi, özümsedi. Bu performansın en ön sıradaki izleyicilerinden biri de tanrıydı ve eminim ki o da en az diğerleri kadar bu gördüklerinden hoşnut kaldı. O bile inancını sorguladığı bu dünyada insanları hala bir arada tutan bazı değerlerin olduğunu görmekten memnun olmalıydı.
Gece bitecek, pazar olacak, bu kilisenin ve daha onlarcasının duvarlarına bu kez Hıristiyan ilahileri aksedecek. Hayat tüm renkleri ve melodileri ile bazen acı, bazen tatlı, bazen tok ve bazen tiz, bu duvarları (ve ümit ederim ki) önyargıları da aşacak ve gelip bizleri bulacak. Hepsinden de önemlisi, paylaşılacak...
Farklılıkları ile bütün olan, farklılıklarına rağmen cem eden odalar ve alanlar dolusu insan... İnsan ve insan olduğu için güzel olan, güzeli keşfeden, kıymetini bilen ve kaybetmekten korkan, insan olduğu için keyiflenen, aşka gelen, dans eden ve öpüşen.
Chicago'daki bir yerel gazetenin, öpüşülecek en güzel alanlardan bir tanesini de Hyde Park Caz Festivali olarak göstermesine şaşırmamalı o zaman. Çünkü öpüşmek, kimyasal bir etkileşime, bir tepkimeye indirgenemeyecek kadar değerli bir ritüel, çünkü öpüşen, çoğunluğun dayattıklarına farklılığı ve çoğulculuğu ile karşı koyabilen, önyargılara göğüs gerebilen, yürekliliği ve sevdası ile örnek alınması gereken insan.
25 Eylül 2010 günü birer nota oldu bu insanlar, diyezi ve bemolü ile birbirinden ne kadar farklı ve birbirine ne kadar karşıt olsalar da, karmaşık melodilerin içerisinde hep beraber eridi. O gün ve gecesinde adımlarını Hyde Park'ta atan onbinler, aynı kültürün şarkılarına eşlik ettiler. Bu kültür, ne siyahtı ne sarı, ne kadındı ne erkek, ne Yahudi'ydi ne Hıristiyan, ne sağcıydı en solcu, ne Türktü ne de Amerikalı... Bu kültür, insan olmanın kültürüydü; bu kültür, insanlıktı. (OA/TK)
* Oğuz Alyanak, Chicago Üniversitesi.